EBEVEYNE YABANCILAŞMA SENDROMU NEDİR
EBEVEYNE YABANCILAŞMA SENDROMU NEDİR
Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu yurt dışında 1980’lerden sonra ortaya çıkmış bir kavramdır ve çocuğun bir ebeveyn tarafından diğer (hedef) ebeveyne karşı bilinçli ve programlı bir şekilde yabancılaştırılması olarak tanımlanmaktadır. Genellikle çocuğun hedefteki ebeveyne karşı haksız bir iftira kampanyasına maruz bırakılması ve çocuğun buna katılımının sağlanması şeklinde görülmektedir. Ebeveynler, bu tavrı genellikle boşanmaya karşı savunma mekanizması olarak kullanmaktadır. Sendrom sürecini ayrıntılı olarak incelediğimiz zaman bu tavrın bizim toplumumuzda da var oluğunu görüyoruz.
Ebeveyn Yabancılaşma Sendromu, ebeveynlerden birisinin, çocuğunu hedef ebeveynden soğutmak ve kendine bağlamak için çeşitli yöntemler uygulamasıyla başlar. Aktif yani görünür veya pasif yani örtük şekilde olabilecek bu davranışlara örnek olarak; hedef ebeveynle ilgili kötü sözler söylemek, çocuğun onunla ilişkisini sınırlamak, çocuğu şımartıcı davranışlarda bulunmak, boşanmanın sorumluluğunu hedef ebeveyne yüklemek, çocuğun hastalandığını gizlemek, çocuk için önemli olan okulu ile ilgili bilgileri (gösteri gibi) gizlemek veya çocuğun hedef ebeveyne göstermekte zorluk çıkartmak olarak gösterilebilir. Hatta hedefteki ebeveyni bilinçli ve programlı bir şekilde istismarla suçlamak gibi ileri durumlar da görülebilmektedir.
- Annen seni sevmiyor
- Bir daha babanın yanına gitme
- Eğer baban seni sevseydi, başka biriyle evlenmezdi
- Bak kaç gün oldu annen seni aramadı
- Baban seni ve anneni sevseydi annenden boşanmazdı
Sonuçta tüm bu tutumlar ile çocuk hedef ebeveynden uzaklaştırılmış olur. Çocukta hedef ebeveyn hakkında olumsuz düşünceler oluşur ve onu dikkate almamaya hatta önemsememeye başlar. Ebeveyn Yabancılaşma Sendromu’nun ileri aşamalarında çocuk hedef ebeveynle görüşmek istemediğini, onu sevmediğini ve hatta nefret ettiğini söylemeye başlar.
Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu yaşayan çocuk aslında çok ciddi ve sürekli devam eden bir duygusal istismarın mağdurudur. Boşanma sonucu oluşabilecek güvensizlik ve terk edilmişlik hissinin yanı sıra bu kadar kötülenen bir ebeveynin çocuğu olmuş olma ile başa çıkmaya çalışır. Çocuğun hedef ebeveynle ilişkisinin bozulmasına ek olarak tüm çevresi ile ilişkilerinde de zorluk yaşamasına neden olur. Kendisini çevresinden soyutlayabilir, ilgisiz, karamsar ve depresif olabilir veya okul başarısında düşme görülebilir. Daha da kötüsü bu çocuklarda yüksek oranda bağımlı olma ihtiyacı gelişebilir veya sağlıksız ilişkilere yönelebilir. Ayrıca disosiyasiatif bozukluk, panik bozukluk, davranış bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu, ayrılma anksiyetesi, sanrısal bozukluk, narsisistik kişilik bozukluğu ve cinsel kimlik problemleri gibi birçok ruhsal durum ortaya çıkabilir.
Ne yazık ki tüm bu yaşananlar birçok duygusal istismarda olduğu gibi zamanla atlatılabilecek türden değildir ve çocuğun olumsuz etkilenmiş ruhsal durumu yaşam boyu devam eder. Uzun vadede depresyona, boşanmaya, madde kullanımına, kendine ve başkalarına güven kaybına ve bizzat kendi çocuklarını yabancılaştırmaya da neden olabilmektedir.
Sonuç olarak Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu, çocuklara kendi ebeveynlerinden biri tarafından yapılan duygusal istismarın bir sonucudur. Bu nedenle boşanma sürecindeki ebeveynlerin çocuklarına söyledikleri sözleri daha dikkatli seçmeleri gerekmektedir. Çocuğun bu durumdan çok daha fazla etkileneceği ve bunların izlerinin yıllar boyu devam edeceği unutulmamalıdır.
Boşanmalarda “olan çocuğa oluyor” sözü eskiden beri söylene gelir. Ama çocukların yaşadıkları konusunda bırakın toplumu, konuya sahip çıkması gereken uzmanlarda bile -çok ama çok az olan istisnalar dışında- farkındalık ya da onlardan beklenen bilimsel bakış açısı yok. Ebeveynler kendileri için her fırsatta, her platformda (çoğu zaman da abartarak) veryansın ediyorlar. Ama o zavallı çocuklar çektikleri acıyı, yaşadıkları travmayı dillendirmekten hatta anlamaktan bile acizler.
En vahimi, boşanma sonrası birbirlerine besledikleri kin ve nefreti çocuklarına da aktaran ebeveynler, onları bir silah olarak kullanabiliyorlar. Diğer ebeveyn aleyhinde yapılan karalama kampanyası, çocuğu “sistematik olarak diğer ebeveyne düşmanlaştırma faaliyeti”, duygusal ve psikolojik taciz ve beyin yıkamasına ek olarak çocuğun kendi yaptığı ilaveler diğer ebeveyni dışlamasına, hiç görmemeye karar vermesine, onu çok kötü ve tehlikeli biri olarak görmesine yol açıyor.
Çocuğa sorulduğunda onunla görüşmek istemediği, onu sevmediği ve bunların kendi fikri olduğu cevapları alınır. Çocuğun düşünce sistemi tamamen tacizci ebeveyn tarafından şekillenir. Hayatındaki en önemli iki varlık olan “anne” ve “baba” dan biri elinden alınmış, kalbinden, aklından silinmiş olur. Çocuk yetişkin olduğunda bu durum ya kalıcı olur, ya da büyük pişmanlık duyar hatta bu kez de tacizci ebeveyne tavır almaya başlar. İlişkinin normalleşmesi çok büyük efor gerektirir, çoğu zaman birer yabancı olarak kalırlar.
Öncelikle çocuk açısından ciddi dram, hatta travmalar yaşanır. Çocukların dile getiremediği acı verici ve yıkıcı bu durum tedavi gerektiren bunalımlara yol açar.
Çocuk kendisini çevresinden soyutlar,
Sürekli yalnız kalmak ister,
Güvensizlik ve terk edilmişlik hissi yaşar,
Depresif kişilik geliştirir,
Okuldaki başarısı düşer,
Asabiyet, ilgisizlik, karamsarlık ve şiddet eğilimi başlar.
Çok eskiden beri yaşanan ama sıradan, adi bir vaka olarak değerlendirilen, çocuklu boşanma sonrası çatışmaların %90’ında rastlanılan bu durum, yurt dışında 80’li yıllarda başlayan inceleme ve tartışmalar sonucunda “Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu” (EYS) olarak adlandırılmış. İsmi konusunda bile tam bir fikir birliğine varılamamış olsa da tıp literatürlerine girmiş. Gelişmiş ülkelerde kanunlar nezdinde “suç” olarak kabul edilip çeşitli yaptırımlar öngörülmüş ve bu konuda bilimsel bir bakış açısı geliştirilmiş. Sorunun çözümü yönünde çok güzel uygulamalar geliştirilmiş, vakıflar kurulmuş. Mahkemelerde ve tedavilerde EYS konusunda hassas davranılmış. Bizde ise ne yazık ki devlet kurumlarının EYS kavramından haberi bile yok henüz. Acı ama gerçek, bu durumdaki çocuklara yanlış tanılar konuyor, hatta antidepresan ilaçlar veriliyor. Dahası bu konuda bilgisi olmayan uzmanlar farkında olmadan yabancılaştırıcının bir aracı haline gelip EYS’nin daha da derinleşmesine sebep oluyorlar.
EYS’nin bir de ebeveyn tarafı var. Çocuk bir süre sonra bu durumu kanıksar. Ama ebeveyn çocuğunu özler, görmek ister, çocuğuna ulaşmaya çalışır, bu durumu tekrar tekrar sürekli yaşar. Sevgisini, özlemini bastırmayı başarabilse bile sorumluluk duygusunu yadsıyamaz. Hayatı zindan olur, ne iş hayatı kalır ne de özel hayatı. Hüznün, üzüntünün doruklarında, depresyonun, melankolinin dipsiz kuyularında yaşar. Enerjisinin tamamını çocuğuna olan özlemini bastırmaya, çözüm bulmaya harcar. Düşünce sistemi de psikolojisi de çöker. Art arda yanlışlar yapmaya başlar. Hatta intihar ya da bir ceza hakiminin ilgileneceği duruma kadar gider. Kadına karşı şiddetin karanlıkta kalan, görülmeyen sebeplerinden biri de budur. Bu eğitim düzeyinden ve coğrafyadan bağımsız, insanın yaşayabileceği en acı durumlardan, insanın insana (hem de kendi evladına) yaptığı zulümlerden biri. Dr. Erkut Erdoğan’ın son çıkardığı ve PDF formatında internetten de indirilebildiği kitabında anlattığı örnek vakalarda EYS’nin kurgu cinsel istismar iftiralarına kadar varabildiğini hayretle okuyabilirsiniz.
Bir nokta daha var. Boşanmadan sonra hakim “çocukla şahsi ilişkisinin devamı için” dini bayramların ikinci günü ve 15 günde bir Cumartesi sabah 09:00’dan Pazar akşam 17:00’ye kadar, ayrıca Temmuz ayının 1’inden Ağustos sonuna kadar çocuğun diğer ebeveynde kalmasına hükmeder. Bu bir kalıptır ve nerdeyse her boşanmada aynıdır. Bu kadarı “şahsi ilişkinin devamı için” yeterli görülür. Velayeti elinde bulunduran taraf “insani” davranmayıp zorluk çıkarırsa (ki bu da EYS’nin taktiklerinden biridir) diğer taraf çocuğunu görebilmek için Cuma gününden icra dairesine dilekçe ile başvurur. Bir icra memuru ve psikolog görevlendirilir. Ayrıca sorun çıkması muhtemel olduğundan karakoldan bir de polis istenir. Tabii devlet bunca hizmeti bedelsiz yapmaz, yaklaşık 300 TL kadar bir para ister. Taksi parası da cabası. İstanbul gibi kalabalık şehirlerde tüm bu işlemleri 1 günde halletmek pek kolay değildir. Bu insan mutlaka çalışıyordur, hatta hafta tatili de olmayabilir. En az 3 gün izin almak durumundadır. Diyelim ki hepsini halledip çocuğunun kaldığı eve gitti. Çocuğun evde olmama ihtimali de vardır ve bunu kasıtlı yapan ebeveyne uygulanacak hiçbir yaptırım yoktur. Hadi diyelim çocuk evde ama gelmek istemiyor. Psikoloğun olumsuz görüşü bir yana, insani bir ebeveyn bu durumda çocuğu zorla götürebilir mi? Götürse de çocuğun mutsuz, dışlayıcı, ilgisiz, tepkisel tavırları insanı kahretmez mi? Ya peki her ay iki kez çocuğunu görebilmek için 600-1000 TL’yi bulabilir mi? Ödemek zorunda olduğu nafakayı da unutmamak gerek.
EYS uygulayan ebeveyn ve çocuk okuldaki yetkilileri de etkiler, çocuktaki tepkilerin benzeri okuldaki yetkililerde de görülür. Bu nedenle icra masraflarını karşılayamadığı için çocuğunu göremeyen ya da kanunun çocuğunu görebilmesi için kendisine tanıdığı süreyle (doğal olarak) yetinemeyen ebeveynler çocuklarını görebilmek için okullarına gittiklerinde çoğu zaman okul yönetiminin direnci ile karşılaşıyorlar. Israr ettiklerinde polis çağırılıyor hatta bazen daha da ileriye gidilip bu nedenle mahkemeden kolayca karar çıkartılıp ebeveyni çocuktan uzaklaştırma cezasına çarptırıyorlar. Herhangi birinin çocukla okulda görüşmesinde bir sakınca görülmüyor ama söz konusu mağdur ebeveyn olunca bizzat devlet engelliyor.
Velayet çoğunlukla annelere verildiğinden EYS konusunda kadınlar suçlanıyor. Bu konuya çözüm odaklı yaklaşmak yerine adeta bir kadın-erkek çatışması yaşanıyor. Bu durumun uzmanlar tarafından MEDEA KOMPLEKSİ olarak açıklanması da kadınların tepkisini çekiyor. Ama velayet kadınlara değil de erkeklere verilseydi EYS belki de daha üst boyutlarda yaşanırdı. Günümüz şartlarında kadınlar EYS mağduru olsaydı toplumda ve devlette bu kavram çoktan yer edinir, hatta çözüm yolları geliştirilirdi. Erkekler ne yazık ki fıtratları gereği sabredemiyorlar, organize olamıyorlar ve sorunun genel çözümüne odaklanamıyorlar.
Kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapmak son derece doğal hatta gerekli. Bunun en basit örneği “centilmenlik”. Uzun yıllardır süregelen ve bazen zulüm boyutlarına varan erkek egemenliği (hatta diktatörlüğü) sonucunda kadınlarımızın kazandığı haklar çok normal hatta az bile. Kantarın topuzunu kaçıran, eşitlik ilkesini bir türlü içselleştiremeyen, sapla samanı birbirinden ayıramayan ne yazık ki “devlet”. Olan büyük bir çoğunlukla suçsuz, iyi niyetli insanlara oluyor, yani amiyane tabirle “kurunun yanında yaş da yanıyor”. Daha keskin bir ifadeyle pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da “at izi it izine karışıyor”. KALKAN TOZ BULUTU İÇİNDE NE YAZIK Kİ ÇOCUKLAR FARK EDİLEMİYOR !
cocukaile.net
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.