Yavru değil, kardeş olmak istiyoruz

YURT HABERLERİ (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 28.11.2018 - 12:01, Güncelleme: 28.03.2022 - 15:38 1185+ kez okundu.
 

Yavru değil, kardeş olmak istiyoruz

Habertürk'ten Kübra Par, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile konuştu. Akıncı, Güney Kıbrıs ile yürütülen görüşmelere ilişkin olarak, "Sıkıntı BM parametrelerinde değil, Rum yönetiminin zihniyetinde" dedi. Doğu Akdeniz'de enerji gerginliği hakkında konuşan Akıncı, "Sen kazıyorsan, söz dinlemiyorsan, ben de kazarım" ifadelerini kullandı
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarını arama faaliyetleri yüzünden yaşanan gerilim her geçen gün artıyor. Exxon Mobil Şirketi’nin Kıbrıs adası açıklarında 10. parselde arama faaliyeti başlatmasına Türkiye’nin tepkisi sert oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu salı günü yaptığı grup konuşmasında Yunanistan ve Güney Kıbrıs Yönetimi’ne itirazlarını yineledi. Türkiye ekim ayında kendi kıta sahanlığı içinde kalan bölgede Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisi ile arama çalışmalarına başlamıştı. Geçen hafta Dışişleri Sözcüsü Hami Aksoy, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı içinde kalan bölgelerin yanı sıra KKTC’nin Türk Petrolleri’ne verdiği ruhsat sahalarında da faaliyetlerde bulunmaya başlayacaklarını açıkladı. Kıbrıs sorununun çözümü için atılan adımlar da bütün bu Akdeniz-doğalgaz geriliminin gölgesinde ilerlemeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in yeni Kıbrıs Geçici Danışmanı Jane Holl Lute öncülüğünde başlayan yeni süreçte, geçen yıl İsviçre’nin Crans Montana kentinde çöken müzakerelerin yeniden canlandırılması hedefleniyor. Peki, yıllardır arapsaçına dönen Kıbrıs meselesi gerçekten yakın gelecekte çözülebilir mi? Doğalgaz arama faaliyetleri üzerinden yaşanan gerilim çözümü zorlaştırır mı yoksa tarafları uzlaşmaya iten bir etken mi olur? Çözüm konusunda Türk Dışişleri ile Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi arasında yaklaşım farkı olduğu iddiaları doğru mu? Tüm bu soruları 9. Boğaziçi Zirvesi için İstanbul’u ziyaret eden KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya sordum... Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının aranması ve paylaşımı ile ilgili gerginlik giderek tırmanıyor. Siz ısrarla “İki topluma ait olan doğal kaynakların yine bu iki toplumun refahını artıracak şekilde değerlendirilmesi şart. Güney Kıbrıs yönetimi ortak payları tek başına sahiplenme anlayışını terk etmeli” diyorsunuz. Fakat fiili durum pek bu yönde ilerlemiyor. Eşit paylaşım temelli bir çözüm olacağı konusunda gerçekten umutlu musunuz? Ben aklın yolunu işaret etmeye çalışıyorum. Müzakereler boyunca da bunu yapmaya çalıştım çünkü akıl bize ortaklaşmayı emrediyor. Bu olduğu takdirde bölgede çok iyi bir işbirliği potansiyeli var. Sadece Kıbrıs’ın olması muhtemel zengin doğalgaz kaynakları değil, İsrail’de bulunan kaynaklar da önemli. Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile ilişkileri de ilelebet kötü seyredecek değil. Bu bölgenin kaynaklarının birleştirilerek Türkiye ve Yunanistan üstünden Avrupa’ya nakli en pratik, en hızlı, en düşük maliyetli projedir. Bunun yerine Ege’nin derin sularından geçirerek, İsrail- Güney Kıbrıs- Girit- Yunanistan- İtalya güzergâhını öne çıkarmak aklın alacağı iş değil; tamamen politik güdülerle şekillenmiş bir projedir. Dolayısıyla ben diyorum ki hem Kıbrıs sorununu çözelim hem de en akla yatkın enerji güzergâhını oluşturarak, karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratarak bölge istikrar ve barışına katkıda bulunalım. Ben bu sözlerle olması gerekeni söylüyorum, ama arazide olan bunun tam tersi. Rum tarafı “Bu alanlar benim egemenlik alanım, bunları müzakere etmem. Sizin payınızı da bir hesapta tutarım ve ileride çözüm olduğu zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşları olarak o paydan bir gün yararlanırsınız” diyor. Peki, buna karşı ne yapmak gerekiyor? Şubat ayında Türkiye Eni şirketinin 3. parselde yapmaya yöneldiği araştırmayı engelledi. Bu engelleme her zaman mümkün değil. Peki ne mümkün? Sen kazıyorsan,  ortaklaşmıyorsan, söz dinlemiyorsan, ben de kazarım. Nitekim Türkiye de KKTC kıta sahanlığı içinde kalan bölgelerde de sondaj çalışması yapacağını duyurdu... Evet. Türkiye’nin kendi ilan ettiği bir kıta sahanlığı çizgisi var. Batıda Rum parselleri ile çakışan durumlar var. Bir de adanın doğu ve güneydoğusunda Kıbrıslı Türklerin ilan ettiği ve Rumlarla çakışan parseller var. Şu an itibarıyla Türkiye kendi kıta sahanlığıyla ilgili olarak çalışmalar yapıyor. Ayrıca Kıbrıs Türk tarafının Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile yaptığı anlaşmalar var. Türkiye bizim adımıza bu çakışan parsellerde arama yapabilir. Bu ne zaman olacak, nasıl olacak, onu önümüzdeki günlerde göreceğiz ama nihayetinde olacak. Bu gerginliği daha da tırmandırır mı yoksa karşı tarafı bir çözüme mi zorlar? Temennim ikinci dediğinizin olması ve buradaki hakların tek taraflı olarak gasp edilemeyeceğinin anlaşılmasıdır. Bu böyle mi olacak, onu önümüzdeki süreçte göreceğiz ancak bize başka alternatif bırakmadılar. Benden önce bir ortak komite kurulması fikri vardı, ben de ilerlettim bu fikri. “Bu zenginliğin ortak bir zenginlik olduğunu; bunda bizim de hakkımız olduğunu siz de kabul ediyorsunuz ama planlamasına, çıkarma sürecine bizi ortak etmek istemiyorsunuz” dedim. Ne yazık ki Rum tarafının gücü ve zenginliği paylaşmama tavrı bu alanda da kendini gösteriyor. "İHANET SUÇLANMAM TOPLUMUMU DERİNDEN YARALADI" Bir yandan da Kıbrıs sorununun çözümü için uğraşıyorsunuz. Tabirimi maruz görün ama Mustafa Akıncı deyince benim aklıma yel değirmenleriyle savaşan bir siyasi figür geliyor artık. Attığınız kimi adımlara sadece Rum tarafından değil, KKTC içinden ve Türk Dışişleri’nden de tepki geldiği oluyor. 2017’de görüşmeler çok yolunda gitmemişti. Sizin buna rağmen tekrar masaya oturmanızı ve Guterres Çerçeve Belgesi’ni kabul etmesi için Rum lider Anastasiadis’e çağrı yapmanızı “Türkiye’ye ihanet” olarak yorumlayanlar olmuştu. Bütün bu süreçte karşılaştığınız tepkilere ne diyorsunuz? Ben Don Kişot değilim ki yel değirmenlerine karşı savaşayım! (Gülüyor) Tarih, yargısını her lider için verir. Birkaç kendini bilmezin Mustafa Akıncı’yı ihanetle suçlaması halkımızı derinden yaraladı. Ne zaman Kıbrıs’ta çözümle ilgili bir hareketlenme olsa, sonucundan bağımsız olarak içerideki bazı mihraklar ve Türkiye’de onlarla iletişim halinde olan mihraklar hemen “Vay Akıncı Türkiye’yi sattı, satıyor, hain” gibi ithamlarda bulunuyorlar. Bunlar üzerinde çok fazla durmuyorum çünkü halkım beni tanıyor. Halkımın yüzde 60’tan fazlasının desteğiyle bir uğraş veriyorum. Crans Montana’ya gelinceye kadar, benden önce Sayın Derviş Eroğlu’nun, hatta ondan da önce Sayın Rauf Denktaş’ın mutabık kaldığı çerçeve içinde bir sonuç almaya çalıştım ben. Türkiye ile de yakın diyalog içerisindeydim. Sizin bu çerçevenin dışına çıkarak, Türkiye’nin garantörlüğü ve Türk askerinin adadaki varlığı konusunda tavizler verdiğinize dair iddialara ne diyorsunuz? Bunlar çok çocukça, gerçeklerle bağdaşmayan iddialar. Eski çerçevenin dışına çıkan ben değilim; beni ihanetle suçlayanlardır, çünkü onlar hiçbir zaman çerçevenin aslında ne olduğunu anlamak istemediler. O çerçeve, iki kesimli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan federasyonu öngören bir çerçevedir. 1977 ve 1979 anlaşmalarının altında Sayın Denktaş’ın imzası var. 11 Şubat 2014 anlaşmasının altında da Sayın Derviş Eroğlu’nun imzası var. Bu çerçeve Crans Montana’ya kadar birlikte yürütüldü ve özellikle güvenlik garanti boyutunu Türkiye ile birlikte yürüttük. Elbette garantörlerin söz hakkı var. Asker konusunda da anlaşma değişecekse bunun nasıl değişeceği ve günün koşullarına nasıl uyarlanacağı konusundaki tartışmalarda Sayın Mevlüt Çavuşoğlu 10 gün boyunca orada bizimleydi. Dolayısıyla şu bilinmeli ki, bu güvenlik-garanti boyutu meselesinde ne olacaksa birlikte kotarılacak. Başka türlü olmaz. Bu konuda Türkiye yalnız değil, Yunanistan ve İngiltere de var. Kıbrıs Türk ve Rum kesimleriyle birlikte 5’li bir konferans yapılmasının nedeni de buydu. "SIKINTI BM PARAMETRELERİNDE DEĞİL, RUM YÖNETİMİNİN ZİHNİYETİNDE" “Bir millet iki devlet dediğimiz sevgili Azerbaycan dahi bizi tanımıyor” Peki daha açık sorayım, gelinen noktada Türk Dışişleri ile aranızda bir yaklaşım ve strateji farkı var mı? Ben de açık konuşmayı severim… Sayın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Crans Montana’dan sonra BM parametreleri ile artık bu işin olmayacağını öngörmeye başladı. Oysa ben suçun BM parametrelerine yüklenmesinin anlamsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü ta Denktaş zamanından günümüze BM parametreleri ile iki kesimliliği, iki kurucu devletin birbirine eşitliğini yani birbirine tahakküm edemeyeceğini ayrıca -Rumlar daha sonra yan çizmeye çalışsa da- BM Genel Sekreteri Guterres’in 6 maddesinden birine dönüşen 2’ye 1 oranında dönüşümlü başkanlık şartlarını elde ettik. Yani bir Kıbrıslı Türk’ün de oluşacak federal devletin Cumhurbaşkanı olabileceği şartını… Bunlar Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için kötü şeyler değil ki… Dolayısıyla sıkıntı BM parametrelerinde değil, Kıbrıslı Türklerle eşitliği paylaşmak istemeyen, Kıbrıslı Türklerin bu devlette eşit söz sahibi olmasını içine sindiremeyen Rum yönetimi zihniyetindedir. “BM parametreleri kötüdür” dediğimizde yerine bir şey koymamız lazım. Gerçekçi olarak, dünyaya ve Rum tarafına kabul ettirebileceğimiz seçeneklere bir bakalım… Üniter bir devlet yapısını biz kabul eder miyiz? Asla etmeyiz çünkü üniter bir yapı demek Rumların çoğunluk kararlarının geçerli olacağı bir yapı anlamına gelir. Peki, Rumlar iki ayrı bağımsız egemen devleti kabul eder mi? Federal çözümde bile siyasi eşitliği içine sindiremeyen bir yapı bizim ayrı egemen bir devlet olmamızı asla kabul etmez. Ayrıca masa başını bir kenara bırakırsak şu an dünyada bunu kabul eden var mı? Müzakere ile elde edemiyorsanız, belki konjonktür öyle bir gelişir ki, Türkiye öyle güçlü bir hale gelir ki dışarıdan tanınmayla egemen bir devlet haline gelirsiniz. Peki buna bakalım; bir millet iki devlet dediğimiz sevgili Azerbaycan dahi bizi tanımıyor, yakın gelecekte de öyle bir şey görünmüyor. Üniter devleti biz istemiyoruz, iki ayrı devleti de Rumlar kabul etmiyor, dönüp dolaşıp federal çözüme geliyoruz. Ben mantığın, aklın, ve BM çerçevesinin getirdiği şartlarda, belki aylarla ölçülebilecek bir zaman diliminde bir deneme daha yapılması gerektiğini söylüyorum. Bakın benim kadar “Bu işin ucu açık olamaz” diyen başka bir siyasetçi olmadı. Altını çiziyorum; her ne pahasına olursa olsun bir çözüm değil... Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini gözetmeyecek, özgürlüğünü, güvenliğini içermeyecek olan bir maceraya asla girmem. "SIFIR ASKER SIFIR GARANTİ SÖYLEMİNE KARŞIYIZ" Diyelim ki Kıbrıslı Türkler için bu şartlarınız kabul gördü ama Türkiye’nin garantörlüğünün ortadan kalkmasına neden olacak şartlar sürüldü önünüze… Ne yaparsınız? Hassas olduğunuz noktayı anladım… Cenevre Konferansı’na madde olarak giren bir ilkesel açıklama oldu: “Her iki taraf da kendini güvende hissetmeli, bir tarafın güvenliği diğer tarafın tehdit algısı gibi olmamalı”. Bunun yolu var mı? Var. Sıfır asker sıfır garanti söylemine karşıyız biz. Bu maksimalist tavra karşıyız. Böyle bir koşulu asla kabul etmem diyor musunuz? Kimse etmedi bunu, ben dahil. Geldiğimiz noktada sayın Genel Sekreter Guterres “Gidin, değerlendirme yapın ve tekrar görüşelim” dedi. Bu çerçevede şimdi Sayın Anastasiadis’in ortaya attığı, ‘gevşek federasyon’, ‘decentralization’ gibi söylemler var. Aslında ben yıllardır ısrarla kanatların daha güçlü olacağı bir yapıyı talep ediyordum, Rumlar ise “Merkezi daha güçlü yapalım” diyordu. Şimdi ne olduysa Sayın Anastasiadis bizim söylediğimiz noktaya geldi. Bunu niye reddedeyim, ama altı boş… Kendisiyle görüşmemde “Hangi yetkileri kanatlara vermeyi öneriyorsun?” diye sordum, bir şey diyemedi. “Kanatlara daha fazla yetki verelim ama geride kalan yetkiler çerçevesinde kararları ben alayım” diyor. Yani kararlara Kıbrıslı Türklerin etkin katılımını kabul etmek istemiyor. "ANASTASİADİS İŞİ SULANDIRMAYA ÇALIŞIYOR" Spesifik örnekleri var mı bu söyleminin? Onlar neyi istedikleri için bir türlü çözüme varılamıyor? Örneğin Bakanlar Kurulu’nda 7 Rum, 4 Türk bakan olacak. Ama bakanlar kurulunda kararlar oy çokluğuyla alınamayacak, en az 1 Türk bakanın da olumlu oyuna ihtiyaç duyulacak. Başkan ve başkan yardımcılığı olacak. İki dönem bir Rum, bir dönem Kıbrıslı bir Türk Cumhurbaşkanı olabilecek.  Anastasiadis bunları kabul ettiği için rahatsız, işi sulandırmaya çalışıyor. “Kanatlara daha çok yetki verelim buna karşılık Bakanlar Kurulu’nda kararlar basit çoğunlukla alınabilsin” diyor. Bu, Rum çoğunluğun hâkim olacağı üniter bir modeldir. O durumda bize sadece figüranlık düşer. Biz figüranlık değil ortaklık istiyoruz. Gerek dönüşümlü başkanlık gerekse kararlara etkin katılım konusunda Rum tarafı bu zihinsel barikatı aşamazsa çözümün olması mümkün değil. Bu seferki müzakerelerden sonuç çıkacağına dair umutlu musunuz? Karamsar olursanız statükoyu kabul edersiniz, ben statükonun kaderimiz olmasını istemiyorum. Bu statüko Kıbrıs’ın hakimiyetini, uluslararası arenada tanınırlığını bir tarafa bahşetmiş. Şimdi de doğal zenginlikleri ele geçirmeye çalışıyorlar. Kıbrıs’ın tanınmasında uluslararası hukuk objesi olan bir yapının ortağıydık biz. Bunu kaybettik. Biz bu hakkımızı ve zenginliklerdeki payımızı istiyoruz. Rumların da talepleri var. Onların taleplerinin de aşırıya kaçmadan karşılanabilir olduğunu düşünüyorum. Bunun için iyi niyetle, ucu açık olmayan, yapılandırılmış, takvimli yeni bir süreç olursa bunun denenmesinde fayda görürüm. Diğeri çıkmaz sokaktır. “Bunu denedik bitti artık farklı bir şey düşünelim” diyemeyiz çünkü başka bir şey yok elimizin altında... “Neyi konuşacağımızı konuşalım” deyip yıllarca daha konuşursunuz... Bu arada Rumlar BM üyesi ve AB üyesi oldu. Şimdi de doğal zenginliklerin sahibi olurlar, ondan sonra biz uzaktan bakarız... Bunun yerine BM teşkilatıyla uyum içinde akılcı, ne istediğini bilen, haklarından taviz vermeyen, eşitliği, özgürlüğü, güvenliği için mücadeleye devam eden bir politika izlemeliyiz. "DOĞALGAZ TÜRKİYE ÜZERİNDEN AVRUPA’YA GİDER, TÜRKİYE’DEN KIBRIS’A GELEN SU PAYLAŞILIR" Bu noktada Türkiye’den beklentileriniz ne? Türk yönetimi ile Crans Montana’ya kadar gelen süreçte oldukça verimli bir işbirliği yaptık. Ondan sonra zaten müzakere süreci koptu. Şimdi BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Jane Holl Lute’un gelişiyle yeniden bir süreç başlayacaksa, verimli bir diyalog içerisine girebileceğimizi ümit ediyorum. Sayın Murat Başçeri Kıbrıs’ı yakından tanıyıp bilen, daha önce de iki kez Kıbrıs’ta görev yapmış, bütün müzakere süreçlerini yakından takip etmiş biri olarak şimdi büyükelçi olarak atandı. Onunla da yakın diyalog içindeyiz. Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki tavrı çok önemli olacak. Crans Montana sonrasında BM parametreleri ile bir şey olmaz söylemi artık değişti, federal çözümü artık dışlamıyoruz noktasına geldi. Rumlara “Ne istediğinizi netleştirin” çağrısı var. Bana göre onlar ne istediklerini netleştirdiler. İki ayrı devlet istemiyorlar. Anastasiadis’in kafası zaman zaman bulanabilir. O da netleştikten sonra biraz önce altını çizdiğim, eşitlik, özgürlük, zenginliğin eşit paylaşımı ve karşılıklı ekonomik bağımlılık gibi temel hususları içerecek bir çözüm planı gelirse süreç ilerleyebilir. Doğalgaz Türkiye üzerinden Avrupa’ya gider, Türkiye’den Kıbrıs’a gelen su paylaşılır... Ben hep olumlu senaryolar üzerinde kafa yoruyorum. Bölge için, bizim için, Türkiye için bunların iyi olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin daha iyiye gitmesini, Gümrük Birliği’nin güncellenmesini, vize kolaylıklarının başlamasını istiyorum. Kıbrıs’ı yalnızca Kıbrıs içinde değerlendirirsek çözüme gidemeyiz. Kıbrıs’ı Kıbrıs’ın ötesinde bakarak değerlendirmemiz lazım.  Bu anlamda doğalgaz, Türkiye’nin AB ile ilişkileri gibi meselelere olumlu bir perspektiften bakılırsa Kıbrıs’taki çözüme de yardımcı olur. "YAVRU DEĞİL KARDEŞ OLMAK İSTİYORUZ" “Kuzey Kıbrıs’ı bütün dünyaya eşit bir devlet gibi kabul ettirmeye çalışırken Türkiye’nin de bize öyle bakması, öyle davranması öncelikle bizim için ama aynı zamanda Türkiye için daha iyi olmaz mı?” Sizin ‘yavru vatan’ kelimesine itiraz etmeniz büyük tartışma yaratmıştı. KKTC kendi siyasi mevcudiyetiyle Türkiye’ye olan bağları arasında sıkışıyor mu bazen? Yani bu çok doğal, normal bir istek değil mi? Ana-yavru münasebeti duygusal bir bağı ifade edebilir. Kıbrıs’ta herkes kendini Türkiye’ye yakın hisseder. Uzun yıllar bu iş hep bu söylemle geldi ama biz 35 yıl önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduk. Türkiye de “Ben sizi tanıdım” diyor. Büyükelçi  Murat Başçeri bana güven mektubu sunalı daha 1 ay oldu. Dolayısıyla burada bir devlet var. Dünyaya da bunun bir devlet olduğunu söylüyoruz. Gelecekte hangi çözüm olursa olsun bu devletin bu topraklardaki  iki eşit kurucu devletten biri olmasını istiyoruz. O zaman Kıbrıslı Türklerin orada kendi kendini yöneten, kendi ayakları üzerinde durabilen, Türkiye ile çok daha sağlıklı ilişkiler içerisinde kardeşler olmasını söyledim ben. Bunda hiçbir kötülük yok, her iki taraf için de iyilik var. Bunu Türkiye düşmanlığı gibi algılatıp öyle takdim etmeye çalışanlar boşuna uğraşıyorlar. Kıbrıs Türkleri içinde Türkiye’ye düşmanlık güden, Türkiye’yi sevmeyen yoktur. Ama inanın ki bu anlattığım tarzda bir ilişki bu sevgiyi daha da pekiştirir. Kuzey Kıbrıs’ı bütün dünyaya eşit bir devlet gibi kabul ettirmeye çalışırken Türkiye’nin de bize öyle bakması, öyle davranması öncelikle bizim için ama aynı zamanda Türkiye için daha iyi olmaz mı?
Habertürk'ten Kübra Par, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile konuştu. Akıncı, Güney Kıbrıs ile yürütülen görüşmelere ilişkin olarak, "Sıkıntı BM parametrelerinde değil, Rum yönetiminin zihniyetinde" dedi. Doğu Akdeniz'de enerji gerginliği hakkında konuşan Akıncı, "Sen kazıyorsan, söz dinlemiyorsan, ben de kazarım" ifadelerini kullandı


Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarını arama faaliyetleri yüzünden yaşanan gerilim her geçen gün artıyor. Exxon Mobil Şirketi’nin Kıbrıs adası açıklarında 10. parselde arama faaliyeti başlatmasına Türkiye’nin tepkisi sert oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu salı günü yaptığı grup konuşmasında Yunanistan ve Güney Kıbrıs Yönetimi’ne itirazlarını yineledi.

Türkiye ekim ayında kendi kıta sahanlığı içinde kalan bölgede Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisi ile arama çalışmalarına başlamıştı. Geçen hafta Dışişleri Sözcüsü Hami Aksoy, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı içinde kalan bölgelerin yanı sıra KKTC’nin Türk Petrolleri’ne verdiği ruhsat sahalarında da faaliyetlerde bulunmaya başlayacaklarını açıkladı.


Kıbrıs sorununun çözümü için atılan adımlar da bütün bu Akdeniz-doğalgaz geriliminin gölgesinde ilerlemeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in yeni Kıbrıs Geçici Danışmanı Jane Holl Lute öncülüğünde başlayan yeni süreçte, geçen yıl İsviçre’nin Crans Montana kentinde çöken müzakerelerin yeniden canlandırılması hedefleniyor.

Peki, yıllardır arapsaçına dönen Kıbrıs meselesi gerçekten yakın gelecekte çözülebilir mi? Doğalgaz arama faaliyetleri üzerinden yaşanan gerilim çözümü zorlaştırır mı yoksa tarafları uzlaşmaya iten bir etken mi olur? Çözüm konusunda Türk Dışişleri ile Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi arasında yaklaşım farkı olduğu iddiaları doğru mu?

Tüm bu soruları 9. Boğaziçi Zirvesi için İstanbul’u ziyaret eden KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya sordum...

Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının aranması ve paylaşımı ile ilgili gerginlik giderek tırmanıyor. Siz ısrarla “İki topluma ait olan doğal kaynakların yine bu iki toplumun refahını artıracak şekilde değerlendirilmesi şart. Güney Kıbrıs yönetimi ortak payları tek başına sahiplenme anlayışını terk etmeli” diyorsunuz. Fakat fiili durum pek bu yönde ilerlemiyor. Eşit paylaşım temelli bir çözüm olacağı konusunda gerçekten umutlu musunuz?


Ben aklın yolunu işaret etmeye çalışıyorum. Müzakereler boyunca da bunu yapmaya çalıştım çünkü akıl bize ortaklaşmayı emrediyor. Bu olduğu takdirde bölgede çok iyi bir işbirliği potansiyeli var. Sadece Kıbrıs’ın olması muhtemel zengin doğalgaz kaynakları değil, İsrail’de bulunan kaynaklar da önemli. Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile ilişkileri de ilelebet kötü seyredecek değil. Bu bölgenin kaynaklarının birleştirilerek Türkiye ve Yunanistan üstünden Avrupa’ya nakli en pratik, en hızlı, en düşük maliyetli projedir. Bunun yerine Ege’nin derin sularından geçirerek, İsrail- Güney Kıbrıs- Girit- Yunanistan- İtalya güzergâhını öne çıkarmak aklın alacağı iş değil; tamamen politik güdülerle şekillenmiş bir projedir. Dolayısıyla ben diyorum ki hem Kıbrıs sorununu çözelim hem de en akla yatkın enerji güzergâhını oluşturarak, karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratarak bölge istikrar ve barışına katkıda bulunalım. Ben bu sözlerle olması gerekeni söylüyorum, ama arazide olan bunun tam tersi. Rum tarafı “Bu alanlar benim egemenlik alanım, bunları müzakere etmem. Sizin payınızı da bir hesapta tutarım ve ileride çözüm olduğu zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşları olarak o paydan bir gün yararlanırsınız” diyor. Peki, buna karşı ne yapmak gerekiyor? Şubat ayında Türkiye Eni şirketinin 3. parselde yapmaya yöneldiği araştırmayı engelledi. Bu engelleme her zaman mümkün değil. Peki ne mümkün? Sen kazıyorsan,  ortaklaşmıyorsan, söz dinlemiyorsan, ben de kazarım.

Nitekim Türkiye de KKTC kıta sahanlığı içinde kalan bölgelerde de sondaj çalışması yapacağını duyurdu...

Evet. Türkiye’nin kendi ilan ettiği bir kıta sahanlığı çizgisi var. Batıda Rum parselleri ile çakışan durumlar var. Bir de adanın doğu ve güneydoğusunda Kıbrıslı Türklerin ilan ettiği ve Rumlarla çakışan parseller var. Şu an itibarıyla Türkiye kendi kıta sahanlığıyla ilgili olarak çalışmalar yapıyor. Ayrıca Kıbrıs Türk tarafının Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile yaptığı anlaşmalar var. Türkiye bizim adımıza bu çakışan parsellerde arama yapabilir. Bu ne zaman olacak, nasıl olacak, onu önümüzdeki günlerde göreceğiz ama nihayetinde olacak.

Bu gerginliği daha da tırmandırır mı yoksa karşı tarafı bir çözüme mi zorlar?

Temennim ikinci dediğinizin olması ve buradaki hakların tek taraflı olarak gasp edilemeyeceğinin anlaşılmasıdır. Bu böyle mi olacak, onu önümüzdeki süreçte göreceğiz ancak bize başka alternatif bırakmadılar. Benden önce bir ortak komite kurulması fikri vardı, ben de ilerlettim bu fikri. “Bu zenginliğin ortak bir zenginlik olduğunu; bunda bizim de hakkımız olduğunu siz de kabul ediyorsunuz ama planlamasına, çıkarma sürecine bizi ortak etmek istemiyorsunuz” dedim. Ne yazık ki Rum tarafının gücü ve zenginliği paylaşmama tavrı bu alanda da kendini gösteriyor.


"İHANET SUÇLANMAM TOPLUMUMU DERİNDEN YARALADI"

Bir yandan da Kıbrıs sorununun çözümü için uğraşıyorsunuz. Tabirimi maruz görün ama Mustafa Akıncı deyince benim aklıma yel değirmenleriyle savaşan bir siyasi figür geliyor artık. Attığınız kimi adımlara sadece Rum tarafından değil, KKTC içinden ve Türk Dışişleri’nden de tepki geldiği oluyor. 2017’de görüşmeler çok yolunda gitmemişti. Sizin buna rağmen tekrar masaya oturmanızı ve Guterres Çerçeve Belgesi’ni kabul etmesi için Rum lider Anastasiadis’e çağrı yapmanızı “Türkiye’ye ihanet” olarak yorumlayanlar olmuştu. Bütün bu süreçte karşılaştığınız tepkilere ne diyorsunuz?

Ben Don Kişot değilim ki yel değirmenlerine karşı savaşayım! (Gülüyor) Tarih, yargısını her lider için verir. Birkaç kendini bilmezin Mustafa Akıncı’yı ihanetle suçlaması halkımızı derinden yaraladı. Ne zaman Kıbrıs’ta çözümle ilgili bir hareketlenme olsa, sonucundan bağımsız olarak içerideki bazı mihraklar ve Türkiye’de onlarla iletişim halinde olan mihraklar hemen “Vay Akıncı Türkiye’yi sattı, satıyor, hain” gibi ithamlarda bulunuyorlar. Bunlar üzerinde çok fazla durmuyorum çünkü halkım beni tanıyor. Halkımın yüzde 60’tan fazlasının desteğiyle bir uğraş veriyorum. Crans Montana’ya gelinceye kadar, benden önce Sayın Derviş Eroğlu’nun, hatta ondan da önce Sayın Rauf Denktaş’ın mutabık kaldığı çerçeve içinde bir sonuç almaya çalıştım ben. Türkiye ile de yakın diyalog içerisindeydim.


Sizin bu çerçevenin dışına çıkarak, Türkiye’nin garantörlüğü ve Türk askerinin adadaki varlığı konusunda tavizler verdiğinize dair iddialara ne diyorsunuz?

Bunlar çok çocukça, gerçeklerle bağdaşmayan iddialar. Eski çerçevenin dışına çıkan ben değilim; beni ihanetle suçlayanlardır, çünkü onlar hiçbir zaman çerçevenin aslında ne olduğunu anlamak istemediler. O çerçeve, iki kesimli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan federasyonu öngören bir çerçevedir. 1977 ve 1979 anlaşmalarının altında Sayın Denktaş’ın imzası var. 11 Şubat 2014 anlaşmasının altında da Sayın Derviş Eroğlu’nun imzası var. Bu çerçeve Crans Montana’ya kadar birlikte yürütüldü ve özellikle güvenlik garanti boyutunu Türkiye ile birlikte yürüttük. Elbette garantörlerin söz hakkı var. Asker konusunda da anlaşma değişecekse bunun nasıl değişeceği ve günün koşullarına nasıl uyarlanacağı konusundaki tartışmalarda Sayın Mevlüt Çavuşoğlu 10 gün boyunca orada bizimleydi. Dolayısıyla şu bilinmeli ki, bu güvenlik-garanti boyutu meselesinde ne olacaksa birlikte kotarılacak. Başka türlü olmaz. Bu konuda Türkiye yalnız değil, Yunanistan ve İngiltere de var. Kıbrıs Türk ve Rum kesimleriyle birlikte 5’li bir konferans yapılmasının nedeni de buydu.


"SIKINTI BM PARAMETRELERİNDE DEĞİL, RUM YÖNETİMİNİN ZİHNİYETİNDE"

“Bir millet iki devlet dediğimiz sevgili Azerbaycan dahi bizi tanımıyor”

Peki daha açık sorayım, gelinen noktada Türk Dışişleri ile aranızda bir yaklaşım ve strateji farkı var mı?

Ben de açık konuşmayı severim… Sayın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Crans Montana’dan sonra BM parametreleri ile artık bu işin olmayacağını öngörmeye başladı. Oysa ben suçun BM parametrelerine yüklenmesinin anlamsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü ta Denktaş zamanından günümüze BM parametreleri ile iki kesimliliği, iki kurucu devletin birbirine eşitliğini yani birbirine tahakküm edemeyeceğini ayrıca -Rumlar daha sonra yan çizmeye çalışsa da- BM Genel Sekreteri Guterres’in 6 maddesinden birine dönüşen 2’ye 1 oranında dönüşümlü başkanlık şartlarını elde ettik. Yani bir Kıbrıslı Türk’ün de oluşacak federal devletin Cumhurbaşkanı olabileceği şartını… Bunlar Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için kötü şeyler değil ki… Dolayısıyla sıkıntı BM parametrelerinde değil, Kıbrıslı Türklerle eşitliği paylaşmak istemeyen, Kıbrıslı Türklerin bu devlette eşit söz sahibi olmasını içine sindiremeyen Rum yönetimi zihniyetindedir.


“BM parametreleri kötüdür” dediğimizde yerine bir şey koymamız lazım. Gerçekçi olarak, dünyaya ve Rum tarafına kabul ettirebileceğimiz seçeneklere bir bakalım… Üniter bir devlet yapısını biz kabul eder miyiz? Asla etmeyiz çünkü üniter bir yapı demek Rumların çoğunluk kararlarının geçerli olacağı bir yapı anlamına gelir. Peki, Rumlar iki ayrı bağımsız egemen devleti kabul eder mi? Federal çözümde bile siyasi eşitliği içine sindiremeyen bir yapı bizim ayrı egemen bir devlet olmamızı asla kabul etmez. Ayrıca masa başını bir kenara bırakırsak şu an dünyada bunu kabul eden var mı? Müzakere ile elde edemiyorsanız, belki konjonktür öyle bir gelişir ki, Türkiye öyle güçlü bir hale gelir ki dışarıdan tanınmayla egemen bir devlet haline gelirsiniz. Peki buna bakalım; bir millet iki devlet dediğimiz sevgili Azerbaycan dahi bizi tanımıyor, yakın gelecekte de öyle bir şey görünmüyor. Üniter devleti biz istemiyoruz, iki ayrı devleti de Rumlar kabul etmiyor, dönüp dolaşıp federal çözüme geliyoruz. Ben mantığın, aklın, ve BM çerçevesinin getirdiği şartlarda, belki aylarla ölçülebilecek bir zaman diliminde bir deneme daha yapılması gerektiğini söylüyorum. Bakın benim kadar “Bu işin ucu açık olamaz” diyen başka bir siyasetçi olmadı. Altını çiziyorum; her ne pahasına olursa olsun bir çözüm değil... Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini gözetmeyecek, özgürlüğünü, güvenliğini içermeyecek olan bir maceraya asla girmem.

"SIFIR ASKER SIFIR GARANTİ SÖYLEMİNE KARŞIYIZ"

Diyelim ki Kıbrıslı Türkler için bu şartlarınız kabul gördü ama Türkiye’nin garantörlüğünün ortadan kalkmasına neden olacak şartlar sürüldü önünüze… Ne yaparsınız?

Hassas olduğunuz noktayı anladım… Cenevre Konferansı’na madde olarak giren bir ilkesel açıklama oldu: “Her iki taraf da kendini güvende hissetmeli, bir tarafın güvenliği diğer tarafın tehdit algısı gibi olmamalı”. Bunun yolu var mı? Var. Sıfır asker sıfır garanti söylemine karşıyız biz. Bu maksimalist tavra karşıyız.

Böyle bir koşulu asla kabul etmem diyor musunuz?

Kimse etmedi bunu, ben dahil. Geldiğimiz noktada sayın Genel Sekreter Guterres “Gidin, değerlendirme yapın ve tekrar görüşelim” dedi. Bu çerçevede şimdi Sayın Anastasiadis’in ortaya attığı, ‘gevşek federasyon’, ‘decentralization’ gibi söylemler var. Aslında ben yıllardır ısrarla kanatların daha güçlü olacağı bir yapıyı talep ediyordum, Rumlar ise “Merkezi daha güçlü yapalım” diyordu. Şimdi ne olduysa Sayın Anastasiadis bizim söylediğimiz noktaya geldi. Bunu niye reddedeyim, ama altı boş… Kendisiyle görüşmemde “Hangi yetkileri kanatlara vermeyi öneriyorsun?” diye sordum, bir şey diyemedi. “Kanatlara daha fazla yetki verelim ama geride kalan yetkiler çerçevesinde kararları ben alayım” diyor. Yani kararlara Kıbrıslı Türklerin etkin katılımını kabul etmek istemiyor.


"ANASTASİADİS İŞİ SULANDIRMAYA ÇALIŞIYOR"

Spesifik örnekleri var mı bu söyleminin? Onlar neyi istedikleri için bir türlü çözüme varılamıyor?

Örneğin Bakanlar Kurulu’nda 7 Rum, 4 Türk bakan olacak. Ama bakanlar kurulunda kararlar oy çokluğuyla alınamayacak, en az 1 Türk bakanın da olumlu oyuna ihtiyaç duyulacak. Başkan ve başkan yardımcılığı olacak. İki dönem bir Rum, bir dönem Kıbrıslı bir Türk Cumhurbaşkanı olabilecek.  Anastasiadis bunları kabul ettiği için rahatsız, işi sulandırmaya çalışıyor. “Kanatlara daha çok yetki verelim buna karşılık Bakanlar Kurulu’nda kararlar basit çoğunlukla alınabilsin” diyor. Bu, Rum çoğunluğun hâkim olacağı üniter bir modeldir. O durumda bize sadece figüranlık düşer. Biz figüranlık değil ortaklık istiyoruz. Gerek dönüşümlü başkanlık gerekse kararlara etkin katılım konusunda Rum tarafı bu zihinsel barikatı aşamazsa çözümün olması mümkün değil.

Bu seferki müzakerelerden sonuç çıkacağına dair umutlu musunuz?

Karamsar olursanız statükoyu kabul edersiniz, ben statükonun kaderimiz olmasını istemiyorum. Bu statüko Kıbrıs’ın hakimiyetini, uluslararası arenada tanınırlığını bir tarafa bahşetmiş. Şimdi de doğal zenginlikleri ele geçirmeye çalışıyorlar. Kıbrıs’ın tanınmasında uluslararası hukuk objesi olan bir yapının ortağıydık biz. Bunu kaybettik. Biz bu hakkımızı ve zenginliklerdeki payımızı istiyoruz. Rumların da talepleri var. Onların taleplerinin de aşırıya kaçmadan karşılanabilir olduğunu düşünüyorum. Bunun için iyi niyetle, ucu açık olmayan, yapılandırılmış, takvimli yeni bir süreç olursa bunun denenmesinde fayda görürüm. Diğeri çıkmaz sokaktır. “Bunu denedik bitti artık farklı bir şey düşünelim” diyemeyiz çünkü başka bir şey yok elimizin altında... “Neyi konuşacağımızı konuşalım” deyip yıllarca daha konuşursunuz... Bu arada Rumlar BM üyesi ve AB üyesi oldu. Şimdi de doğal zenginliklerin sahibi olurlar, ondan sonra biz uzaktan bakarız... Bunun yerine BM teşkilatıyla uyum içinde akılcı, ne istediğini bilen, haklarından taviz vermeyen, eşitliği, özgürlüğü, güvenliği için mücadeleye devam eden bir politika izlemeliyiz.

"DOĞALGAZ TÜRKİYE ÜZERİNDEN AVRUPA’YA GİDER, TÜRKİYE’DEN KIBRIS’A GELEN SU PAYLAŞILIR"

Bu noktada Türkiye’den beklentileriniz ne?

Türk yönetimi ile Crans Montana’ya kadar gelen süreçte oldukça verimli bir işbirliği yaptık. Ondan sonra zaten müzakere süreci koptu. Şimdi BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Jane Holl Lute’un gelişiyle yeniden bir süreç başlayacaksa, verimli bir diyalog içerisine girebileceğimizi ümit ediyorum. Sayın Murat Başçeri Kıbrıs’ı yakından tanıyıp bilen, daha önce de iki kez Kıbrıs’ta görev yapmış, bütün müzakere süreçlerini yakından takip etmiş biri olarak şimdi büyükelçi olarak atandı. Onunla da yakın diyalog içindeyiz. Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki tavrı çok önemli olacak.

Crans Montana sonrasında BM parametreleri ile bir şey olmaz söylemi artık değişti, federal çözümü artık dışlamıyoruz noktasına geldi. Rumlara “Ne istediğinizi netleştirin” çağrısı var. Bana göre onlar ne istediklerini netleştirdiler. İki ayrı devlet istemiyorlar. Anastasiadis’in kafası zaman zaman bulanabilir. O da netleştikten sonra biraz önce altını çizdiğim, eşitlik, özgürlük, zenginliğin eşit paylaşımı ve karşılıklı ekonomik bağımlılık gibi temel hususları içerecek bir çözüm planı gelirse süreç ilerleyebilir. Doğalgaz Türkiye üzerinden Avrupa’ya gider, Türkiye’den Kıbrıs’a gelen su paylaşılır... Ben hep olumlu senaryolar üzerinde kafa yoruyorum. Bölge için, bizim için, Türkiye için bunların iyi olduğu kanaatindeyim.


Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin daha iyiye gitmesini, Gümrük Birliği’nin güncellenmesini, vize kolaylıklarının başlamasını istiyorum. Kıbrıs’ı yalnızca Kıbrıs içinde değerlendirirsek çözüme gidemeyiz. Kıbrıs’ı Kıbrıs’ın ötesinde bakarak değerlendirmemiz lazım.  Bu anlamda doğalgaz, Türkiye’nin AB ile ilişkileri gibi meselelere olumlu bir perspektiften bakılırsa Kıbrıs’taki çözüme de yardımcı olur.

"YAVRU DEĞİL KARDEŞ OLMAK İSTİYORUZ"

“Kuzey Kıbrıs’ı bütün dünyaya eşit bir devlet gibi kabul ettirmeye çalışırken Türkiye’nin de bize öyle bakması, öyle davranması öncelikle bizim için ama aynı zamanda Türkiye için daha iyi olmaz mı?”

Sizin ‘yavru vatan’ kelimesine itiraz etmeniz büyük tartışma yaratmıştı. KKTC kendi siyasi mevcudiyetiyle Türkiye’ye olan bağları arasında sıkışıyor mu bazen?

Yani bu çok doğal, normal bir istek değil mi? Ana-yavru münasebeti duygusal bir bağı ifade edebilir. Kıbrıs’ta herkes kendini Türkiye’ye yakın hisseder. Uzun yıllar bu iş hep bu söylemle geldi ama biz 35 yıl önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduk. Türkiye de “Ben sizi tanıdım” diyor. Büyükelçi  Murat Başçeri bana güven mektubu sunalı daha 1 ay oldu. Dolayısıyla burada bir devlet var. Dünyaya da bunun bir devlet olduğunu söylüyoruz. Gelecekte hangi çözüm olursa olsun bu devletin bu topraklardaki  iki eşit kurucu devletten biri olmasını istiyoruz. O zaman Kıbrıslı Türklerin orada kendi kendini yöneten, kendi ayakları üzerinde durabilen, Türkiye ile çok daha sağlıklı ilişkiler içerisinde kardeşler olmasını söyledim ben. Bunda hiçbir kötülük yok, her iki taraf için de iyilik var. Bunu Türkiye düşmanlığı gibi algılatıp öyle takdim etmeye çalışanlar boşuna uğraşıyorlar. Kıbrıs Türkleri içinde Türkiye’ye düşmanlık güden, Türkiye’yi sevmeyen yoktur. Ama inanın ki bu anlattığım tarzda bir ilişki bu sevgiyi daha da pekiştirir. Kuzey Kıbrıs’ı bütün dünyaya eşit bir devlet gibi kabul ettirmeye çalışırken Türkiye’nin de bize öyle bakması, öyle davranması öncelikle bizim için ama aynı zamanda Türkiye için daha iyi olmaz mı?

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.