Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la öğrencilik yıllarımı müteakiben 2007’de olsa gerek bir mülakat yapmıştım. Mülakat eski fakat herhangi bir mecrada yayımlanmadığı için okuyanlar için yeni sayılabilir. Eski bir röportaj neden yayımlanır ki hem de mülakatı veren kişi ahirete göç etmişken? okuyucularımızın aklına haklı olarak böyle bir soru gelebilir. Nedeni şu: bugünlerde dünya kamuoyu Kıbrıs’la meşgul; çünkü Türkiye’nin Akdeniz’de doğalgaz arama girişimleri başta Kıbrıs Rum kesimi olmak üzere tüm Avrupa’yı, İsrail’i, ABD’yi rahatsız etmektedir. Avrupa’nın Türkiye’ye karşı yaptırım tehditleri gündemimizin ilk sıralarındadır hatta olası bir savaşın bile konuşulduğu bir dönemi yaşıyoruz. Acaba arama gemilerimize bir saldırı olabilir mi? Dolayısıyla adı adeta Kıbrıs’la özdeşleşmiş Kıbrıs tarihinin her aşmasında emeği ve mücadelesi olan Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın söyledikleri önemlidir diye düşünerek röportajı şimdi yayımlamanın maslahata uygun düşeceğine kanaat getirdim. Mademki tarih aynıyla olmasa da misliyle tekerrür ediyor, bakalım 13 yıl önce efsane lider Avrupalılar için neler söylemiş bugünlerle kıyaslayalım, hükümetimizin Kıbrıs politikalarını da yeniden okumaya çalışalım.
Dursun YILMAZ: Sayın Cumhurbaşkanım, referandum sürecinde Sayın İlham Aliyev’in “Türk tarafı evet derse KKTC’yi ilk tanıyan biz olacağız.” sözlerini söylediğinde siz “Bu zamana kadar neredeydiniz, neden tanımadınız?” diye bir soru sordunuz. Sizce neden tanımadılar?
Rauf Raif DENKTAŞ: Amerika bizi tanımak isteyen herkesin önünü kesmektedir. Bunun sebebi de “Büyük Orta Doğu Projesi”dir. Kıbrıs’ı İngilizlerle birlikte İngiliz üslerinden biri olarak kullanmak istemektedir. Eğer hakka riayet ederse, yani Kıbrıs’ta suçsuz taraf olan Türkleri desteklerse İngilizlerin üsleri Rumlar tarafından tehlikeye girer diye başlangıçtan beri Rumlardan yana bir tavır koymuştur. Aynı zamanda Amerika’da Yunan lobisi vardır, Yunan lobisini de gücendirmek istemiyorlar. Bu lobi seçimlerde güçlü bir oy potansiyeline sahip bir lobidir. Bu nedenlerle 43 yıldır 1960’ta uluslararası anlaşmalarla kurulmuş olan ortaklık cumhuriyetini yıkmış olan Rum idaresini meşru Kıbrıs Hükümeti olarak tanımıştır, buna da devam ediyor. BM Güvenlik Konseyi’ni de bu yönde İngilizlerle ve o zamanki SSCB ile birlikte etkilemiştir. Kıbrıs meselesi başlangıçtan yanlış yola girmiştir ve böyle yürütülmektedir. İkinci bir sebebi de var; tanınma yoluna Türkiye çıkmadı, tanınmak istemedi, Amerika’yı gücendirmemek için herhalde. Sadece devletin var olduğunu kabul etmelerini istedi ve böylelikle dünyanın meşru Kıbrıs Hükümeti olarak tanıdığı Rum idaresiyle Federasyonu görüşmeye devam etmek suretiyle dünyaya yanlış bir mesaj verilmiş oldu. 1983’te biz devleti ilan ettiğimizde, “Görüşmeleri kesiyoruz; biz tanınmadan görüşmelere devam etmeyiz.” dememiz gerekiyordu ama Türkiye bunu yapamadı. Amerika Türkiye’ye silah ambargosu koymuştu. İyi niyetle bu mesele halledilecek zannedildi. Hâlbuki Rumlar meşru Kıbrıs Hükümeti unvanını alır almaz, onlar açısından Kıbrıs meselesi halledilmiş oldu. Adını koymak kalmıştı, yani “Kıbrıs Yunan’dır” demek kalmıştı. Bunu söylemek için zaman vardı ve Makaryos “Uzun vadeli mücadeleye girdik.” diyordu. Eski BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar ve Kıbrıs’ta dört yıl genel sekreterin temsilciliğini yapmış olan Yugo Gobi yazmış oldukları kitaplarda “Kıbrıs’ta dört yüz yıl bir arada yaşamış ama bütünleşmemiş iki millet vardır, artık bu gerçek kabul edilmelidir.” demişlerdir. Yunanistan’da altı emekli büyükelçi kitap yazmıştır. “Onlar da Kıbrıs meselesinin kalıcı çözümü için iki taraf arasındaki hudut, uluslararası hudut haline getirilmelidir” demişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın A.N.Sezer Kıbrıs Cumhurbaşkanı M.A. Talat’ı kabulünde Kıbrıs için çözüm formülünü şu sözlerle ortaya koymuştur: “Kıbrıs’ta dîni, dili farklı iki halk vardır, bunların devletleri vardır ve Kıbrıs üzerinde uluslararası anlaşmalarla oluşmuş Türk-Yunan dengesi vardır. Bunlar dikkate alınmazsa Kıbrıs meselesi halledilemez.” Bizim Türkiye Hükümeti ile birlikte Annan Planı ortaya çıkıncaya kadar takip ettiğimiz siyaset de buydu. Annan Planı bunu ortadan kaldırmıştır. Türkiye Hükümeti bu planı kabul edince, bu çizgiden aşağıya indik. Niçin bunu yaptıklarını bir türlü anlayamadık, tâ ki Sayın Recep Tayyip Erdoğan bizi aydınlatıncaya kadar. Sayın Erdoğan dedi ki; “Kıbrıs meselesi millî bir meseledir, taviz verilmez, ancak AB rica etti, biz de sakıncalarını bildiğimiz halde bu planı hem kabul ettik, hem kabul ettirdik. Fakat AB bizi aldattı, verdiği sözleri tutmadı, suçlu tarafı mükâfatlandırdı. AB’ye üye yapmakla, suçsuz tarafı cezalandırmaya devam ediyor.” Bu yola aldatılarak girdiğini itiraf etmiş oldu. İnsan aldatılarak girdiği yola devam etmez geri adım atar, biz de onu yapmasını bekliyoruz.
DY: Azerbaycan söz vermişti ama belki onu da sıkıştırıyor olabilirler; bu konuda neler söyleyeceksiniz?
RD: Bizim Azerbaycan’la uçak seferlerimiz başladı. Rumlar derhal AB’yi araya koydu ve AB baskı yaptı ve uçak seferleri durdu. Ellerinden gelse nefes almamıza bile müsaade etmeyecekler. AB bu insanları nasıl üye yaptı bunu da anlamak güçtür. AB’nin liderliğini yaptığı demokrasinin, insan haklarının, eşitliğin, uluslararası anlaşmaların kutsiyetinin katili bunlardır. Kıbrıs’ta Türk köylerini basarak, bütün halkı bebekler dâhil toplu mezarlara gömen insanlardır bu insanlar.
DY: Sizce Orta Asya’daki ülkelerin Kıbrıs’a karşı uyguladıkları politikalarda Rusya’dan izin almak gibi bir durumları söz konusu mu?
RD: Rusya Sovyetler iken iki NATO ülkesinin kavgasını devam ettirerek Akdeniz’e Kıbrıs yolu ile inme politikasını izlemiştir ve bundan yana ağırlığını koymuştur. Makaryos bağlantısı olmayan Asya, Afrika ülkelerini tam bağımsızlık için mücadele ediyorum diyerek kandırdı, Sovyetlerde kendisini destekledi. Sovyetler Rusya olunca bu defa Rum Ortodoks din kardeşliği nedeniyle adayı Amerikan, İngiliz emperyalizmine bırakmamak için Rumları desteklemeye devam ediyor. Kırgızistan’da Rumları temsilen Alman temsilciliği ve Rus temsilciliği devamlı suretle Kırgızistan’ın KKTC ile temas etmemesi için çalışmaktadır. Bunların bilmedikleri bir şey vardır; Kıbrıs tamamen Rum’a veya Yunan’a giderse asıl o zaman emperyalistlerin İslam dünyasına ve petrol ülkelerine karşı bir gözetleme ve gerektiğinde bir saldırı merkezi olacaktır. Rusların dolayısıyla Kıbrıs’ın tamamen Rum veya Yunan’a gitmemesi için uğraşılması lâzım. İki eşit halka dayalı ve iki devlet arasında bir ortaklık yani Konfederasyon Kıbrıs’ın devamlı suretle bir barış adası olarak kalmasını sağlayacak ve İslam ülkelerinin petrol kuyularını bir tehlikeden kurtaracak bir formüldür ama bunu henüz düşünememektedirler, düşünecekleri gün gelecektir.
DY: Kıbrıs’taki Türklerin Türkiye’deki Türklerden farklı bir anlayış içine girdikleri, Kıbrıslı Türklerin Anadolu’dan Kıbrıs’a gidenlere karşı bir tavır aldıkları söyleniyor, bunlar ne derece doğru?
RD: Yok öyle bir şey. Anadolu’dan gelen işsiz insanlar vardır. Turist olarak gelirler; iş yok, para yok, ev açarlar, dükkân soyarlar, böyle insanlara karşı bir tepki var. Bu tepki Anadolu’dan gelip yerleşen Türklerden de gelmektedir. İçimizde Rum’un ağzıyla konuşan, Türk’e, Türkiye’ye, Türk askerine dil uzatan üç beş soysuz vardır. Bunları Kıbrıs Türkü böyledir diye takdim etmek çok yanlıştır. Kıbrıs Türk’ü 43 yıldır yılmadan bir mücadele veriyorsa bunun müşterek millî bir dava olduğunu bilerek vermektedir ve gelmiş geçmiş Türk hükümetlerinin takdirini kazanmıştır. Bana halkımın vermiş olduğu mücadelede yaptığım öncülük için emekli olduğumda şeref madalyası verilmiştir.
Fotoğraf Bir Daha Tekrarlanamayacak Bir Anın Tespitidir
DY: Elinden fotoğraf makinesi eksik olmayan ve çeşitli fotoğraf sergileri olan bir kişi olarak sizce fotoğraf nedir? Çektiğiniz fotoğraflar arasında hiç unutamadığınız sizin için özel anlamı olan fotoğraflar var mı?
RD: Fotoğraf bir daha tekrarlanamayacak bir anın tespitidir. Işıkla yapılan bir tespittir ve beş dakika sonra aynı ışığı aynı resmi yakalayamazsınız. En kalıcı hatıra fotoğraftır. Çektiğim resimler arasında unutamadığım bir resim hatırası: Bir yoldan geçerken bahçede bir kovanın içine konulmuş küçücük bir çocuk vardı. Annesi koymuş ve çamaşır asıyordu. Orada durdum, çocuğun fotoğrafını çektim. Kovanın içinde, çok da güzel bir çocuktu. Aradan iki yıl geçtikten sonra büyükannesi beni ziyaret etti. “Bir gün bizim çocuğun fotoğrafını çekmiştiniz; kovanın içinde, bize bir suret verir misiniz? Çünkü o çocuğu biz kaybettik, öldü” dedi. Çok etkilendim; onu hiç unutmam, unutamam.
DY: Sayın Cumhurbaşkanım, hayat felsefenizde “Dün dündür; bugün bugündür.” diye bir kavram var mı? Böyle bir kavram oluştu mu?
RD: Bunun hangi anlamda söylendiğine bakmak lazımdır. Dün dündür, bugün bugündür, ama dünden ders almadan bugüne bakarsanız o zaman dünün hatalarını tekrarlarsınız. Dünden ders alarak, bugünleri yaşamak lazımdır. Hayatta her şey bir zincir gibidir. Attığımız her adım, yaptığımız her iş zincirleme olarak yarınlara kadar gelir, geleceği de etkiler. Hayatta en önemli şey yapılan bir yanlışı kabul etmek ve tekrarlamamaktır. Ben yanlış yapmadım diyerek yanlışa devam etmek affedilmez bir kusurdur.
Türkiye’nin AB’ye Girmesi Bir Haktır
DY: Kıbrıs sorunu lehte halledilse AB Türkiye için hâlâ handikap olmaya devam eder mi? Yoksa AB Türkiye’ye faydalı, girmesi gereken bir birlik midir?
RD: Bence Türkiye’nin AB’ye girmesi bir haktır. NATO ülkesidir, laik bir ülkedir ve yüz yıldır Avrupa’ya anlaşma siyasetini gütmüştür ancak; AB Yunanistan’ın veto şantajı altında Türkiye’ye haksızlık yapmaktadır. Başka hiçbir aday ülkenin önüne koymadığı şartları Türkiye’nin önüne koymuştur. Kıbrıs Türkiye açısından millî bir meseledir ve güvenliği ile ilgili bir meseledir. Bunu Türkiye’nin önüne koymak en büyük haksızlıktır. Kıbrıs sorununu Türkiye’nin değil Yunanistan’ın yarattığını düşünürsek bu haksızlık daha da büyük olur. Türkiye bu konuda Ecevit hükümeti zamanında kararlılıkla bu haksızlığa karşı gelmişti ve AB Kıbrıs meselesi Türkiye’nin AB’ye girmesiyle bağlantılı değildir durumuna getirilmişti. Yeni hükümet ise bu konuda gereken hassasiyeti göstermedi ki; üyelikle Kıbrıs meselesi birleştirilmiştir. Bu büyük bir hatadır. Bundan Türkiye’nin kurtulması gerekmektedir ve kurtulması için de Rum lider bize gereken her malzemeyi vermektedir. Uyuşmazlığını kanıtlayıcı ne varsa hepsini ortaya koymaktadır. Bundan istifade ederek Türkiye, “Kıbrıs meselesini benim üyeliğimden ayrı tutun.” demelidir.
DY: İslam coğrafyası size göre ne durumda? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
RD: İslam ülkeleri ya Rusya’ya ya da Amerika’ya bakmaktadırlar. Kıbrıs’ta da Müslüman halk yok edilmekle karşı karşıya bırakılmıştır. Güzel sözlerin ötesinde etkili bir durum yaratamıyorlar ve Rum’un propagandasını kabul ederek bir azınlığı ayrılma istediğini, üniter bir devleti parçalamak, bölmek istediğini zannederek Rum’dan yana bir siyaset izliyorlar. Hâlbuki Kıbrıs’ın Hıristiyan batı tarafından İslam âlemine karşı bir gözetleme kulesi haline getirilmek istendiğini göremiyorlar. Bizim orda ki direnişimiz İslam âlemini de tehlikeye sokmayacak bir Konfederasyon içindir. KKTC’nin İslam âlemi tarafından desteklenmesi bölgedeki İslam ülkelerinin güvenliğini de ilgilendiren bir husustur.
DY: Sayın Cumhurbaşkanım sizce dünya nereye gidiyor? Dünyanın gidişatı hakkında neler düşünüyorsunuz?
RD: Tek kutuplu ABD emperyalizminin “Büyük Orta Doğu Projesi” adı altında küreselleşme yolu ile neler yapmaya çalıştığını görmeyen kalmamıştır. Petrol kuyularına hâkim olmak için Irak’taki vahşeti her gün görüyoruz. Bu gidişat ancak Çin’in yükselmesi ile Çin, Hint belki Rus, Japon ve bunlara eklenecek Avrasya güçleri ile oluşacak bir dengeyle önlenebilir. Dünya oraya doğru gidiyor. Benim görüşüm Avrasya ülkeleri iki dünya arasında bir denge ve barış dengesi olarak kalmayı başarmalıdır. Bunu yapabilmesi içinde birleşmelidir; çünkü birleşmeden güç doğar ve dünyada saygı gücedir, güçlü olanadır