"BABA" DİYE SESLENEBİLMEK NE KIYMETLİYMİŞ
Baba...
Koca çınar...
Adam gibi adamlar...
Oysa...
Kimimizin içi buruk...
Kimisinin ise mutlu ve huzurlu...
Bayram...
Bizi bir ve beraber yapan...
Kırgınlıkların küskünlüklerin unutulduğu mutlu, kutlu ve huzurlu günler.
Bu makale "BABA" DİYE SESLENEBİLMEK NE KIYMETLEYMİŞ i yüreği ile söyleyenlere gelsin. Benim yazım değil. Lâkin hepimizi anlatan duygusal bir makale. Yaşayan, tanıdık, bildik meşhur bir isim Kerem ALIŞIK. Buyrun birlikte beraberce tekrar sonra bir kez daha okuyalım.
Bir bayram günü öncesi annem ve babam bana bir çift ayakkabı almıştı. Hiç unutmam, o arefe gecesi koynuma alıp uyumuştum ayakkabılarımı. Sabah bayram namazına götürdü babam beni. Namaz çıkışı babacığıma büyük bir sevgi gösterisi oldu, bir kargaşa da çıktı. O sırada ben, camide ayakkabılarımı koyduğum yerde bulamadım. Ve nasıl üzüldüm anlatamam. Ağlamaya başladım. Babam kalabalıktan benim yanıma bir türlü gelemedi. Ben "Baba, baba ayakkabım yok!" diye bağırıp sesimi ona duyurmaya çalışıyordum. (O zaman insanın babasına "Baba" diye seslenebilmesinin ne güzel, ne kıymetli bir şey olduğunu tam anlayamıyorum tabii). Bir yandan ağlıyordum. Sonra geldi yanıma babam, ne olduğunu öğrenince başımı iki elinin arasına alıp; gözyaşlarımı sildi, "Üzülme yavrum. Ben sana aynısından alacağım" dedi ve namuslu bıyıklarını da değdirerek alnımdan öptü beni.
Babacığımın o öpücüğünü, o bakışını ve o bayram gününü hâlâ saklıyorum. Bayram anısı deyince nedense çocukluğum geliyor aklıma. Arefe geceleri; bayram için anne babaların yeni aldığı ayakkabıları koynumuza alıp uyanık uykular uyuduğumuz, parolalı bir ıslık sesiyle sokağa koştuğumuz, taştan kaleler kurup üç kornere bir penaltı attığımız, misketi bilyeyi elimizden düşürmediğimiz, ağaçlara isimlerimizi kazıdığımız, cicilerimizi giyip saçımızı tarayıp, "Bayramınız kutlu olsun" diyerek kapı kapı dolaşıp, para topladığımız, o paralarla lunaparka gidip çarpışan arabalara bindiğimiz, geceleri sokağa çıkma izni alıp kukalı saklambaç oynadığımız, çatapatlar patlatıp top patlatır gibi kahkahalar patlattığımız, aile büyüklerimizi tek tek ziyaret edip bahşişleri biriktirdiğimiz, Maçka Parkı'na gidip piknikler yaptığımız, horoz şekeri ve pamuk helva yediğimiz zamanlar geliyor aklıma.
Ben şimdi yine gidiyorum Maçka Parkı'na... Yürüyorum, koşuyorum ama yarısı yırtık eski fotoğraflar gibi tamamlanmamış hissediyorum kendimi. Arada bir arkama, sağıma soluma bakıyorum ama ne arkadaşlarımı ne de çocukluğumu görebiliyorum. Oralara bir yerlere bakıyorum ama bir türlü bulamıyorum çocukluğumu. Güvenlik görevlilerine adresimi veriyorum "Buralarda bir yerde çocukluğumu kaybettim, bulursanız size zahmet bana gönderir misiniz?" diyorum. Ama biliyorum; çocukluk bir kere kaybolunca bir daha bulunamıyor maalesef. Tıpkı o eski bayramlar gibi...
İyi bayramlar çocukluğum... İyi bayramlar hüzünlerim, üzüntülerim... İyi bayramlar neşelerim, gülüşlerim... İyi bayramlar çok ama çok sevdiklerim... Bayramlar bize zamanı anlatıyor. Sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı, barışmayı gösteriyor. Zaten yaşamın ve yaşamanın kendisi bayram. Şükretmek lazım. Can Yücel'in dediği gibi: "Nefes almak bayramdır, soluksuz kalınca anlar insan… Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık anlatır insana. Sevmeninkini yalnızlık..."
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramınız kutlu olsun...
(Sabah Gazetesi/23 Mayıs 2020)
Nesibe TÜKEL