Fatih YILMAZ
Köşe Yazarı
Fatih YILMAZ
 

Bakın ben başka bir şey söylüyorum

Çoktan seçmeli, biraz demokratik hem laik, hem seküler, hem muhafazakâr hem de dini bütün bir hayatı yaşıyoruz. Çoktan seçmeli diyoruz ama bazen çok azdan ve hatta en azından seçmeliye kadar düşüyor seçenekler. Nadiren başka alternatif yok noktasına gelse de en azından iki seçenek sunuyorlar. E tabi demokrasinin gereği olarak tercih etme özgürlüğü bizim elimizde. Çocuğumuzu anaokuluna göndermek istiyoruz, adresinize göre şu okullardan seçebilirsiniz diyorlar. Çocuklarımız daha ilkokul çağlarında başlıyorlar çoktan seçmeye. Eğitim sistemi üniversite sınavına kadar çoktan seçmeli hazırlıyor çocuklarımızı. Hayatın her alanına yayılmaya başladı bu çoktan seçmeli özgürlük hikâyesi. En belirgin görüldüğü alanlardan biri de şüphesiz siyasal alan. Çok partili döneme bile azar azar geçmiştik. Önce 18 Temmuz 1945’te Nuri Demirağ önderliğinde kurulan Milli Kalkınma Partisi ile başladık çok partili döneme. Çok partili dönem dediğimiz Türkiye’de ikinci bir partinin kurulmasıydı. Bir yıl sonra 7 Ocak 1946’da CHP’den ayrılan milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan Demokrat Partiyi kurdu ve artık Türkiye gerçekten çok partili döneme geçmiş oldu zira bu tarih itibarı ile artık milletin üçüncü bir partiyi seçme hakkı vardı. Sonraki yıllarda yeni siyasi partiler kuruldukça halkın mecliste temsil oranı arttı. 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar belli bir kıvama da gelmişti. Ne zaman ki 12 Eylül darbesinin ardından 10 Haziran 1983 tarihli ve 2839 sayılı kanunla partilerin meclise girmesi %10 barajını aşmasına bağlandı işte bu tarihten sonra çoktan seçme hali bile anlamını yitirmişti. Zira size çoğu sunuyorlar, seçtiriyorlar ama hakkını vermiyorlardı. Uğruna nice değerlerimizi feda ettiğimiz Avrupa Birliği ülkelerinde bile seçim barajı ortalaması %0-5 arasındadır. Demokrasinin içerisindeki bu antidemokratik uygulama bugün, şu saat itibari ile aynen devam etmektedir. Yaklaşık 37 yıla yakın bir süre içerisinde ülkemizde görev yapan nice özgürlükçü, demokrat, inançlı, inançsız ya da az inançlı ne kadar siyasi varsa hiç biri bu konuda gerekli çalışmayı yapamadı. Özellikle %10 barajını kaldırma gücünü elinde bulundurduğu halde ısrarla adım atmayanlardan bahsediyorum. Türkiye tipi başkanlık sistemine geçişimiz ile işin seyri oldukça farklı bir noktaya geldi. Artık kimsenin içinden çıkamadığı, bu sistemi ortaya koyanların bile “bir şey deniyoruz ama dur bakalım ne olacak?” diye birbirlerine baktıkları bir sistem ile hayatımıza devam ediyoruz. Şimdi hızlıca 2019 yılında tekrarlanan İstanbul Belediye başkanlığı seçimlerine gelelim. Neden bu iş sürekli elma mı, armut mu noktasına geliyor? Şu sıcak yaz aylarında karpuza, kiraza, şeftaliye bir şey mi oldu! Neden seçeceğimiz adaylar bile gözümüzün içine sokuluyor? Efendim güçlü ittifaklar, meclisteki partiler falan demeyin. İttifaklar ve partiler yarışmadı, İmamoğlu ile Yıldırım yarıştı. Biz hep ikiden, üçten, beşten mi seçmek zorundayız? Bakın ben başka bir şey söylüyorum. Soralım, sorgulayalım diyorum. Dayatılanı elimizin tersi ile itip etrafa bir bakalım diyorum. “Başka ne var?” diye sorduktan sonra “daha başka ne var?” diye soralım diyorum. Bazen sırtımızı dönüp gidelim, etrafı dolaşalım, başkalarına soralım diyorum. Güçlülere hizmet etmekten vazgeçelim, hakkı ve haklıyı arayıp bulalım, adil olana, asıl ehil kişilere destek olalım diyorum. İtiraz eden, çalışan, gayret eden ter döken mutlaka kazanır, düşünen mutlaka bulur, okuyan, araştıran tabi olarak öğrenir, koşan elbet varır diyorum. Her şey ancak ve ancak Milli Görüş zihniyeti ile güzel olur diyorum.   Fatih Yılmaz | Milli Gazete
Ekleme Tarihi: 17 Temmuz 2019 - Çarşamba

Bakın ben başka bir şey söylüyorum


Çoktan seçmeli, biraz demokratik hem laik, hem seküler, hem muhafazakâr hem de dini bütün bir hayatı yaşıyoruz. Çoktan seçmeli diyoruz ama bazen çok azdan ve hatta en azından seçmeliye kadar düşüyor seçenekler. Nadiren başka alternatif yok noktasına gelse de en azından iki seçenek sunuyorlar. E tabi demokrasinin gereği olarak tercih etme özgürlüğü bizim elimizde.

Çocuğumuzu anaokuluna göndermek istiyoruz, adresinize göre şu okullardan seçebilirsiniz diyorlar. Çocuklarımız daha ilkokul çağlarında başlıyorlar çoktan seçmeye. Eğitim sistemi üniversite sınavına kadar çoktan seçmeli hazırlıyor çocuklarımızı. Hayatın her alanına yayılmaya başladı bu çoktan seçmeli özgürlük hikâyesi. En belirgin görüldüğü alanlardan biri de şüphesiz siyasal alan. Çok partili döneme bile azar azar geçmiştik. Önce 18 Temmuz 1945’te Nuri Demirağ önderliğinde kurulan Milli Kalkınma Partisi ile başladık çok partili döneme. Çok partili dönem dediğimiz Türkiye’de ikinci bir partinin kurulmasıydı. Bir yıl sonra 7 Ocak 1946’da CHP’den ayrılan milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan Demokrat Partiyi kurdu ve artık Türkiye gerçekten çok partili döneme geçmiş oldu zira bu tarih itibarı ile artık milletin üçüncü bir partiyi seçme hakkı vardı.

Sonraki yıllarda yeni siyasi partiler kuruldukça halkın mecliste temsil oranı arttı. 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar belli bir kıvama da gelmişti. Ne zaman ki 12 Eylül darbesinin ardından 10 Haziran 1983 tarihli ve 2839 sayılı kanunla partilerin meclise girmesi %10 barajını aşmasına bağlandı işte bu tarihten sonra çoktan seçme hali bile anlamını yitirmişti. Zira size çoğu sunuyorlar, seçtiriyorlar ama hakkını vermiyorlardı. Uğruna nice değerlerimizi feda ettiğimiz Avrupa Birliği ülkelerinde bile seçim barajı ortalaması %0-5 arasındadır. Demokrasinin içerisindeki bu antidemokratik uygulama bugün, şu saat itibari ile aynen devam etmektedir. Yaklaşık 37 yıla yakın bir süre içerisinde ülkemizde görev yapan nice özgürlükçü, demokrat, inançlı, inançsız ya da az inançlı ne kadar siyasi varsa hiç biri bu konuda gerekli çalışmayı yapamadı. Özellikle %10 barajını kaldırma gücünü elinde bulundurduğu halde ısrarla adım atmayanlardan bahsediyorum.

Türkiye tipi başkanlık sistemine geçişimiz ile işin seyri oldukça farklı bir noktaya geldi. Artık kimsenin içinden çıkamadığı, bu sistemi ortaya koyanların bile “bir şey deniyoruz ama dur bakalım ne olacak?” diye birbirlerine baktıkları bir sistem ile hayatımıza devam ediyoruz. Şimdi hızlıca 2019 yılında tekrarlanan İstanbul Belediye başkanlığı seçimlerine gelelim. Neden bu iş sürekli elma mı, armut mu noktasına geliyor? Şu sıcak yaz aylarında karpuza, kiraza, şeftaliye bir şey mi oldu! Neden seçeceğimiz adaylar bile gözümüzün içine sokuluyor? Efendim güçlü ittifaklar, meclisteki partiler falan demeyin. İttifaklar ve partiler yarışmadı, İmamoğlu ile Yıldırım yarıştı. Biz hep ikiden, üçten, beşten mi seçmek zorundayız?

Bakın ben başka bir şey söylüyorum. Soralım, sorgulayalım diyorum. Dayatılanı elimizin tersi ile itip etrafa bir bakalım diyorum. “Başka ne var?” diye sorduktan sonra “daha başka ne var?” diye soralım diyorum. Bazen sırtımızı dönüp gidelim, etrafı dolaşalım, başkalarına soralım diyorum. Güçlülere hizmet etmekten vazgeçelim, hakkı ve haklıyı arayıp bulalım, adil olana, asıl ehil kişilere destek olalım diyorum. İtiraz eden, çalışan, gayret eden ter döken mutlaka kazanır, düşünen mutlaka bulur, okuyan, araştıran tabi olarak öğrenir, koşan elbet varır diyorum. Her şey ancak ve ancak Milli Görüş zihniyeti ile güzel olur diyorum.  

Fatih Yılmaz | Milli Gazete

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.