Bir Görüş
Ülkemizde dahil islam coğrafyasında Kur’an tek olmasına rağmen her gurubun/cemaatin/tarikatın ayrı ayrı amel ettiği kitabı, islam uygulaması olurmu? Din kardeşini bırakın kan kardeşine bile sırt dönemeyen müslüman olur mu? 1947 yılında ABD li uzmanları talim terbiye kurulu üyesi yaptıktan sonra ilk icraatları tarih/türkçe vb. müfredatı değiştirdi, bu müfredatın yetiştirdiği insan, ne ülkesini, ne bayrağını, ne birbirini, ne de ortak değerlerini seviyor, ne de birbirine saygı duyuyor, umutsuz, mutsuz, saygısız, kendisi dışında ki kişi/düşünce/vb hiç bir şeye değer vermeyen, değer vermediği içinde değer görmeyen bir toplum olduk, maalesef.
Bir Analiz
Tefsir iki kısımdır:
İslam bilim adamlarının ve tefsircilerin bıraktığı kudsî tefsirler iki kısımdır:
Bir kısmı, ahkâma (emir ve yasaklara) dair tefsirlerdir. Bildiğimiz tefsirlerdir ki Kur'an'ın ibaresini (metnini) ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve ispat ederler.
Diğer bir kısmı da Kur'an'ın imanî olan ayetlerinin hikmetlerini ve iman hakikatlerini kuvvetli delillerle tefsir, beyan, ispat ve izah ederler. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevî tefsirdir. (1)
Selef-i salihînin (önceki islam alimleri) bu türlü tefsirleri çoktur. Hususan Gavs-ı A'zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, İmam-ı Rabbanî gibi değerli insanların eserleri, bu kısım tefsirlerdir. Bilhassa Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretlerinin Mesnevî-i Şerif'i de bu tarz bir nevi manevî tefsirdir.
İşte Risale-i Nur, bu tarz yüksek, mümtaz ve müstesna bir tefsirlerdendir. (2) Âyetler, sırasıyla değil; devrin ihtiyacına cevap veren imanî hakikatleri açıklayan âyetler tefsir edilmiştir. (3)
Eskiden İslamiyete yapılan hücumlar taarruzlar daha çok cehaletten geliyordu. Bunların ikna edilmesi ve inkar ettikleri noktaların izah edilmesi kolaydı. Çünkü onlar iman esaslarına hücum etmedikleri için ayet ve hadislerle sorularına cevap alabiliyorlardı.
Şimdi İslamiyete hücum ilimden, fenden ve felsefeden geliyor, islamiyetin esaslarına hücum ediyorlar, tevhide inanmıyorlar, peygamberlere inanmıyorlar, kitaplara inanmıyorlar. Dolayısıyla bunların ikna edilmesi eski meal ve tefsir bilgileri ile mümkün değildir. Yani akli mantıki delillerle Kur’an’ın ayetlerinin tefsir edilmesi gerekir.
Onun için de bu zamanda kaynak Kur’an ve Hadis olmasına karşılık, farklı farklı bir çok hem mealler var hem de tefsirler var. Amma herkes ihtiyacına göre bunlardan istifade ediyor. Elbette bu zaman pozitif asrın hüküm sürdüğü pozitivizmci ve bilimcilerin önde olduğu bir asırdır.
Dolayısıyla bir şeyin nedeni, niçini akli ve mantıki delillerle izah ve ispat edilmedikçe kabul edilmiyor.
O halde Kur’an’ın ayetlerinin bu asra bakan tefsirlerine çok ihtiyaç vardır. Zira Kur’an bir okyanustur, tefsirler ve mealler ise o denizden bir katredir, bir damladır. Binaenaleyh bu alanda ne kadar çok tefsir yazılsa veya meal yazılsa azdır.
Böyle bir düşünce ve soruya biz ilk defa muhatap olmuyoruz. Zaman zaman geçmişte karşımıza çıktığı gibi gelecektede karşımıza çıkacaktır.
Ancak şunu kesinlikle belirteyim ki “Mucize Elinin Hedefindeki Teknoloji” konferansımızda birkaç yerde belirlediğim gibi; hem dinimiz, hem Peygamberimiz ASV, hem de diğer dinlerin peygamberlerinin hepsi, ümmetini ahlaklı olmaya ve edebli bir hayat sürmeye önder oldukları gibi; diğer taraftan da göstermiş oldukları mucizelerle, o ümmetin bu alanda ulaşabilecekleri, teknolojik son hedefi de göstermişlerdir. Bu öyle hiç küçük bir hedef de değildir. Nuh Peygamber AS zamanında buharlı gemi kullanılması, teknolojik olarak küçük bir olay değildir.
Ancak biliyoruz ki dünya bir imtihan dünyasıdır. İnananlar ile inanmayanların mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir. Bu şekilde Hazreti Ebu Bekir’ler RA ile ebu cehiller birbirinden ayrılacaktır. Bunun için müslümanların karşısında gayrimüslim, bir tek millet olarak, bir tek ses olarak mücadelelerini devam ettiriyorlar ve ettireceklerdir.
“Mühim bir mevkii işgal eden ahmaklardan birisi demiş ki: “Biz, Allah Allah diye diye geri kaldık. Avrupa, top tüfek diye diye ileri gitti.”
“Cevabü’l-ahmaki’s-sükût” (ahmaka karşı verilecek cevap susmaktır) kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht gafiller bulunduğundan deriz ki:
Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle “El-mevtü hak" (ölüm gerçektir) hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz ? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi (sonsuz karanlığı) o sekerattakinin önünde ışıklandırır, yeis-i mutlakını ümit-i mutlaka çevirebilir? Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse bin defa Allah Allah demek lâzım gelir.
"Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahu ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder. " (4)
İnşallah umutluyuz, ve inanıyoruz ki; biz doğru İslâmiyet’i öğrenip yaşayışımızla ortaya koyarsak; sair milletler grup grup İslâmiyeti kabul edeceklerdir (geçmişte olduğu gibi). Onun için ümitvarız; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır.(5)
25.02.2019
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
-—-—————
(1) RN-Şualar/409
(2) RN-İşârât-ül İ'caz/306
(3) RN-Tarihçe-i Hayat/157
(4) RN-Mektubat/497-498