"O ekmek kırıntıları bitecek yoksa o kadar çocuğun olur."
yâda,
"Evladım o dökülen ekmek kırıntılarını ye yoksa köpekler ayağını ısırır."
Bunlari bizim jenerasyona sahip her cinsten arkadaşımız, beyefendiler ve hanımefendiler duymuştur. Bizim için bırakın ekmeği, KIRINTISI dahi DEĞERLİ / KIYMETLI idi. Yere bir ekmek parçası düşmesin; hemen öper, başımızın üstüne koyar, ya yer yâda kenara kurda kuşa, börtü böceğe yemesi için bırakırdık.
Nimet ne olursa olsun
EKMEK...
YEMEK...
SU...
AYAKKABI...
ELBİSE ...
Ne yerseniz yiyin, ne içerseniz için, ne giyerseniz giyin hepsi ama hepsi bizim için kıymetli idi, değerli idi. Hele bayramlarda alınan yeni yepyeni gıcır gıcır ayakkabılar, elbiseler, pantolonlar başımızın tacı idi ve biz onlarla beraber yatar MUTLU OLURDUK.
Elbise...
Ayakkabı...
Gömlek.
Aman Allahım bizim için
NE KADAR DA BÜYÜK NİMETLERDİ.
Ya şimdi?
Zira;
KITLIĞI...
YOKLUĞU...
KUYRUKLARI...
KARABORSAYI...
KARNE İLE ALINAN ÜRÜNLERI
hepsini ama hepsini fazlası ile yaşayan bir neslin evlatları idik.
Ayakkabılarımız pençeli idi.
Oantolonlarımız yamalı idi.
Lakin evimizde;
MUTLULUK,
HUZUR,
ve en önemlisi BEREKETİMİZ vardı.
Bunları yazarken çağımızın bir asr-ı Saadet Müslümanı olan BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN bir hatırası aklıma geldi.
Bana göre çok ÖNEMLİ bir hatıra! Gelin beraber birlikte, yine, beraber okuyalım mı?
Evet diyorsanız.
Hadi öyle ise;
“Bir gün Emirdağ ilçesinde Üstadımızın kaldığı evdeydim. Üstad benim bulunduğum odaya gelerek, battaniyesinin üstüne örttüğü yorganını getirdi ve yatarken onu üstüme örtmemi istedi.
Uykum gelmediği için ben yatmadım ve yorganı üstüme sarıp oturdum.
O vaziyette uzun süre Kur'an ve Cevşen okudum.
Sabahleyin bir ara Üstad, Zübeyir'i yoğurt almak için dışarı göndermişti. Ben de odada tesbihatla meşguldüm.
Baktım Üstad bana çay getiriyor. Çok mahcub oldum ve hemen kalkıp bardağı elinden aldım. Kendisi de odasına döndü.
Az sonra içeriye Hamza Emek geldi. Bu arada ben çayımı bitirmiştim. Üstad da tekrar odaya geldi.
Ben bardağın dibinde birkaç damla ÇAY bırakmışım, farkında da değilim.
Üstadımız bunu görünce gülerek bana üç tokat attı.
İlk ikisi hafifti ama sonuncusunun hatırı sayılırdı.
Tokat atarken şöyle diyordu:
*Abdulvahid, ben gittikten sonra belki ben Üstadımdan tokat yemedim diye övünürsün. Bardağın dibinde birkaç damla bırakmak KİBİR ve GURUR alametidir. Böyle yapma ve yaşadığın müddetçe arkadaşlarına bunu tatlılıkla duyur.*
Üstadımız o gün bana hiç unutamayacağım bir ders vermiş oldu.”
(Abdülvahid Tabakçı r.h. - 1959)
Evet
Nimet saygı ister.
Selâm ve dua ile
Bülent ERTEKİN
Anasayfa
Yazarlar
Bülent Ertekin
Yazı Detayı
Bu yazı 1252+ kez okundu.
BARDAĞIN DİBİNDE BİRKAÇ DAMLA ÇAY "NE OLUR" DEMEYİN?
"O ekmek kırıntıları bitecek yoksa o kadar çocuğun olur."
yâda,
"Evladım o dökülen ekmek kırıntılarını ye yoksa köpekler ayağını ısırır."
Bunlari bizim jenerasyona sahip her cinsten arkadaşımız, beyefendiler ve hanımefendiler duymuştur. Bizim için bırakın ekmeği, KIRINTISI dahi DEĞERLİ / KIYMETLI idi. Yere bir ekmek parçası düşmesin; hemen öper, başımızın üstüne koyar, ya yer yâda kenara kurda kuşa, börtü böceğe yemesi için bırakırdık.
Nimet ne olursa olsun
EKMEK...
YEMEK...
SU...
AYAKKABI...
ELBİSE ...
Ne yerseniz yiyin, ne içerseniz için, ne giyerseniz giyin hepsi ama hepsi bizim için kıymetli idi, değerli idi. Hele bayramlarda alınan yeni yepyeni gıcır gıcır ayakkabılar, elbiseler, pantolonlar başımızın tacı idi ve biz onlarla beraber yatar MUTLU OLURDUK.
Elbise...
Ayakkabı...
Gömlek.
Aman Allahım bizim için
NE KADAR DA BÜYÜK NİMETLERDİ.
Ya şimdi?
Zira;
KITLIĞI...
YOKLUĞU...
KUYRUKLARI...
KARABORSAYI...
KARNE İLE ALINAN ÜRÜNLERI
hepsini ama hepsini fazlası ile yaşayan bir neslin evlatları idik.
Ayakkabılarımız pençeli idi.
Oantolonlarımız yamalı idi.
Lakin evimizde;
MUTLULUK,
HUZUR,
ve en önemlisi BEREKETİMİZ vardı.
Bunları yazarken çağımızın bir asr-ı Saadet Müslümanı olan BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN bir hatırası aklıma geldi.
Bana göre çok ÖNEMLİ bir hatıra! Gelin beraber birlikte, yine, beraber okuyalım mı?
Evet diyorsanız.
Hadi öyle ise;
“Bir gün Emirdağ ilçesinde Üstadımızın kaldığı evdeydim. Üstad benim bulunduğum odaya gelerek, battaniyesinin üstüne örttüğü yorganını getirdi ve yatarken onu üstüme örtmemi istedi.
Uykum gelmediği için ben yatmadım ve yorganı üstüme sarıp oturdum.
O vaziyette uzun süre Kur'an ve Cevşen okudum.
Sabahleyin bir ara Üstad, Zübeyir'i yoğurt almak için dışarı göndermişti. Ben de odada tesbihatla meşguldüm.
Baktım Üstad bana çay getiriyor. Çok mahcub oldum ve hemen kalkıp bardağı elinden aldım. Kendisi de odasına döndü.
Az sonra içeriye Hamza Emek geldi. Bu arada ben çayımı bitirmiştim. Üstad da tekrar odaya geldi.
Ben bardağın dibinde birkaç damla ÇAY bırakmışım, farkında da değilim.
Üstadımız bunu görünce gülerek bana üç tokat attı.
İlk ikisi hafifti ama sonuncusunun hatırı sayılırdı.
Tokat atarken şöyle diyordu:
*Abdulvahid, ben gittikten sonra belki ben Üstadımdan tokat yemedim diye övünürsün. Bardağın dibinde birkaç damla bırakmak KİBİR ve GURUR alametidir. Böyle yapma ve yaşadığın müddetçe arkadaşlarına bunu tatlılıkla duyur.*
Üstadımız o gün bana hiç unutamayacağım bir ders vermiş oldu.”
(Abdülvahid Tabakçı r.h. - 1959)
Evet
Nimet saygı ister.
Selâm ve dua ile
Bülent ERTEKİN
Ekleme
Tarihi: 17 Temmuz 2018 - Salı
BARDAĞIN DİBİNDE BİRKAÇ DAMLA ÇAY "NE OLUR" DEMEYİN?
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.