En güzel sözlerin sahibinin adıyla…
Modern yaşamın insanı yalnızlaştıran, kalabalıklar içinde köşelere sindirircesine hapseden bir yanı var…Her geçen gün daha çok kalabalık içinde yaşıyoruz ama bir o kadar ne derdimizi, ne sıkıntılarımızı ne de sevincimizi anlatacak birini bulamıyoruz. Dertleştiğimiz insanlara ya güvenmiyoruz ya da söylediklerimizi başkalarından duyma endişesinden korkup gene susuyoruz.
İzmir de yaşayan insanlar bir çok şehre göre daha sıcak kanlıdır. Tebessümü severler. Bir tebessümle sohbete başlarlar.
Aliağa’ya giderken oturduğum koltuğun tam karşısına bir hanım oturdu, yanında da oğlu. Olsa olsa dokuz yaşlarında anca var. Haliyle kapalı ve dindar bir görüntü olunca önce iltifatla başlayıp sonra ‘benimde anneannem ve ya babaannem de kapalıdır, hafızdır, hacıdır’ gibi sözler ile bir girizgah yapılır sonrasında muhakkak aklına takılan bir soru olur ve tam fırsatını bulmuşken bir soralım diye sohbet devam eder. Ama bu sefer karşımda bakışlarını bana çivileyen kadın çok önemli bir şeyi paylaşma heyecanı ile anlatmaya başladı. Kimi zaman ağladı, kimi zaman söylediklerim karşısında şaşırdı. Şaşkınlıkla beraber sevincine şahit olduk.
İnsan dinlenilmek istiyor, insan anlaşılmak istiyor ve insan paylaşmak istiyor. İnsani ilişkilerimizin temelinde konuşmak gelir. Herkes herkesle konuşur da anlaşabilir mi bilmiyorum. O bayan ile hem konuştuk hem de anlaşmıştık.
Yüce Rabbimizin Asr süresinde:’ -Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 1- Asr´a yemin olsun ki, 2- insan mutlaka bir ziyandadır.
3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.’ Buyurur.
İnsan insanla iyileşir. Hiç tanımadığı bilmediği biriyle dahi dertleşmeye başlamışsa, toplum olarak çok fazla eksiğimiz var demektir. Müslüman olarak kardeş olmanın, hakkı ve sabrı tavsiye etmenin eksikliğini yaşıyoruz da haberimiz yok. Allah ‘ın geçmiş kavimlerden, içinde iman etmiş ve ibadet ehli insanlarında bulunduğu bir kavmi yok ettiğinden haber verir. ’Niçin’ diye sorulduğunda kendine inançlı, kendine Müslüman olan insanların olduklarından haber verir. İçimizde neme lazım diyen bir put da var ve biz bunun farkında bile değiliz.
Menfaatine uymayan hiçbir taşın altına elini uzatmayan kolaycı ve şekilci insanlar olduk. Çevremizde Allah’a ve dinine düşman olanların sayısı çoğalırken ‘bana ne ‘ diyebilen Müslümanlar olduk. Birbirimize merhamet edemediğimiz için zalimin zulmüne ses çıkaramaz olduk. ‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz, bir birinizi sevmedikçe gerçek manada iman etmiş olmazsınız ‘ikazını unuttuk. Gerçeklerle yüzleşmekten korktuk aynalara bakamaz olduk. Sahte maskelerden arınmayınca, sahibinden talep edilmedikçe merhamet inmeyecek yüreklere. Bu müjdeyi unuttuk!
Sohbet ettiğim hanım da beni en çok etkileyen : ‘biliyor musunuz ‘dedi. ‘Ben iki yıldır inanıyorum, ondan öncesi inancım falan yoktu’ dedi. Ben: ‘nasıl oldu’ dedim. Kalbini göstererek’ ben O’nu burada buldum ve hissettim’ dedi. Tabi o an da kendi kalbime bakamadım onunla yüzleşemedim. O hanım kardeşim, Allah’ı kalbinin içinde bulmanın sevincini yaşıyordu. İnançsızlığın ne büyük bir karanlık ve ümitsizlik olduğunu biliyordu. İnanmanın da ne büyük bir mutluluk. Bu mutluluğu paylaşmak istemişti hepsi bu… Bir daha görüşmedik ama bana hissettirdiğini ve bana öğrettiğini daha önce kimseden öğrenmedim.
Allah şah damarımızdan daha yakın ve biz onu çok uzaklarda arıyormuşuz. İçimize yani kalbimize dönmeden iyi bir Müslüman iyi bir insan olmanın mümkün olmadığını anlamış olduk . İki kere iki dört eder mi? Bilmem, ama bir tebessümün bir kalbin kapısını nasıl araladığına da şahit olduk. Elhamdülillah !
Ravza ZEYBEK