CAMİDE DANS VAR
Ayasofya Camiinde çok açık bir kışkırtma meydana gelmişti. Leyla Alaton isimli bir kadın, biz cami olarak mücadele ettiğimiz ve devlet yöneticilerini sıkıştırdığımız bir ortamda unutulmaz bir eylem yaparak Türkiye tarihinde bir ilke imza atmıştı.
Leyla Alaton’u tebrik ediyorum. Zira kendisi sayesinde Necip Fazıl’ın dediği gibi “öz yurdunda garipsin öz vatanında parya!” sözünün ne derece gerçek ve anlamlı olduğunu bize hatırlatmıştır. Peki, kimdir Leyla Alaton?
İş dünyasının en önde gelen kadınlarından birisi olan Leyla Alaton, 1961 yılında İstanbul’da doğmuştur. Alarko şirketinin kurucusu İshak Alaton’un ilk çocuğudur. Alaton'un annesi İsveçli, babası Türkiye asıllı Musevi bir ailedendir. İlkokulu Şişli Terakki Lisesi ilk bölümünde, ortaokulu Saint Pulcherie Fransız Lisesi orta bölümünde, liseyi Notre Dame de Sion’da okumuştur. Yükseköğrenimini ise Amerika (ABD)’da Fairleigh Dickinson Üniversitesi'nin İşletme Bölümü’nde tamamladıktan sonra Newyork Univercity’de Sosyal Bilimler Endüstri Psikolojisi dalında yüksek lisans yapmıştır.
Türkiye gerçeklerini çok iyi bilen Alaton, yaptığı eylemler ile Müslümanlarla çaktırmadan alay etmeyi başarmış sosyetenin gözdesi haline gelmiştir. Kendisini öve öve bitiremeyen medya mensupları Alaton’un bir kızcağızı Ayasofya’nın ortasında dans ettirerek ne kadar büyük bir kahramanlık yaptığını ballandıra ballandıra anlatmışlardır.
Yaptığı işin şuurunda olan ve dindar insanlarla alay etmeyi marifet sayan Alaton, kendisi ile ne kadar övünse azdır. Ayasofya’daki dans resimlerini boy boy medya organlarında neşrederek Müslümanlara çok güzel bir ders vermiştir. Böylesine bir tahrik ve kışkırtmaya rağmen en ufak bir ceza dahi almayan Alaton’a bir parça aklımızı başımıza getirdiği için helal olsun.
Eğer Alaton gibi kadınlar olmasa; siyasetçilerin mangalda kül bırakmayan sözlerine aldanabilirdik. Nitekim halkımızın çok büyük çoğunluğu siyasetçilerin hamasi ve duygu dolu sözleri ile kendisini “asrı saadet” döneminde yaşıyor zannetmektedir. Aslında bende bir zamanlar bu aldatmaya kanmış; İslam’ın bu vatanda çok güçlü olduğunu zannetmeye başlamıştım.
Fakat Alaton, bizi yıllar önce uyarmasına rağmen hala akıllanamadık. Öyle ki bazı baro yöneticileri, yetmedi CHP ve HDP gibi siyasi parti sözcüleri, eşcinselliğe karşı Kuran emirlerini söylediği için Diyanet İşleri Başkanını linç etme girişiminde bulundular.
Kışkırtmalar sadece bu kadar mı? Ne yazık ki hayır. Yıllardır yapılmaya devam ediyor. Hem de Müslümanların Kutsal Ramazan ayında artan bir şekilde saygısızca devam ediyor.
Millet olarak hatta dünyanın bütün halkları Korona salgını nedeniyle ibadethanelere gidemediği bir zamanda, topluca mezar ziyareti yapabiliyor. Nasılsa kendilerine kimse söz söyleyemiyor. Dokunulmazlıkları var…
İnsanlara tapınmayı emreden bir ideoloji ve kadrolar; sadece tarihi, eğitimi, siyaseti değil İslam’a ait bütün değerleri de yıkmak istiyor. Bu kadarla da kalmıyor hiç hesap vermeyen fakat hep hesap soran bir saldırgan üslupla putlaştırdıkları şahıslar için de saldırmaktan geri durmuyorlar.
“Hutbelerde falanca şahıs neden ismiyle anılmıyor?” ve “Camilerde neden adına Fatiha okunmuyor?” gibi son derece seviyesizce sözlerle Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve imam hatipleri suçluyorlar.
Bu saldırgan ve dayatmacı ruh haline yıllarca muhatap olduk. Fakat hiç uyanamadık iyi mi? Hele hele askeri okullarda adeta Hinduları çağrıştıran ritüellerle karşı karşıya kalan birisi olarak 2020 yılında hala bu çağdışı tapınma merasimleri ile baş başa kalmış durumdayız.
Bazı insanları ilahlaştırdıkları yetmiyormuş gibi bunların asla hata yapmaz, sorgulanamaz olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Maalesef bu şekilde binlerce hatta milyonlarca beyni yıkanmış insanla karşı karşıya duruyor ve aynı topraklarda yaşıyoruz.
Üzülerek söylemeliyim ki; bu açık dayatmayı şımartan hatta pasif tutumuyla azgınlaştıran siyasi iktidarlarımız var. Güya demokrat yani başka fikir ve düşünceye de saygılı olduğunu iddia eden siyasetçiler; son dönemlerde giderek artan dengesiz, tutarsız hatta riyakarlığa kadar varan tutum takınmaktan hiç gocunmuyorlar.
Hükümet, sahte bir anti-emperyalist duruş namına; putçu ideoloji ve kadrolara yerli ve milli payeleri vererek yeni bir müttefik ilan etmiştir. Bürokratik oligarşiye karşı bırakın karşı çıkmayı tam tersine ortak payda ve ittifak arayışına giren bir yapı ile karşı karşıya kalmış durumdayız.
İslam’ın; namaz, oruç, zekât, hac gibi İslam’ın en temel şartlarına uymak bir tarafa; imanın esaslarını inkâr eden bir hayat felsefesi ve pratiği içerisinde olan bu putperest anlayış acaba kime ne fayda sağlayacaktır?
Hala utanmadan ülkemizin kuruluş felsefesinden söz ederken seküler bir anlayışı ifade eden insanlar var. Devletin dini İslam olduğu bir anayasa ve Meclis’in açılışında; Kuran hatimlerinden başka bir Türk geleneği olan Buhari kitaplarının okunduğunu ne çabuk unuttular? Halifenin kurtulması ve misak-ı milli sınırlarına ulaşmanın en önemli hedeflerimiz olduğunu inkâr eden bu putperestlere; kimse iki kelime söyleyemeyecek mi?
1928 Yılında Anayasadan “Devletin dini İslam’dır” maddesi çıkarılmış ve 1936 yılında CHP’nin altı ilkesi anayasaya dâhil edilmiştir. Tarihten haberi olmayan kişiler; kurucu değerler adı altında bize bu ilkeleri benimsetmeye çalışıyorlar. Aynı tek partili yönetimini, demokrasi diye yutturmaya çalıştıkları gibi.
Yahu bunlar kimi kandırdıklarını zannediyorlar? Eğer ortaokulda okuduğumuz zamanda olduğu gibi sindirilmiş ve baskı altına alınmış bir gençliği düşünüyorlarsa; çok yanılıyorlar. Hiçbir sansürün uygulanamadığı internette ve sosyal medyada; böylesine gerici, yobaz yaklaşımı kim kabul eder?
Hilafet’in kaldırılması, bir devlet projesi olarak ezan ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesi, İslami değer ve sembollerin kamusal hayattan kazınıp atılması, Ramazan ve Kurban bayramlarının dahi itibarsızlaştırılması için talimatlar vermesiyle iş bitmiyor. Daha ilerilere gidiliyor, Türk Tarih ve Türk Dil Kongrelerinde açıkça ırkçı-kafatasçı hezeyanlar bilimsel tez diye bütün eğitim öğretim kurumları aracılığıyla hala bir deli gömleği gibi halka giydirilmektedir.
Kur’an-ı Kerim için (haşa) “gökten indiği sanılan bir kitap” ve Peygamberimiz (asm) hakkında “Arapoğlunun yavesi” dediği iddia edilen kişilere, şimdi kalkmış; “camilerde dua edilmedi”, “fatiha okunmadı” diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar.
Rakı bulunan sofralarda hafızlar için sarf edilen “beyni sulanmış” sözleri ile pozitivizm ve deizm arasında gidip gelen bütünüyle seküler ve son derece pragmatik siyasetçileri, 2020 Türkiye’sinde zorla dayatarak ne elde edeceklerini sanıyorlar acaba?
Ankara Yenimahalle’de “hutbede bazı şahısların adı anılmadığı için” Cuma namazını sabote etmeye kalkışan provokatör bir grupla geçen yıl tanışmıştık. Ayrıca Trabzon Ortahisar’da cami duvarlarına asılan dev resimler de bunun tuzu biberi olmuştu. Fakat bu kışkırtmalar karşılığında hiçbir ceza almadıklarından dolayı bu yıl da eksik olmasınlar provokasyonlarına devam ediyorlar.
Bunları tebrik etmem gerekiyor. Çünkü benim gibi birkaç kişi ne kadar bu çağdaş yobazlığı dile getirsek; hemen kendimizi savcının karşısında buluyor “anne adı nedir?” ve “baba adı nedir?” sorularına muhatap oluyoruz. Leyla Alaton veya diğer provokatörler ise asla mahkeme salonlarını tanımıyor bilmiyorlar. Onlar sadece boşanma davalarında mahkemeye uğrarlar. Kışkırtma ve inançlarından dolayı milletimizi aşağılama suçlarını işledikleri halde asla mahkemeye dahi uğramazlar.
Değerli dostum Metin Karabaşoğlu yıllar önce “Camide Dans Var” başlıklı bir kitap bastırmış yaşadığımız durumu aydınlatmaya çalışmıştı. Ne ilginçtir ki bin beş yüz yıldan fazla ibadet edilen bir mekanda yani Ayasofya’da dans edilmesine şahit olmuştuk. Kimsenin kılı dahi kıpırdamadı.
“Camide Dans Var” kitabını yayınlarken tanıtım yazısında Karabaşoğlu şöyle diyordu: “Akıl almaz bir karmaşanın ortasında yaşıyoruz. Yalanla doğrunun, yanlışla gerçeğin ayrıştığı dönemler çok gerilerde kaldı. Siyah ve beyaz net tablolar yok artık. Yerini, grinin her tonunu barındıran flu ve sisli manzaralar aldı. Burası neresi, biz kimiz, onlar ne, ne yapıyoruz, neden yapıyoruz, nereden geldik, niye geldik, nereye ve niye gidiyoruz... Çoğu kez biz farkına bile varmadan dünyamıza giren dünyevilikleri sarsıcı ama sıcak, keskin ama şefkatli bir üslupla irdeliyor. Ve iman ekseninde yoğunlaşan çözümlemelerle bizi en başta, kalp camilerimizi nefsin danslarından korumaya davet ediyor”.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Tokat yemeye devam edersek belki uyanmaya da fırsat buluruz, vesselam…
Dr. Vehbi KARA
Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.