Son yüzyıl içerisinde tarihi köklerinden, inanç esaslarından, örf, âdet, gelenek ve göreneklerinden bizim kadar uzaklaşan bir toplum herhalde yoktur. Mutlaka tüm coğrafyalardan farklı toplumlar farklı şekillerde dejenere olmuştur ama bildiğim ve gözlemlediğim kadarı ile maalesef makasın bizdeki kadar açık olduğu bir toplum yoktur. Bu satırları hangi perspektifte yazacağımı düşünürken radyoda 16 yaşında bir gencin annesini nasıl öldürdüğünü anlattığı haberi duydum. Geçtiğimiz günlerde televizyonda bir uzmanın sekiz yaşında uyuşturucu bağımlısı bir hastası olan doktor arkadaşından bahsettiğini izledim. Birkaç gün önce yine gazete haberlerinde boşanma oranlarının geçtiğimiz yıla oranla yüzde 11 arttığını okudum. Türkiye gibi bir İslâm ülkesinde gayri meşru ilişki yaşayan sözüm ona popüler bir çiftin kavgası aylarca gündem oluyor. İnsanlar artık daha az olan her türlü kötülüğü “aman fazlasından Allah korusun, beterin beteri var” diye kabullenir hale geldi. Kadınlar günü, sevgililer günü ve benzeri Batı menşeli, kaynağı ve maksadı belli olmayan birçok özel gün Batılı ülkelerde bizdeki kadar gündem işgal etmiyor. Aile ve kadın konusunda öyle bir haber trafiği var ki, özellikle kadın konusunda dillerden düşmeyen pozitif ayrımcılığın hiç de iyi niyetli bir söylem olmadığı gayet açık ve net bir şekilde gündem oluşturuyor.
Diğer taraftan geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz gençlerimiz, bakıcıların insafına bırakılan yavrularımız, yaşlı bakım evlerine mahkûm edilen büyüklerimiz, asgari ücretle geçim derdine düşmüş, akşam eve ne götüreceğim derdinde olan, son bir yılda bir defa olsun çocuklarına kırmızı et alamayan babalarımız, iş hayatına zorla itilmeye çalışılan, aile huzurunun ne anlama geldiğinden bihaber yaşayan annelerimiz var. Neresinden tutsak elimizde kalan, sorunların önünün alınamadığı bir toplum haline geldik. Bitmek bilmeyen projeler ve artarak devam eden bir sorunlar yumağına dönüşmüş bir toplum.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışından, insanların yaşam sevincinin yok olduğu bir toplum haline geldik. Bir karıncayı dahi incitmeme konusundaki hassasiyetten, her an kavgaya hazır bir toplum haline geldik. Trafikte sürücülerin tamamı pimi çekilmiş birer el bombası gibi seyrediyor. İdareciler iş bitirme, sorun çözme, halka hizmet etme derdini bırakmış, meslekte ilerleme kaygısıyla mücadele ediyor. Ekonomi, faiz ve yüksek enflasyon yoluna girmiş, özellikle küçük ve orta ölçekteki esnaflar bırakın para kazanmayı, iş yerlerini ne zamana kadar açık tutabiliriz derdine düşmüşler. Sivil toplum katılımı yüzde 10’un altında kilitlenmiş, sivil hayattan yoksun, proje merkezli fikir topluluklarına dönüşmüş durumda. Farklı fikir ve düşüncelere tahammülün kalmadığı, kendisinden olmayanın hain ilan edildiği, medya özgürlüğünün tartışmasız yok kabul edildiği, adalet mekanizmasına olan güvenin yerlerde süründüğü günlerden geçiyoruz. Kadim medeniyetimizin her türlü değerini kaybettik. Sonrasında teslim olduğumuz Batı sosyolojisiyle de alakamız kalmadı. Şimdilerde kendimizce denediğimiz, ne inanç köklerimizle ne de modern dünyanın düşünürlerinin ortaya koyduğu insancıl değerlerle alakası olmayan yeni ve başarısız denemelerle ezbere bir gelecek planlaması içerisindeyiz. Defalarca başarısızlığı ispatlanmış, bir türlü içerisinden çıkamadığımız bir Teufelkreis döngüsüne mahkûm haldeyiz. Bu durumu, Doğu ve Batı düşünceleri arasına sıkışmış, sadece çıkarlarına odaklandığından dolayı bir çıkar yol bulamayan yeni Türkiye akımı olarak da tabir edebiliriz.