Biz insanlar başımıza gelen her türlü kötü, olumsuz olaylarda ve durumlarda sürekli Yaratanı suçlarız. Bir yaradan varsa o zaman neden bunun olmasına müsaade etti deriz. Hiçbir zaman biz insanlar kendimizi sorgulamaz veya suçlamayız. Kendimizi suçlamayı kabul etmediğimiz için tek bir suçlu ilan ederiz oda bizi yaratan yaratıcıdır.
Yüz yıllar boyunca bütün dinler içeresinde bu konuda nankörlük yapmış olan biz Müslümanların haricinde başka dinler yoktur. Çünkü başka dinler ya hiç kabul etmemişlerdir ya da tamamen uzak durmuşlardır. Belki yüzyıl, iki yüz yıl daha daha eski yüz yıllar içeresinde dinlere karşı inanışlar başladıktan sonra tüm toplumlar veya kavimler kendi inanışlarına göre tanrılarına peygamberlerine ve değiştirilmesine rağmen kitaplarına sorgusuz bir şekilde inanmayı tercih etmişlerdir. (kendi peygamberlerini öldürdükleri veya zulüm yaptıkları yüz yıllardan söz etmemekteyim.)
Biz Müslümanlar inancı, imanı kuvvetli olan bir toplulukken bugün inanç ve imanı zayıflamaya başlamış bir topluluk haline gelmeye başladık. Bunun sebebi araştırmak okumak yerine sorgulamayı ve bazı aydın ileri görüşlü diyebileceğimiz kişilerin kitaplarını okuyarak elde ettik. Okumak en güzel hazinemiz ama okurken her okuduğumuzu kabul edercesine alırsak hayatımızda çok şeyleri belki kendi yaşamımızı dahi inkar etmemize sebebiyet verecek bilgiler ile yürümemiz gerekir. Yaradan bize her şeyin cevabı olan hiçbir şekilde üzerinde değiştirilmek için yıllarca oynanılan ama değiştirilemeyen mukaddes bir kitap ve o kitabın içeresinde anlamını kavrayamayacağımız hadiseleri bize derin ve geniş bir bilgi ile aktarması ve anlatması için peygamber göndermiştir.
Neden her şeyde yaratanı suçluyoruz? Nedenleri çok net bariz bir şekilde ortada. Bizler yaratanın emirlerini yerine getirmekten ziyade ondan beklentisi olan veya hayatımızdaki her türlü hataları ondan düzeltmesini bekleyen bir insanoğlu olduğumuz için. İnanç, itikat, teslimiyet, iman ve samimiyet denilen şeyleri kaybettiğimiz sadece dünyalığa ait olan isteklerin peşine düştüğümüzden dolayı kendimizi kaybetmiş durumdayız. Bizler öncelikle inancımızı sağlamlaştırmalıyız. Bizler yaratana samimi gidersek hayatımızdaki bütün her şey için kimseye ihtiyaç duymadan yaşarız. Bugün günümüzde Budist öğretileri içeresinde yer alan meditasyon olayı bizim dinimizde ve inancımızda tamamen ters düşen bir durum olmasına rağmen biz Müslümanlar bu tür ritüelleri eylemleri hayatımıza çok çabuk dahil edebildik ama bunları yapan kişilere saatlerce meditasyonda geçireceğiniz zaman dilimini dua ve huzuru rabıta ile geçiriniz dediğimizde gerici, yobaz ve bilgisiz ilan ediliriz.
Şunu bilmezler ki meditasyondan elde ettikleri huzurdan fazlasını dua ve rabıta da fazlası ile elde edebilirler. Teslimiyet, itikat, inanç ve samimiyetle yaratana gidildiğinde hiç kimse kapısından boş dönmez. Önce nasıl gitmemiz yol yürümemiz gerekli olduğunu bilmemiz önemli birçok insan “Ben yıllarca gece gündüz dua ettim ama dualarım kabul olmadı” diyecektir. Yaradan duandan şüphe duyduğun takdirde duanı kabul etmem buyuruyor. Burada öğrenmemiz gereken ilk şey yaptığımız duadan şüphe etmemek yeri geldi mi meditasyon için saatlerimizi günlerimizi belki de aylarımızı veriyoruz ilk huzuru hissedene kadar yalnız şöyle bir de gerçek var ki konu Budistliğin Hristiyanlığın veya diğer dinlerin ritüellerine veya ibadet eylemlerine gelince yapılmasında veya konuşulmasında yahut o dinlere ait olan bilginlerin yanlarına gidilmesinde hiçbir sakınca veya yasaklama mevcut değildir.
Söz konusu Müslümanlık kuran veya peygamber hadisleri olduğunda ayetlerin hadislerin inkarı yalanlamaları fazlasıyla mevcut olması dışında, ritüelleri veya ibadet eylemleri fazlasıyla yapıldığında veya ilahi lütfa ulaşmış, öngörü veya hissel duyuları güçlenmiş (medyum veya falcıları anlatmıyorum) ki bu tür kişilere de aynı kimlikler verilmekte ve yalancı, sahtekar, sihirbaz, büyücü diye ilan edilmeleri haricinde tamamen yasak ve suç unsuru sayılmaktadır. Kısacası Müslümanlık doğru yaşandığı takdirde herkesin hayatı ve yaşamı daha mutlu ve huzurlu olur ve suçlayacağımız sorgulayacağımız bir yaradan değil, şükredip teşekkür edeceğimiz bir yaratana sahip olduğumuzun farkına varırız.