Suat Altınbaşak
Köşe Yazarı
Suat Altınbaşak
 

İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (6)

  Yaratıcı, peygamberleri aracılığıyla, ilim ve hikmetle vahyi açıklayıp, aklı eğiterek, ilahi muradını insanlara hakkıyla ulaştırdığı bir nedensellik kurgusu var etmiştir.   Yaratıcı, her nedenselliği, dilediği bir ilim ve hikmetle var etmiştir. Ademoğlu kendi aklıyla irade etsede, her nedenselliği mutlak olarak Yaratıcının her an var edip, koruduğu unutuldu. Batıla, nefse, zanna, şeytana uyabilen eğitilmemiş bir akılla, batıl yorumlar yapılarak, vahyin anlaşılmaya çalışıldığı, uydurma bir nedensellik kurgusuna bu yüzden geçildi.   Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'i hakkıyla öğrenebilmek için Yaratıcının, ilahi bir rehber ile insana müdahil olarak, aklı ve kalbi terbiye etmesine izin verilmedi. Çünkü, Yaratıcının mutlak olarak hayatımıza her an merhametiyle, muhafazasıyla müdahil olmadığı gibi bir yalana ve zanna inanıldı. Sünnet rızkının da, her an bizim için merhametle muhafaza edildiği gerçeğinin üstü örtülmüş oldu. Allah ve Rasülüne itaat edilmesi gerektiğiyle ilgili ayetlere rağmen, "Sünnet (haşa) günümüze kadar ulaşamayarak bozuldu" gibi bir batıl inancın kabul görmesi kaçınılmaz oldu.   Kendi zannıyla maddi nedenselliğe kutsal bir güç atfeden böyle birinin, bu bakış açısına sahip aklıyla; müteşabih, hüküm ve itikadla ilgili ayetleri, ilahi muradı ıskalama ihtimaline rağmen, sıfır hata ile mutlak olarak doğru anlayacağına inanması doğaldır. Maddi nedenselliğe kutsal bir güç atfetmiş olan akıl ilahının, ilahi muradı anlama nedenselliğine de mutlak hakim olduğu zannedilir. Yanılabilme, zanna ve nefse uyabilme özelliği olan bir akıl, kendine bile mukayyet olamazken…   Herhangi bir nedenselliğin azıcık bile Yaratıcıdan bağımsız bir gücü olduğunu kabul eden biri, kalbindeki Rububiyetin birliğine olan imanı az dahi olsa bozuluyor. Bu durum, uluhiyetin ve ubudiyetin birliğine olan imanında, çok daha büyük bir sapmaya neden oluyor. Çünkü nedenselliğe güç atfedilerek, madde üzerindeki yaratma işlevinden az veya çok uzaklaştırılmış Yaratıcının, hayatımızın içerisinde yer alan müdahalelerinden de uzaklaştırılmaya başlanması tabii hale gelen bir sonuçtur. Bu gaflet hali yüzünden, bireyci ve modernist olunmaktadır.   Nedenselliğe güç atfeden böyle biri, "hayır ve şer, yalnızca insan iradesine bağlıdır" zannına kapılır. İradeyle yapılan tercihler sonrası, fiilleri Yaratan göz ardı edilir. İnsan iradesi o kadar kutsanır ki, iradenin sonuçları otomatiğe bağlanmış bir sürecin neticesi olarak görülür.   Yaratıcı, kulunun iradesi dışındaki ızdırari kader ile dilerse rahmet eder, dilerse bela ve müsibet vererek imtihan edebilir. Bu hakikati, göz ardı eden kişi, aklı ve iradesiyle gerçekleşenleri, Yaratıcıdan bağımsız düşünmeye başlar. Bu gaflet hali, evrenden ve insandan uzaklaştırılmış bir Allah'a imanın neticesidir.   Hadis-şerifleri ve sünneti reddetmese bile bu gafletteki biri, bazı Kur'an'daki ayetlerin, bazı başka ayetleri açıklandığından yola çıkarak, aklına olan aşırı güveninden dolayı, vahyi teyit eden bir ilahi rahmet olan sünneti zorunlu görmemektedir.   Bu düşüncede olan bir alim, Kur'an'a göre, Buhari'de geçen bir hadis-i şerifteki Allah tasavvurunu doğru bulmadığını, peygamberimizin bu sözleri söyleyemeyeceğini dile getirmişti.   Kur'an'a göre uygun bulmadığı, Buhari'de geçen bu hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:   "Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır."   "Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resulü?" dediler.   "Evet, ben de. Allah affı ve rahmeti ile muamele etmezse ben de!" dedi.   Bu hadis-i şerifteki Allah tasavvurunun, hak olduğunu bize ispatlayan Nur suresi 10. ayete rağmen, nedensellik ilahı sanılan akılla, bu hadis-i şerif anlaşılamamaktadır.   Nur suresi 10. ayette, "Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı ve Allah tevbeleri devamlı kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu?" diye buyruluyor.   Sahih bir Allah tasavvuru kalplerde yerine almazsa, bu ayet ve bu ayeti bir nevi teyit eden Buhari'de geçen hadis-i şerif hakkıyla anlaşılamıyor. İnsan aklı, nebevi sünnete göre eğitilmezse, El-Alime teslim olamayacağından, ön yargısızda olsa kendi zannıyla, bakış açısıyla Yaratıcı hakkında dilediği tasavvuru oluşturabiliyor. Bu yüzden, ayetleri ve hadis-i şerifleri bu tasavvuruna göre yorumluyor.   Kişi, aklının ve kalbinin bir dengede kalabilmesi, itidalden sapmaması için çözemediği noktaları öğreninceye kadar, aklına ve ilmine hitaben "la ilahe" diyerek, "bu konuyu tam manasıyla bilmiyorum", diyebilmelidir.   Bilmediği konuda yorum yaparak, kesin bir hüküm vermemelidir. "Vakıf olamadığım bu konuda, Allah katında hak olan neyse onu kabul ediyorum" diye düşünmelidir. Bu sayede El-Alim'e, El-Hakim'e, Er-Rahman'a teslim olarak, bu ilahi isimleri içerisinde barındıran "illallah" hakikatinden sapmamış olur. Kur'an'ı, sünneti, yaradılış ayetlerini var eden sonsuz hikmet ve ilim sahibine,  hakkıyla teslim olmuş olur.   Unutulmamalıdır ki, bu kuvvetli teslimiyete sahip alimler, bildiği konularda bile, Allah-u alem diyebilmiştir. İhtilafları azaltan sünnet ile bildiklerinin sağlamasını yapmaya çalışmışlardır.   Dışarıdan herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan, nedenselliğin ilahı olarak gördüğü akılla ve nedensellikte yer alan irade ve çabasıyla, her şeyi halledebildiğine inanan biri, tabii ki kendisine dışarıdan gelen ilahi rahmeti (peygamberimizin sözlü ve fiili desteğini) görmezden gelecektir.   Oysa hiçbir hatası, suçu yokken bıçaklanırsa ya da hayırlar işleyeceği yüklü miktarda bir miras kendisine kalırsa, bu hadiseler mutlak bir biçimde aklı, iradesi veya çabasıyla mıdır? O halde, akıl ve iradesine mutlak bir biçimde bağlı olmadan da, başına gelen her sıkıntı ilahi bir imtihan, iyiliklerin başına gelmesi de dışarıdan gelen ilahi bir rahmettir.   Demek ki, günbegün ilahi müdahale ve ilahi destek haktır. O halde, günbegün bize ilahi bir rahmet olan, bize destek vermesi sağlanan ilahi bir rehberin, muallimliğinin şu an içinde geçerli olduğu hakikati, nasıl şaşkınlık verici olabilir?   Allah'a ve peygamberimize (a.s) olan imanın, içinin boşaltıldığı bu modern dünyada, dini inançsızlığın kapıları ardına kadar açılmıştır. Büyük bir inanç krizi tehdidiyle, karşı karşıyayız.       Suat Altınbaşak  
Ekleme Tarihi: 04 Ocak 2024 - Perşembe

İnançsızlığa karşı koruyucu hekimlik (6)

 

Yaratıcı, peygamberleri aracılığıyla, ilim ve hikmetle vahyi açıklayıp, aklı eğiterek, ilahi muradını insanlara hakkıyla ulaştırdığı bir nedensellik kurgusu var etmiştir.

 

Yaratıcı, her nedenselliği, dilediği bir ilim ve hikmetle var etmiştir. Ademoğlu kendi aklıyla irade etsede, her nedenselliği mutlak olarak Yaratıcının her an var edip, koruduğu unutuldu. Batıla, nefse, zanna, şeytana uyabilen eğitilmemiş bir akılla, batıl yorumlar yapılarak, vahyin anlaşılmaya çalışıldığı, uydurma bir nedensellik kurgusuna bu yüzden geçildi.

 

Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'i hakkıyla öğrenebilmek için Yaratıcının, ilahi bir rehber ile insana müdahil olarak, aklı ve kalbi terbiye etmesine izin verilmedi. Çünkü, Yaratıcının mutlak olarak hayatımıza her an merhametiyle, muhafazasıyla müdahil olmadığı gibi bir yalana ve zanna inanıldı. Sünnet rızkının da, her an bizim için merhametle muhafaza edildiği gerçeğinin üstü örtülmüş oldu. Allah ve Rasülüne itaat edilmesi gerektiğiyle ilgili ayetlere rağmen, "Sünnet (haşa) günümüze kadar ulaşamayarak bozuldu" gibi bir batıl inancın kabul görmesi kaçınılmaz oldu.

 

Kendi zannıyla maddi nedenselliğe kutsal bir güç atfeden böyle birinin, bu bakış açısına sahip aklıyla; müteşabih, hüküm ve itikadla ilgili ayetleri, ilahi muradı ıskalama ihtimaline rağmen, sıfır hata ile mutlak olarak doğru anlayacağına inanması doğaldır. Maddi nedenselliğe kutsal bir güç atfetmiş olan akıl ilahının, ilahi muradı anlama nedenselliğine de mutlak hakim olduğu zannedilir. Yanılabilme, zanna ve nefse uyabilme özelliği olan bir akıl, kendine bile mukayyet olamazken…

 

Herhangi bir nedenselliğin azıcık bile Yaratıcıdan bağımsız bir gücü olduğunu kabul eden biri, kalbindeki Rububiyetin birliğine olan imanı az dahi olsa bozuluyor. Bu durum, uluhiyetin ve ubudiyetin birliğine olan imanında, çok daha büyük bir sapmaya neden oluyor. Çünkü nedenselliğe güç atfedilerek, madde üzerindeki yaratma işlevinden az veya çok uzaklaştırılmış Yaratıcının, hayatımızın içerisinde yer alan müdahalelerinden de uzaklaştırılmaya başlanması tabii hale gelen bir sonuçtur. Bu gaflet hali yüzünden, bireyci ve modernist olunmaktadır.

 

Nedenselliğe güç atfeden böyle biri, "hayır ve şer, yalnızca insan iradesine bağlıdır" zannına kapılır. İradeyle yapılan tercihler sonrası, fiilleri Yaratan göz ardı edilir. İnsan iradesi o kadar kutsanır ki, iradenin sonuçları otomatiğe bağlanmış bir sürecin neticesi olarak görülür.

 

Yaratıcı, kulunun iradesi dışındaki ızdırari kader ile dilerse rahmet eder, dilerse bela ve müsibet vererek imtihan edebilir. Bu hakikati, göz ardı eden kişi, aklı ve iradesiyle gerçekleşenleri, Yaratıcıdan bağımsız düşünmeye başlar. Bu gaflet hali, evrenden ve insandan uzaklaştırılmış bir Allah'a imanın neticesidir.

 

Hadis-şerifleri ve sünneti reddetmese bile bu gafletteki biri, bazı Kur'an'daki ayetlerin, bazı başka ayetleri açıklandığından yola çıkarak, aklına olan aşırı güveninden dolayı, vahyi teyit eden bir ilahi rahmet olan sünneti zorunlu görmemektedir.

 

Bu düşüncede olan bir alim, Kur'an'a göre, Buhari'de geçen bir hadis-i şerifteki Allah tasavvurunu doğru bulmadığını, peygamberimizin bu sözleri söyleyemeyeceğini dile getirmişti.

 

Kur'an'a göre uygun bulmadığı, Buhari'de geçen bu hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

 

"Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır."

 

"Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resulü?" dediler.

 

"Evet, ben de. Allah affı ve rahmeti ile muamele etmezse ben de!" dedi.

 

Bu hadis-i şerifteki Allah tasavvurunun, hak olduğunu bize ispatlayan Nur suresi 10. ayete rağmen, nedensellik ilahı sanılan akılla, bu hadis-i şerif anlaşılamamaktadır.

 

Nur suresi 10. ayette, "Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı ve Allah tevbeleri devamlı kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu?" diye buyruluyor.

 

Sahih bir Allah tasavvuru kalplerde yerine almazsa, bu ayet ve bu ayeti bir nevi teyit eden Buhari'de geçen hadis-i şerif hakkıyla anlaşılamıyor. İnsan aklı, nebevi sünnete göre eğitilmezse, El-Alime teslim olamayacağından, ön yargısızda olsa kendi zannıyla, bakış açısıyla Yaratıcı hakkında dilediği tasavvuru oluşturabiliyor. Bu yüzden, ayetleri ve hadis-i şerifleri bu tasavvuruna göre yorumluyor.

 

Kişi, aklının ve kalbinin bir dengede kalabilmesi, itidalden sapmaması için çözemediği noktaları öğreninceye kadar, aklına ve ilmine hitaben "la ilahe" diyerek, "bu konuyu tam manasıyla bilmiyorum", diyebilmelidir.

 

Bilmediği konuda yorum yaparak, kesin bir hüküm vermemelidir. "Vakıf olamadığım bu konuda, Allah katında hak olan neyse onu kabul ediyorum" diye düşünmelidir. Bu sayede El-Alim'e, El-Hakim'e, Er-Rahman'a teslim olarak, bu ilahi isimleri içerisinde barındıran "illallah" hakikatinden sapmamış olur. Kur'an'ı, sünneti, yaradılış ayetlerini var eden sonsuz hikmet ve ilim sahibine,  hakkıyla teslim olmuş olur.

 

Unutulmamalıdır ki, bu kuvvetli teslimiyete sahip alimler, bildiği konularda bile, Allah-u alem diyebilmiştir. İhtilafları azaltan sünnet ile bildiklerinin sağlamasını yapmaya çalışmışlardır.

 

Dışarıdan herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan, nedenselliğin ilahı olarak gördüğü akılla ve nedensellikte yer alan irade ve çabasıyla, her şeyi halledebildiğine inanan biri, tabii ki kendisine dışarıdan gelen ilahi rahmeti (peygamberimizin sözlü ve fiili desteğini) görmezden gelecektir.

 

Oysa hiçbir hatası, suçu yokken bıçaklanırsa ya da hayırlar işleyeceği yüklü miktarda bir miras kendisine kalırsa, bu hadiseler mutlak bir biçimde aklı, iradesi veya çabasıyla mıdır? O halde, akıl ve iradesine mutlak bir biçimde bağlı olmadan da, başına gelen her sıkıntı ilahi bir imtihan, iyiliklerin başına gelmesi de dışarıdan gelen ilahi bir rahmettir.

 

Demek ki, günbegün ilahi müdahale ve ilahi destek haktır. O halde, günbegün bize ilahi bir rahmet olan, bize destek vermesi sağlanan ilahi bir rehberin, muallimliğinin şu an içinde geçerli olduğu hakikati, nasıl şaşkınlık verici olabilir?

 

Allah'a ve peygamberimize (a.s) olan imanın, içinin boşaltıldığı bu modern dünyada, dini inançsızlığın kapıları ardına kadar açılmıştır. Büyük bir inanç krizi tehdidiyle, karşı karşıyayız.

 

 

 

Suat Altınbaşak

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.