Bülent Ertekin
Köşe Yazarı
Bülent Ertekin
 

KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK!

KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK?. Emekliyim. Evde oturacak veya kahve köşelerinde pinekleyecek, kağıt veya okey oynayacak bir adam hiç değilim. Zaten; ne kağıt oyunlarından, ne okeyden zerre miktar anlamam. Bu nedenle fıtratıma uygun olan işler ile meşgul olmaya çalışıyorum. Ne mi yapıyorum.? Düzenli olarak kitap ve gazete okuyorum. Okuduklarım ile alakalı olarak yazılar yazmaya çalışıyorum. Bunun yanında haftanın üç günü kardeşlerim ile esnaf arkadaşlarımızı ziyaret ediyor siyasetten uzak maneviyat dolu hoş sohbetlerde bulunuyoruz. İşte o sohbetlerden birinde esnaf kardeşim Orkun'un çok güzel bir ifadesi beni adeta beynimden vurdu. "KEŞKE 80 Lİ VE DOKSANLI YILLARDA YAŞIYOR OLSA İDİK." O an anlayamamış idik. Kardeşim hemen açıklık getirdi. "Tabiiki anarşinin, faili meçhul cinayetlerin olduğu bir dönemden bahsetmiyorum." "Peki Orkun abicim nedir seni o günlerde olma hasreti çektiren duygu?" dediğimizde adeta o günleri yaşıyor gibiydi. Gözlerini hafif bir kıstı ve derin bir aahhhhh diyerek başladı anlatmaya. -Çok paranız yoktu lakin paramızın bereketi vardı.-Pazara; babam, ben ve Hakan abim ile beraber gittiğimizde eve her birimizin elinde ikişer tane file, üstelik dolu dolu giderdik. Banada hep kavun, karpuzu, yumurtaları verirler mutlaka bir kaç tanesini kırmadan eve getiremezdim. Dolabımız dolu dolu idi. Bir bereket vardı. -Ayağımızdaki ayakkabıların altı delikti, lakin dert etmez çocukluk saikasıyla koştururda koşturur idim, çocuktum ve çok mutluyduk... -Evde devasa büyüklükte rengarek televizyonlarımız yok idi lâkin komşu Ahmet amcaların akşam evimize misafir olduğu zamanlarda yaptıkları güzelim ve doyumsuz muhabbetlerin hatıraların keyfi vardı. -Ayakları oymalı, barok usulü yemek masalarımız yoktu. Yerde kasnak üzerinde kocaman bakır sinimiz ve üzerinde bir çorba kasesi olan, o kasedeki çorbaya kaşık sallayan, sofranın izzet ve şanına yakışır bir şekilde bağdaş kurmuş; annem, babam, abim ile o acılı ev yapımı katkısız, hafif acılı tarhananın tadı hala damaklarımızda. Şimdi o tarhananın tadı ne evde nede dışarıdaki çorbalarda var... -Mahallede herkes mutlu, herkes huzurlu idi. Kimse kimseden kaçmıyor, görmemezlikten gelmiyordu . Yüzler gülüyor ve herkes birbirine selam veriyordu. Şimdiki gibi selam verdi diye yaşlı, pamuk sakallı dedeler dövülmüyordu. -Yolda sokakta caddede bir ekmek parçasını gördüm mü üç kez öper alnımıza götürür sonrada kedi köpek karınca kuş yesin diye bir yere koyardık. Ya şimdi? Nerede ise ekmekler ayaklarımızın altında ne bakan var nede alıpta öpüp başına koyan... -Soframızda pişen yemek çorba, ne olursa olsun "komşu hakkıdır, kokusu gitmiştir" diye muhakkak bir tabağa konur ve onu illa ama illa komşumuz Fatma teyzelere götürürdük. Fatma teyze de içi dolu tabağı kesinlikle boş göndermez mutlaka ama mutlaka bir şeyler koyar, tekrar elimize tutuşturur "Annene selam söyle Orkun, Allah razı olsun." ile o tabakları getirir, götürürdük. " Yetişkinler böylede çocuklar sanki çok mu farklıydı? hayır sanki hepside büyümüşte küçülmüşlerdi. Hepsi, anne ve babalarının durumlarının ve şartların ne olduğunu bilen olgun delikanlı gibiydiler. Yok ken istemezler, ellerindeki ile mutluluğun huzurun ve paylaşmanın olgunluğunu bir ve beraber yaşarlardı. -Bankayı bilmezdik. Banka, anne ve babamızın tahtaden yapılan modern dünyanın dünyamızın çek yatlarıydı. İşte o modern çekyatların olduğu yataklarda, yastıkların altı veya ayaklarının ucu idi banka. Kapıya kim borç istemek için gelse babam "Ne kadar lazım Akif kardeş" "Valla Halil abi 300 lira gibi" Babam rakamı duyduğu gibi gider, AYAK UCU BANKAdan promosyonsuz (!), masrafsız(!), kefilsiz(!), çeksiz (!) zarfın içinden çıkarır 500 lirayı. "Buyur Akif kardeş" der verirdi Sormazdı hiç. Ne zaman ödeyeceksin? Nasıl ödeyeceksin? Bilirdi, o her daim geriye ve en kısa zamanda geleceğini. Ya şimdi? Ne güzel bir zaman dilimi imiş!!! Ne güzel ahlaklı insanlarmış!!! Ne karakterli kadınlar imiş!!!! Ne kadar mutluluk ve huzur dolu bir mahalle imiş!!! Ya şimdi? Bir sorun kendi(m)nize!!! Nefsi(n)mize!!! Komşum(n)uza!!! Eşinize, çocuğun(m)uza!!! Bir dokun, bin ah işit. Sahi biz nerde hata ettik. İşte bunun için KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK? diyorum. Gözlerimiz bir sinema şeriti gibi o günlerin karelerini izledi. Son sözü ise hala beynimin içerisinde çınlayıp duruyor ve bir karınca gibi beynimi kemiriyor. KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK?. SAHİ BİZ NEREDE HATA ETTİK?  Selâm ve dua ile  Bülent ERTEKİN 
Ekleme Tarihi: 26 Şubat 2019 - Salı

KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK!

KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK?. Emekliyim.

Evde oturacak veya kahve köşelerinde pinekleyecek, kağıt veya okey oynayacak bir adam hiç değilim. Zaten; ne kağıt oyunlarından, ne okeyden zerre miktar anlamam. Bu nedenle fıtratıma uygun olan işler ile meşgul olmaya çalışıyorum. Ne mi yapıyorum.? Düzenli olarak kitap ve gazete okuyorum. Okuduklarım ile alakalı olarak yazılar yazmaya çalışıyorum. Bunun yanında haftanın üç günü kardeşlerim ile esnaf arkadaşlarımızı ziyaret ediyor siyasetten uzak maneviyat dolu hoş sohbetlerde bulunuyoruz.

İşte o sohbetlerden birinde esnaf kardeşim Orkun'un çok güzel bir ifadesi beni adeta beynimden vurdu. "KEŞKE 80 Lİ VE DOKSANLI YILLARDA YAŞIYOR OLSA İDİK." O an anlayamamış idik. Kardeşim hemen açıklık getirdi. "Tabiiki anarşinin, faili meçhul cinayetlerin olduğu bir dönemden bahsetmiyorum." "Peki Orkun abicim nedir seni o günlerde olma hasreti çektiren duygu?" dediğimizde adeta o günleri yaşıyor gibiydi. Gözlerini hafif bir kıstı ve derin bir aahhhhh diyerek başladı anlatmaya.

-Çok paranız yoktu lakin paramızın bereketi vardı.-Pazara; babam, ben ve Hakan abim ile beraber gittiğimizde eve her birimizin elinde ikişer tane file, üstelik dolu dolu giderdik. Banada hep kavun, karpuzu, yumurtaları verirler mutlaka bir kaç tanesini kırmadan eve getiremezdim. Dolabımız dolu dolu idi. Bir bereket vardı.

-Ayağımızdaki ayakkabıların altı delikti, lakin dert etmez çocukluk saikasıyla koştururda koşturur idim, çocuktum ve çok mutluyduk...

-Evde devasa büyüklükte rengarek televizyonlarımız yok idi lâkin komşu Ahmet amcaların akşam evimize misafir olduğu zamanlarda yaptıkları güzelim ve doyumsuz muhabbetlerin hatıraların keyfi vardı.

-Ayakları oymalı, barok usulü yemek masalarımız yoktu. Yerde kasnak üzerinde kocaman bakır sinimiz ve üzerinde bir çorba kasesi olan, o kasedeki çorbaya kaşık sallayan, sofranın izzet ve şanına yakışır bir şekilde bağdaş kurmuş; annem, babam, abim ile o acılı ev yapımı katkısız, hafif acılı tarhananın tadı hala damaklarımızda. Şimdi o tarhananın tadı ne evde nede dışarıdaki çorbalarda var...

-Mahallede herkes mutlu, herkes huzurlu idi. Kimse kimseden kaçmıyor, görmemezlikten gelmiyordu . Yüzler gülüyor ve herkes birbirine selam veriyordu. Şimdiki gibi selam verdi diye yaşlı, pamuk sakallı dedeler dövülmüyordu.

-Yolda sokakta caddede bir ekmek parçasını gördüm mü üç kez öper alnımıza götürür sonrada kedi köpek karınca kuş yesin diye bir yere koyardık. Ya şimdi? Nerede ise ekmekler ayaklarımızın altında ne bakan var nede alıpta öpüp başına koyan...

-Soframızda pişen yemek çorba, ne olursa olsun "komşu hakkıdır, kokusu gitmiştir" diye muhakkak bir tabağa konur ve onu illa ama illa komşumuz Fatma teyzelere götürürdük. Fatma teyze de içi dolu tabağı kesinlikle boş göndermez mutlaka ama mutlaka bir şeyler koyar, tekrar elimize tutuşturur "Annene selam söyle Orkun, Allah razı olsun." ile o tabakları getirir, götürürdük. "

Yetişkinler böylede çocuklar sanki çok mu farklıydı? hayır sanki hepside büyümüşte küçülmüşlerdi. Hepsi, anne ve babalarının durumlarının ve şartların ne olduğunu bilen olgun delikanlı gibiydiler. Yok ken istemezler, ellerindeki ile mutluluğun huzurun ve paylaşmanın olgunluğunu bir ve beraber yaşarlardı. -Bankayı bilmezdik. Banka, anne ve babamızın tahtaden yapılan modern dünyanın dünyamızın çek yatlarıydı. İşte o modern çekyatların olduğu yataklarda, yastıkların altı veya ayaklarının ucu idi banka. Kapıya kim borç istemek için gelse babam "Ne kadar lazım Akif kardeş" "Valla Halil abi 300 lira gibi" Babam rakamı duyduğu gibi gider, AYAK UCU BANKAdan

promosyonsuz (!),

masrafsız(!),

kefilsiz(!),

çeksiz (!) zarfın içinden çıkarır 500 lirayı. "Buyur Akif kardeş" der verirdi Sormazdı hiç. Ne zaman ödeyeceksin? Nasıl ödeyeceksin? Bilirdi, o her daim geriye ve en kısa zamanda geleceğini.

Ya şimdi?

Ne güzel bir zaman dilimi imiş!!!

Ne güzel ahlaklı insanlarmış!!!

Ne karakterli kadınlar imiş!!!!

Ne kadar mutluluk ve huzur dolu bir mahalle imiş!!! Ya şimdi?

Bir sorun kendi(m)nize!!!

Nefsi(n)mize!!!

Komşum(n)uza!!!

Eşinize, çocuğun(m)uza!!!

Bir dokun, bin ah işit.

Sahi biz nerde hata ettik. İşte bunun için KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK? diyorum. Gözlerimiz bir sinema şeriti gibi o günlerin karelerini izledi. Son sözü ise hala beynimin içerisinde çınlayıp duruyor ve bir karınca gibi beynimi kemiriyor.

KEŞKE 1980 LERDE YAŞIYOR OLSA İDİK?.

SAHİ BİZ NEREDE HATA ETTİK? 

Selâm ve dua ile 

Bülent ERTEKİN 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.