Evet kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz. Valla hiç kusura bakmayın, bu konuda benden kısa yazı beklemeyin.
Beyaz Hüzün filminden bahsediyoruz. Konusu kısaca şöyle: Kendisine bağlı birliği Sarıkamış'a ulaştırmak için zorlu bir mücadeleye girişen bir askerin hayatına odaklanıyor. Filmin kahramanı Abrek, Büyük Çerkes sürgünü sırasında (tıpkı benim dedelerim gibi) annesi ile birlikte Anadolu topraklarına sığınır. Fakat kadere boyun eğilmez malum, annesini bir cami köşesinde kaybeder. Yapayalnız kalan ve Osmanlı topraklarına sığınan Abrek, hayatına bir asker olarak devam eder. Balkan Harbine katılan ve yenilgiyi acı bir şekilde hisseden Abrek, Sarıkamış Harekatı için yola koyulur. Onun artık tek amacı, kendisine bağlı birliği Sarıkamış'a ulaştırmaktır.
Tabi filmi izlerken Osmanlı'nın son dönemleriyle ilgili genel bir bakış açımız olsa anlatılmak istenen hikayeyi daha bir içselleştiririz. Bir hazin hikayedir Osmanlının son dönemleri. Sultan Abdülhamid sonrası parçalanmaya başlayan, Jöntürklerin hayalperestlikleri ile alevlenen Trablusgarp, Balkan savaşları, 1. Cihan Harbi ile 25 ayrı cepheye yayılan, Sarıkamış, Çanakkale, Kut'ül Amare, Medine Müdafası, İstanbul'un işgali, milli mücadele ve istiklal savaşı ile devam edegelen muazzam bir dramın hikayesinden küçücük bir kesittir aslında filmde anlatılmak istenilen.
Elbette insanlık tarihinin en büyük dramlarından olan Çerkes Sürgününü de görmezden gelemeyiz. Hele ki İstiklal savaşının geri planda Çerkes-Sebatay bir nevi kapışması olarak da değerlendirmek gerekir. (Bu iddiayı sanırım ilk kez ben dillendiriyorum. Vakit bulursak ayrı bir yazıda konuyu açmayı düşünüyorum.) Tabi bu kapışmanın galibi olarak Sebataylar tarihin seyrinde galip olarak yer alırlar. Çerkes Ethem meselesinin de artık konuşulması gerekmiyor mu?
Neyse filme geri dönelim.
Filmin bir de ön hikayesi var. Hikayenin kahramanı Beyaz Hüzün filminin senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu Kenan Korkmaz ile ilgili.
Hazır gündem Milli ve Yerli Otomobile odaklanmışken bu milli ve yerli sanatçımızla ilgili bir-iki tüyonun da bilinmesi gerekiyor.
Otomobil geçmişimiz malum. İlk Milli ve Yerli otomobilimiz Devrim'in hikayesini de araya sıkıştırmak isterdim ama kafanızı fazla karıştırmayayım. 70'lerde Reno'lar fabrika çıkışı olarak sağ aynasız üretiliyordu.
Alan kişi ilk önce sağ aynayı taktırıyordu.
Polis arabaları da genelde Reno oluyordu ama hiçbir polis cebinden para verip ayna taktırmadığı için sivil polis araçları hemen belli oluyordu.
Bu yüzden polislerin argoda adı 'aynasız' olarak kalmıştır. Bu örneklemedeki gibi ayrıntılar içeriyor Kenan Korkmaz'ın bilinmedikleri.
Kenan Erzurum'da öğrencidir. İçine tiyatro aşkı düşer. Bu aşkın sebebi de biziz. Yani "İnsanlar ve Soytarılar" isimli tiyatro oyununu 80 sonrası İslamcı gençlerin ilk sanat faaliyeti olarak sahnelemeleri muhafazakar gençlikte sanat aşkının ortaya çıkmasına da neden olmuştur, onları cesaretlendirmiştir.
Ulvi Alacakaptan o dönemlerin meşhur tiyatro oyunu "Şahları da Vururlar" oyununu Ferhan Şensoyla sükseli bir şekilde sahnelerlerken bir kominist sanatçı olarak Müslüman olduğunu ilan eder. İran İslam devrimi sonrası tüm dünyada islam dikkatleri üzerine çekmiştir. Mustafa Akad'ın Çağrı filmi, Fransız Kominist Parti başkanı Roger Garaudy'nin İslam'la şereflenmesi ve benzer gelişmeler tüm dünyada İslam'ın dikkatleri üzerine çekmesine sebep olmuştur. Şanlı Afgan direnişini de unutmamak lazım. İslam toplumlarında da bir moral esintileri oluşmaya başlamıştır. Demirperde'nin can çekişme evreleri olayların seyrini değiştirecektir. Artık kominizmin (ateizmin en önemli can kaynağı) can çekişmesi dünya sosyal hayatında da değişimlerin habercisi olacaktır. Türkiye' de Milli görüş olarak adlandırılan Siyasal İslam denilen yapı ve cemaatlerin güçlenmesi ivme kazanmaya başlamıştır.
İlim Yayma yurdunda kalan Anadolu'dan gelmiş fakir çocuklardık; üniversite eğitimi alıp da aileleri tarafından memlekete hayrlı evlat olarak yetişmeleri beklenilen.
Ulvi Alacakaptan yönetiminde, İbrahim Sadri'nin kaleme aldığı, Rahmetli Hasan Nail Canat'ın abilik yaptığı genç çocuklar olarak Afganistan'ın işgali üzerinden dünya siyasetini ele aldığımız oyunumuzu beklentilerin üzerinde bir başarıyla sahneye koyduk. Sanki tüm Anadolu diriliş için bizi bekliyordu. Dünyanın önemli tv kanalları bizimle röportaj için sıraya girmişlerdi. Bir yanda İslam mecmuası ciddi trajlar yapıyor, Fehmi Koru'nun yönetimindeki Milli Gazete, gazete oluyordu. Ali Rıza Demircan'ın "İslama Göre Cinsel Hayat" isimli çalışması ezberleri bozuyordu. O mıymıy pısık müslümanlara bir hal olmuştu. Ekibimizden Barbaros Ceylan'ın oyunumuzda kullandığımız müzikal parçaları camiada İslami Ezgilerin (Yeşilbesk) ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Düşünsenize Müzik haramdır diyen topluluklar ilk kez sahnede "sazéile karşılaşıyorlardı. "Mute Savaşı" nı anlatan ilk bant tiyatrosu muazzam bir akına sebep olmuştu. Sonraları bu bant tiyatroları üzerinden Işıkçılar denilen Türkiye gazetesi TGRT'nin kurulmasına kadar gidecek bir yolculuğa çıkmışlardı. Camiada ben bile ilk standup'çı olarak "Sırf Medeni" isimli gösterimle düğünlerde-derneklerde ortaya çıkmıştım.
Zafer dergi grubu kamuoyuna Allah'ın varlığını delillerle ispatlamak için bilimsel tezler bulmaya gayret ediyordu. O ekolün temsilcilerinden Adnan Oktar Darvinizme ve masonlara karşı savaş açmıştı. Zaman gazetesi ile nurcular olarak bilinen Fethullahçılar filiz vermeye başlamışlardı. Sızıntının ileride büyük sıkıntılara sebebiyet verceğini henüz kimse kestiremiyordu. Ki onlar biz Refah Partilileri yani Erbakancıları kafir olarak işaret ediyorlardı. Ha bir de İrancılar. Sülümancılar o zamanda saman altından yürütmekteydiler sularını.
Hani şimdilerde ağızlarda bir "dava" sakızı var ya işte onun hikayesidir aslında filmimizin gizli konusu. Bizim hikayelerimizi bilmeyip de bizlerin ömürlerini harcadığımız dava ile koltuklarının cakasını satan yeni yetmelerin bilmedikleridir anlatacaklarım.
Konuyu yine uzattım di mi?
Merak etmeyin! Beyaz Hüzün'ü anlatmaya devam edeceğim.
Bez de rengarenktir hüzünler. Az biraz sabredin tamam mı?
FEHMİ DEMİRBAĞ