Günlük hayatta çokça kullanılan kul hakkı kavramı hafife alınmaktadır. Daha doğrusu derinliği düşünülmeden dilimize pelesenk olmuş bir ifadedir. Her ortam ve fırsatta kul hakkından bahsederiz ama farkında olmadan da kul hakkına girmiş olmayı önemsemeyiz.
Yüce Allah bile “bana kul hakkı ile gelmeyin” diye buyurduğu halde bu konu yeterince içselleştirilmiş değildir. Burada büyük resme bakılmakta olup detay gibi görülen kul hakkına girilmiş olmak farkında olmadan ihmal edilmektedir. Helallik almadan kul hakkının ortadan kalkması mümkün olmadığı için de bu konuda çok hassas davranılmalıdır.
Kul hakkı; bir kişi veya gurubun maddi ya da manevi olarak gadre uğraması zarar görmesi şeklinde düşünülmelidir. Kul hakkı genellikle maddi olarak düşünülür ve bir kişinin malının alıkonulması olarak algılanır. Oysaki günlük hayatta manevi olarak da birçok hak gasp edilmektedir. Bunların bir kısmı insanlar arasında farkında olmadıkları için mazur görülebilir.
Fakat farkında olarak, kendine üstünlük ve çıkar sağlamak için bilinçli yapılan eylemin savunması yoktur. Kul hakkı devlet veya vakıf malları üzerinden gerçekleşir ise birçok kişiden helallik alınması gerekeceği için bu telafisi olmayan çok büyük bir vebaldir.
Bu konuda Hz. Ömer halifeliği sırasında çok büyük titizlik göstermiş örnek bir şahsiyettir. Devlet işleri için ayrı özel işleri için ayrı kandil kullandığı örnek olması açısından kıssa olarak anlatılmaktadır.
Kul hakkının tövbesi ise mağdur olan tarafın iradesine bırakılmıştır, eğer hakkını helal etmez ise bu ahirete bırakılmış olur. Cenazelerde helallik istenmesinin temel sebebi bu hakkın dünyada halledilerek diğer tarafa bırakılmamasıdır.
Kul haklarını şu şekilde kategorize etmek mümkündür; yetim malı yemek, hırsızlık yapmak, gasp, cinayet, yalancı şahitlik, rüşvet, alışverişte aldatmak, yalan söylemek, dedikodu, iftira atmak gibi devam eden uzunca bir listedir.
Günlük hayatta bir sıraya kaynak yapmak veya öne geçmek, işini halletmek için devreye birisini sokmak, hafife alınan kul hakkı örnekleridir.
Kul hakkının ahirete kalması durumunda var ise sevaplar karşı tarafa aktarılmaktadır. Bunun yeterli olmaması durumunda karşı tarafın günahları yine kul hakkı yiyenin hanesine yazılmaktadır.
Sonuç olarak, kul hakkından kurtulmanın ve tövbe etmenin tek şartı bu hakka riayet etmektir. Yani karşı tarafla hâlleşmektir. Ahirete bırakılması durumunda çok zor ve çetin bir sınav bizi bekliyor olacaktır. Üstelik te Allah’ta affetmeyecektir!
Saygılarımla,
Erol Aydın