Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Nereden bakarsan bak/ 3

Vecd İçinde Girdiğimiz Mabetlerimizden Huzur Bulamadan Çıkıyoruz Başlığa bakanlar ilk anda yanlış bir yorumlama içine düşebilirler. Evet, mabet kavramı bütün inançlarda arınmanın, huzurun, vecdin, dinginliğin hâsılı insanı vicdani olarak rahatlatan mekânların sembolüdür. Hangi inançtan olursa olsun hatta adını hiç duymadığımız dinlerin ve hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı ritüellerin gerçekleştiği mabetler o inançların mensuplarınca ilahi vecdin, huzurun mekânlarıdır. Gerek İslam literatüründe gerekse diğer kitap ehli dinlerde inanmak, iman etmek en yüce olan, daha üstü olmayan bir anlama sahiptir. Yani şu vurgu yapılmıştır: sizin dininiz sizin en çok değer verdiğinizdir. O zaman günümüz insanın en çok değer verdiği şeyler sıralamasında teolojik öneme sahip mabetler alt sevilerde işlev görmektedir. Bu neredeyse bütün dinler için aynıdır. Avrupa’nın muhteşem bir sanatla bezeli katedralleri de İslam’ın görkemli camileri de aslına uygun olarak değil de global inanç kültürünün birer istasyonlarıdır aslında. Sultan Ahmet camisine Cuma günleri hariç sair günler ibadet için gidenlerden daha çok turistler gitmektedir… Evet, bugün tüm dinlerin üstünde global bir din vardır; tüketim dini. Bu din, toplumu öylesine etkilemektedir ki doğuştan ya da kültüründen aidiyet kazandığı İslam, İsevilik, Budizm vesaire gibi inanç değerleri üst din olan tüketim dini için bozuk para gibi harcanmakta, zevklere meze yapılmaktadır. Yazının üslubunu sert bulabilesiniz lakin bu hakikati değiştirmiyor. Bunu ilk defa da ben dile getirmiyorum. Ben sadece tekrar hatırlatıyorum. Bunu modern toplumda dile getirenler Jean Baudrillard, George Ritzer ve daha pek çok Batılı entelektüel olmuştur. İnsan, en fazla değer verdiği, en çok inandığı şeyler için can verebilir. Mesela biz Müslümanlar için inandığımız değerlere canımızı vermek büyük bir onur olarak kabul edilir. Hatta peygamberlikten sonra en üst makam olarak kabul edilen din için ölmek şehitlik mertebesi ile kutsanır. Şimdi bu yazıyı okuyanların sıkılarak “bu ne diyor” diye iç geçirdikleri bir gerçekle yüzleşelim artık. O gerçek tüketim gerçeği, biz her şeyi tüketiyoruz inançlarımızı, değerlerimizi… Bizler her türlü sıkıntıdan alude, ışıltılı bir dünyanın hazzına ulaşmak için tüketim katedralleri olan fast food restoranları ve isim hakkı kullanan dükkânlar, zincir mağazalar, AVM’ler, elektronik alışveriş merkezleri, indirim mağazaları, süper mağazalar, seyahat gemileri ve sair mekânları tavaf ederek hedonik bir vecde ulaşmak gayretindeyiz. Geçen hafta Black Friday olarak isimlendirilen fakat İslam ülkelerinde yayın yapan kitle iletişim araçlarında Müslümanların cılız tepkilerini azaltmak için muhteşem Cuma şeklinde bir teknik garabetle anons edilen çılgınlığa hep birlikte şahit olduk, şahit olmakla kalmadık bu hedonizmin birer parçası da olduk hiç kuşkusuz. Zirai, sanayi, enformasyon derken olduk tüketim toplumu peki çılgınlığa ulaşan bu tüketim toplumunu kim, nasıl ve niye inşa etti, biz neden buna esir olduk? Bizi her durumda rahatlatan sosyal psikolojide bir durum vardır: başkası nasılsa ben de öyleyim, herkes benimle aynı durumda psikolojisi o sebepten rahatlayacaksak şunu söyleyeyim bu tüketim çılgınlığının mahkûmu sadece biz değiliz hatta Türk toplumu alım gücü bakımından düşük seviyede sayıldığı için Avrupa, ABD ve Arap âlemi bu çılgınlıkta son raddeye gelmiş, bizden hayli ileri durumda. Bu tüketim çılgınlığının altında yatan sebepleri sıralamak gerekirse sosyalleşmek, stresten çıkmak, kafa dağıtmak, başkalarını mutlu ederek mutlu olmak, piyasadan haberdar olmak ve ucuza alarak değer elde etmek gibi şeyleri ileri sürmek mümkündür. Black Friday ile ilgili haberleri seyrederken dünyanın pek çok yerinde  “mal” kapmak için yaşanan izdihamlarda can kayıplarına varan görüntülere şahit olduk. Buna benzer izdiham görüntülerine hac zamanlarında bazı mekânlarda kısmen rastlansa da camilerde ve sair ibadet mekânlarında hiç rastlandığına şahit olmadım. Şimdi içimiz ürperse de rahatça diyebilir miyiz tüm negatifliklerden arınmak, hazzın doruklarına ulaşmak için girdiğimiz tüketim mabetleri bizleri teselli etmektedir. Ben bunu her denediğimde hep daha fazlası yok mu diye tatminsizlik yaşamakta, daha da mutsuz olmaktayım. Kişi kendinden bilir işi…
Ekleme Tarihi: 30 Kasım 2018 - Cuma

Nereden bakarsan bak/ 3

Vecd İçinde Girdiğimiz Mabetlerimizden Huzur Bulamadan Çıkıyoruz

Başlığa bakanlar ilk anda yanlış bir yorumlama içine düşebilirler. Evet, mabet kavramı bütün inançlarda arınmanın, huzurun, vecdin, dinginliğin hâsılı insanı vicdani olarak rahatlatan mekânların sembolüdür. Hangi inançtan olursa olsun hatta adını hiç duymadığımız dinlerin ve hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı ritüellerin gerçekleştiği mabetler o inançların mensuplarınca ilahi vecdin, huzurun mekânlarıdır.

Gerek İslam literatüründe gerekse diğer kitap ehli dinlerde inanmak, iman etmek en yüce olan, daha üstü olmayan bir anlama sahiptir. Yani şu vurgu yapılmıştır: sizin dininiz sizin en çok değer verdiğinizdir. O zaman günümüz insanın en çok değer verdiği şeyler sıralamasında teolojik öneme sahip mabetler alt sevilerde işlev görmektedir. Bu neredeyse bütün dinler için aynıdır. Avrupa’nın muhteşem bir sanatla bezeli katedralleri de İslam’ın görkemli camileri de aslına uygun olarak değil de global inanç kültürünün birer istasyonlarıdır aslında. Sultan Ahmet camisine Cuma günleri hariç sair günler ibadet için gidenlerden daha çok turistler gitmektedir… Evet, bugün tüm dinlerin üstünde global bir din vardır; tüketim dini. Bu din, toplumu öylesine etkilemektedir ki doğuştan ya da kültüründen aidiyet kazandığı İslam, İsevilik, Budizm vesaire gibi inanç değerleri üst din olan tüketim dini için bozuk para gibi harcanmakta, zevklere meze yapılmaktadır. Yazının üslubunu sert bulabilesiniz lakin bu hakikati değiştirmiyor. Bunu ilk defa da ben dile getirmiyorum. Ben sadece tekrar hatırlatıyorum. Bunu modern toplumda dile getirenler Jean Baudrillard, George Ritzer ve daha pek çok Batılı entelektüel olmuştur. İnsan, en fazla değer verdiği, en çok inandığı şeyler için can verebilir. Mesela biz Müslümanlar için inandığımız değerlere canımızı vermek büyük bir onur olarak kabul edilir. Hatta peygamberlikten sonra en üst makam olarak kabul edilen din için ölmek şehitlik mertebesi ile kutsanır. Şimdi bu yazıyı okuyanların sıkılarak “bu ne diyor” diye iç geçirdikleri bir gerçekle yüzleşelim artık. O gerçek tüketim gerçeği, biz her şeyi tüketiyoruz inançlarımızı, değerlerimizi…

Bizler her türlü sıkıntıdan alude, ışıltılı bir dünyanın hazzına ulaşmak için tüketim katedralleri olan fast food restoranları ve isim hakkı kullanan dükkânlar, zincir mağazalar, AVM’ler, elektronik alışveriş merkezleri, indirim mağazaları, süper mağazalar, seyahat gemileri ve sair mekânları tavaf ederek hedonik bir vecde ulaşmak gayretindeyiz.

Geçen hafta Black Friday olarak isimlendirilen fakat İslam ülkelerinde yayın yapan kitle iletişim araçlarında Müslümanların cılız tepkilerini azaltmak için muhteşem Cuma şeklinde bir teknik garabetle anons edilen çılgınlığa hep birlikte şahit olduk, şahit olmakla kalmadık bu hedonizmin birer parçası da olduk hiç kuşkusuz.

Zirai, sanayi, enformasyon derken olduk tüketim toplumu peki çılgınlığa ulaşan bu tüketim toplumunu kim, nasıl ve niye inşa etti, biz neden buna esir olduk? Bizi her durumda rahatlatan sosyal psikolojide bir durum vardır: başkası nasılsa ben de öyleyim, herkes benimle aynı durumda psikolojisi o sebepten rahatlayacaksak şunu söyleyeyim bu tüketim çılgınlığının mahkûmu sadece biz değiliz hatta Türk toplumu alım gücü bakımından düşük seviyede sayıldığı için Avrupa, ABD ve Arap âlemi bu çılgınlıkta son raddeye gelmiş, bizden hayli ileri durumda.

Bu tüketim çılgınlığının altında yatan sebepleri sıralamak gerekirse sosyalleşmek, stresten çıkmak, kafa dağıtmak, başkalarını mutlu ederek mutlu olmak, piyasadan haberdar olmak ve ucuza alarak değer elde etmek gibi şeyleri ileri sürmek mümkündür.

Black Friday ile ilgili haberleri seyrederken dünyanın pek çok yerinde  “mal” kapmak için yaşanan izdihamlarda can kayıplarına varan görüntülere şahit olduk. Buna benzer izdiham görüntülerine hac zamanlarında bazı mekânlarda kısmen rastlansa da camilerde ve sair ibadet mekânlarında hiç rastlandığına şahit olmadım.

Şimdi içimiz ürperse de rahatça diyebilir miyiz tüm negatifliklerden arınmak, hazzın doruklarına ulaşmak için girdiğimiz tüketim mabetleri bizleri teselli etmektedir. Ben bunu her denediğimde hep daha fazlası yok mu diye tatminsizlik yaşamakta, daha da mutsuz olmaktayım. Kişi kendinden bilir işi…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.