ORMANDA KITLIK VAR -7-
Yakın zamanda Orman Konsey’ine ait gazete olan “Animal Times” küresel ısınmanın Arvalap Adası’nda da hissedileceğini yazmıştı. Maymunlar Birliği’nin “Fısıltı Gazetesi” de benzer tarzda yayınlar yapmaya başladığında orman halkında bir endişe peydahlandı. Bu haberlerin işaret ettiğine göre ormanda büyük bir kıtlık başlayacaktı. Herkes tedbirini almalıydı. Hayvanlar için açlık hiç istenilmeyen bir durumdu. Bilinmezlik ya da bir başka adıyla belirsizlik ormanında bu konuda tahammül edilemezdi.
Konsey üyeleri ormandaki tahakküm ve hegemonyaları için ince planları her an için devreye koyarlardı. Zaten medya ellerinde olduğu için bu onlar için kolay bir şeydi. Küresel ısınma, mevsimsel değişiklikler, savaşlar, salgın hastalıklar, gıda spekülasyonları, tarım ve gıdada yönlendirme onlar için planlarının uygulanmasında her zaman için başvurdukları yöntemlerdendi. Şahin ya da atmaca yeri gelir sinek kadar önem arzetmez ama bir sineğin kanadı bile ormanın gündemini belirlemek için bahane olabilirdi.
Kıtlık denilince hemen stokçular devreye girerlerdi. Kargalar, sincaplar bile fazlasıyla gıdayı zula yaparlardı. Leşçiler için sorun yoktu; onlar zaten ne bulsalar işkembeye homidigırtlak indirirlerdi. Taze, temiz ve helal gıda derdinde olanlar için endişe olsa da yokluk hususunda çekirge sürüleri herkesi eşitlerlerdi.
Kıtlık zamanları ormanda acaip haller yaşanır. İşte onlardan birini anlatayım sizlere. Ateist domuz kıtlığın başladığı günlerde ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyordu. “Evrim ne güzellikler yaratıyor!” diye düşünüp mest oluyordu bir yandan da. Birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamıştı. Domuz bütün gücüyle kaçıyor ama her arkasına bakışta ayının daha da yaklaşmış olduğunu fark ediyordu. Dakikalarca süren bir kaçışın sonunda domuzun ayağı yerdeki dala takılır, ayı domuzun üzerine atlar, pençesini kaldırır. Tam vurmaya hazırlanırken domuz; “TANRIM” diye bağırır. Bir anda zaman durur, ayı donar, ormandaki nehir bile akmaz olur. Bir anda orman kararır ve gökyüzünden bir ışık huzmesi domuzun üzerine parlar. Çok derinden gelen ilahi bir ses domuza:
“Yıllarca bana inanmadın, yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın, sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım?” demiş. Domuz utanç içinde:
“Biliyorum bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık, ama belki Ayı’yı dindar yapabilirsin!” der. Ses: “Peki” diye karşılık verir ve ışık tekrar bir anda kaybolur. Nehir tekrar akmaya başlar. Her şey eski haline döner. Ayı iki pençesini de göğe doğru çevirir ve konuşmaya başlar:
“Tanrım, senin rızan için oruç tuttum, senin rızkınla orucumu açıyorum, hamdolsun verdiğin nimetlere!..”
Kıtlık zamanı hatta diyet zamanları Oruç ibadeti tekrardan hatırlanır. Keşke zekat, sadaka gibi kurallarda hiç unutulmasa.
Bozkurt işte böyle afili zamanlarda orman halkına kendi kadim geleneklerinin öneminden sitayişle bahseder. Özellikle yardımlaşmanın öneminden bahseder. Konuyu da bir fıkra ile pekiştirir:
“Bir kıtlık zamanında insanların önemli şahsiyetlerinden Nasrettin Hoca'yı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler :
"Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?" demişler.
"Komşusu açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp olsun" demiş Hoca, " Komşusu açken tok yatmak, ya her zaman, her yerde ayıptır, ya da hiç ayıp değildir."
Bu arada Bozkurt’un tarihe geçen şu konuşmasına da yer vermeden geçemeyeceğim. Buyrun okuyun!
“Ey hayvanlar! Yüzyıllardır halkımızın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Bozkurt her ne söylerse, Orman Konseyi üyeleri ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.
Orman Konseyi başkanı Aslan Kraliçe bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte son kıtlıktan sonra bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Ama biz onun önerisini düşüneceğiz. Çünkü iyi biliyoruz ki eğer topraklarımızı satmazsak, orman konseyi üyeleri ve yandaşları gelip onu gene elimizden alabilir. Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz. Gökyüzünü, toprağı, kayaların sıcaklığını, nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?
Bir zamanlar hayvanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgârda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük hayvan toplulukları artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkımız için kutsaldır. Biz bunları belki de vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz! Bu dünyanın her parçası benim hayvanlarım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımızın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.
Orman Konseyi üyeleri ve yandaşlarıve Hill bölgesinin insanları için durum hiç de böyle değildir. Bir konsey üyesi, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Her ne kadar yalnızlığımızla bilinsek de biz kurtların gerçek anasının toprak olduğuna inanırız. Nasıl biz dünyanın bir parçası isek, o da bizim bir parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler, bizim kız kardeşlerimizdir. Geyik, at, göğün kuşları bunlar da bizim erkek kardeşimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve hatta insan; hepsi aynı ailedendir. Öyleyse, Konseyin elebaşları, kıtlığı bahane ederek topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş oluyor. Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur.
Konsey güya bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayırdığını söylemiş. Onlar bizim babamız ve biz de onun çocukları olacakmışız! Öyleyse topraklarımızı alma önerisini düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir. Onlar bizim atalarımızın kanıdır. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza da öğretiniz. Göllerin berrak sularındaki her bir yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir. Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir. Susuzluğumuzu giderirler ve çocuklarımızı beslerler.
Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Eğer toprağımızı size satarsak hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle herhangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de göstermelisiniz.
Tıpkı dağlardaki sisin sabah güneşi önünden kaçması gibi Konsey’in aldığı her karara şüpheyle yaklaşırız. Ama babalarımızın mezarları kutsiyet arzederler. Buralar bizim vatanımızdır.Bu tepeler, ağaçlar dünyanın bu parçaları, bize sunulmuştur.
Konsey ve üyeleri ve yandaşlarının bizim hayattan ne anladığımızı anlamadığını biliyoruz. Onlar için, toprağın bir parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip, topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. Konsey için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Konsey üyeleri ormandan, topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Aldıklarının kendinden parçalar olduğunun bilincinde değildir. Çünkü toprak konseyin dostu değil, düşmanıdır. Konseyin adamları topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır. Dünya onun anası değil düşmanıdır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve yolunda giderken babalarının mezarını geride bırakır. Buna da hiç aldırmaz. Dünyayı çocuklarından uzaklaştırır. Buna da aldırmaz. Babalarının mezarları da, çocuklarının bu dünyadaki hakları da unutulmuştur.
Orman 5’ten büyüktür! Bunu anlamamız lazım. Konsey, anası olan dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün Arvalap Adası’nı da yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.
Konsey üyeelrinin yaşam bölgelerinde de huzur ve barış yoktur. Onların alanlarında, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer bulunmaz. Ama bu belki de benim vahşi ve barbar olduğumdan ve anlamadığımdandır. Çünkü, patırtı,takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir.
Ben Bozkurt’um! Bunlardan başkasını anlayamam. Belki de bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. Hayvan eğer ağaçtaki bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında toplanmış tartışan kurbağaların ve doğanın seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı ve değeri kalır?
Bir Bozkurt’um ve anlamıyorum. Biz kurtlar, bir su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgarı her şeye yeğleriz. Ötüken ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hayvanlar, ağaçlar, hatta insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır. Hava kurtlar için çok kutsaldır. Aldığı nefes, Konseyin muhteris üyelerinin dikkatini çekmiyor gibi. Konsey üyeleri, öleli uzun günler olmuş ve kötü kokuyla uyuşmuş gibidir. Leş gibidirler.
Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Unutmamalısınız ki, hava sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır. Büyük babamıza ilk nefesi veren rüzgar, onun son soluğunu da kabul etmiştir ve aynı rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhunu verir. Eğer size toprağımızı satarsak, çayırlardaki çiçeklerden tat alan rüzgarı koklamasını öğrenmelisiniz, onu korumalısınız ve kutsal tutmalısınız. Bu kokuya konsey üyesi hayvanların bile gereksinmesi vardır.
Kıtlığı bahane ederek toprağımızı almak önerinizi düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek, bir koşulumuz olacak: Konsey, bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak… Kurtlar sizin yollarınızı, sizin adetlerinizi anlamazlar. Çayırlarda çürüyen binlerce buffalo gördüm!.. Konseyin, amaçsızca bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hala anlayamadığım binlerce buffalo.. Ben vahşiyim ve konseyin hırsının buffalodan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum!.. Ve biz vahşi olduğumuzdan buffaloyu yalnız aç kalmamak için öldürürüz. Hayvanlar olmadan diğer hayvanlar nedir ki?
Canlıların yok edildiği bir dünyada hayvan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün bizim başımıza gelen yarın bütün canlıların başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır. Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu bile o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü. Ayakları altındaki toprakların, büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağın, akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak hayvana değil, hayvan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da, hayvanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Konsey üyeleri bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için Bozkurt ile aslanın, kartalın, horozun, pandanın, ayının farkı yoktur. Ve bozkurtlar gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.
Konsey üyelerini bu topraklara getiren ve Bozkurt’u boyunduruk altına alma gücünü veren beşeriyetin ve hayvanatın adalet anlayışını anlayamıyoruz. Tıpkı buffaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer konseyin kokusuyla dolmuş. İşte o gün bütün hayvanlar ve bütün bitkiler için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış hayvanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye kurtların kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor.
Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama cehaletimiz ve bencilliğimiz yüzünden kesinlikle bir gün gerçekleşecek. Son kurt yok olup, kabilemin hatıraları konsey için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak. Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir mağarada, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, ormanın kuytuları bile tenha görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Konsey asla yalnız kalamayacaktır. Konseyin, benim hayvanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölüm mü dedim? Ölüm diye bir şey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan…
Bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi, siz de kendi çocuklarınıza öğretin: Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer hayvanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz. Dünya yalnızca insanlara ve konsey üyelerine ait değildir. Hayvanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır.
Kıtlığı bahane ederek halkım için ayrılan bölgeye gitme önerinizi düşüneceğiz. Ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz o kadar önemli değil artık. Çünkü çocuklarımız babalarının aşağılandığını görürler. Kalan günlerimiz çok olmayacaktır. Bir zamanlar sizin gibi güçlü olanların ve ormanlarda özgürce dolaşanların mezarları da kalmayacak. Onları anmak ve yaslarını tutmak için, bir zamanlar bu dünyada yaşamış olanların çocukları da kalmayacak… Bunun için neden yas tutalım?
Kabileleri hayvanlar yapar. Hayvanlar gidince, kabileler de olmaz. Bozkurtlar da yok olur. Tıpkı denizin dalgaları gibi; hayvanlar gelir ve hayvanlar gider. Şimdi de sanki arkadaşıymış gibi kendisiyle konuşabilen Tanrısıyla birlikte konsey üyeleri gelmiştir. Bildiğim bir şey var ki, belki konsey de bir gün bunu keşfedecektir. Siz nasıl şimdi bizim toprağımıza sahip çıkmak istiyorsanız ve sonunda sahip olduğunuza inanacaksanız, aynı şekilde Tanrınıza da sahip olduğunuza inanıyorsunuz. Ama hiçbir zaman olamayacaksınız!.. Eğer Tanrı sizin anlattığınız gibi gerçek Tanrı ise, sevecenliği yalnız Konsey üyelerine ait olamaz. Konseyin bencil üyeleri de bir gün diğerleri gibi geçip gideceklerdir. Tıpkı denizin dalgaları gibi. Yatağına pislik yığmaya devam eden, bir gece kendi pisliğinde boğulacaktır.
Son, bize bir sırdır: Sizin getirdiğiniz gibi bir sonu biz anlayamıyoruz. Dipdiri tepelerin sloganlarla lekelendiğini, ormanın gizli köşelerini neden pek çok konsey üyelerinin yardakçılarının kokusunun doldurduğunu, vahşi atların neden tutsak edildiğini, bufaloların neden katledildiğini biz anlamıyoruz. Böyle bir son bize bir şey anlatmıyor. Çalılıklar nereye gitmiş? Göğün kuşları nereye kaybolmuş? Hızlı koşan bir ata ve av avlamaya neden veda etmek gerekecekmiş? Bütün bunlar ne demektir? Yaşamın sonu... Ve herhalde yeniden yaşamaya çalışmanın başlangıcı...
Toprağımızı alma önerinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu belki de bize vaat ettiğiniz bölge için olacaktır. Orada belki de kalan günlerimizi gönlümüzce yaşayabiliriz. Bir gün bu kıtlık bitecek ve bahaneniz kalmayacak. Siz ise tarihe zalimler olarak geçeceksiniz.
Bu dünyada, son kurt da yok olduğu zaman, yalnızca çayırlar üzerinde bulut gibi hareket eden bir anı kalacaktır. Bu kıyılar, bu ormanlar halkımın ruhunu koruyacaktır. Çünkü onlar bu dünyayı yeni doğan bir çocuk anasının yürek atışını nasıl severse, öyle severler...
Öyle ise, toprağımızı alırsanız, onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Anılarını da aynen saklayınız. Onu çocuklarınız için; bütün gücünüzle, bütün aklınızla ve bütün kalbinizle koruyunuz ve seviniz.
Göreceksiniz… Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz. Hakikat değişmeyecek ama; Orman 5’ten büyüktür!
Fehmi Demirbağ