Dil, din, ırk ve inanış ayırt etmeksizin toplumların her kesiminden insanın rahatlıkla kabul edeceği, üzerinde uzlaşabileceği ortak kavramlardan biri de özgürlüktür. Genel kabul gören ortak kavramlar aynı zamanda, dünyayı kendilerine bahşedilmiş bir yer görüp diğer insanların da kendilerine hizmet etmek için yaratılmış köleler olduğuna inanan zihniyet tarafından birer sömürü ve istismar aracı olarak kullanılmaktadır. Özgürlük kavramının istismarını, fikirsel anlamda hümanist bakış açısı ile birleştirdiğinizde ateizmle buluştuğu noktayı yakalamış oluruz. Pratik anlamda ise İslam ülkelerine kan ve gözyaşı götüren bir silah olarak düşünebiliriz. Şimdi konuyu fazla dağıtmadan sosyal medyanın özgürlük ve esaret anlayışına bakalım.
Kalbe ve kulağa hoş gelen söylemler her zaman savunma mekanizmamızın zayıflamasına sebep olmuş ve olayların başlangıç, gelişim ve sonuç süreçlerini sağlıklı değerlendiremez duruma gelmemiz ile neticelenmiştir. Sosyal medyanın özgürlük hikâyesi, 21. Yüzyılın başlarında sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken başladı. Artık sayısız mecrayı birbirine bağlayan, “biz de varız” diyebildiğimiz modern ağ toplumunun bireyleri haline gelmiş olduk. İçerik üretip yorum yapabilen, edilgen ve durağan medya süreçlerinden, etken, üretken ve etkileşime açık medya süreçleri dönemine ayak bastık. Artık, “ben de varım, ben de söz sahibiyim” düşüncesiyle, kişisel yaşantımıza ve özel hayatımıza dair çok fazla bilgiyi paylaşmaya başladık. Üniversiteye başladık, mezun olduk, işe başladık, nişanlandık, evlendik, çocuğumuz oldu, çocuğumuz okula başladı ve biz bu bilgilerin hepsini sosyal medya hesaplarımızda paylaştık. Sanki paylaştığımız şeyler öylece kalıyor, kimse bu bilgileri kaydetmiyor, değerlendirmiyor gibi. Hatta bazen bu paylaşımlar mahremiyet sınırlarını zorladı, özel hayatımızda tamiri mümkün olamayan hasarlar oluşturmaya başladı.
Bizi birileri takip ettikçe, paylaşımlarımızı beğenip paylaştıkça, güzel yorumlar yazdıkça, takipçi sayımız arttıkça heyecanlandık. Bu arada bilimsel olarak bu heyecan duygusunun, beyinde, cinsel ilişki esnasındaki hissedilen heyecanla aynı merkez kaynaklı olduğunu bilmiyorduk. Bazılarımız fenomen yani popüler kişilerden oldu. Artık, “sizi sosyal medyadan takip ediyorum” diyenlerle karşılaşmaya başladılar. Sosyal medyanın adeta insan vücudunun yeni türeyen bir uzvu haline gelmesi, sabah uyanır uyanmaz ilk olarak akıllı telefonumuzu elimize almamız, aklımızın hep bildirimlerde olmasıydı özgürlük dediğimiz şey. Post-modern dünya bize fırsat eşitliği verdi, kendini ifade edebilme, fikrini ortaya koyabilme, düşüncelerini özgürce paylaşabilme hakkı verdi diyebiliriz!
Pekiyi ama durum acaba gerçekten böyle mi? Gerçekten özgürleşiyor muyuz, yoksa sosyal medyayı daha aktif kullandıkça esaret altına mı giriyoruz? Facebook gerçekten üniversiteli bir çocuğun fikri olarak mı üretildi? Google bir otomobil garajında mı kuruldu? Instagram ve Twitter gerçekten bilişim tutkunu bir grup genç tarafından mı oluşturuldu? Sizce bilgi ve teknolojinin akıl almaz boyutlara ulaştığı bir dönemde bütün bu yaşananlar tesadüflerle yani birkaç basit hikâye ile izah edilebilir mi?
Tabi ki hayır. İnsanın her an takip edilebilir hale gelmesi, bütün bilgilerinin kayıt altına alınması özgürlük değildir. Yüz tanıma ve parmak izi okuyucu sistemlerinin kontrolümüz dışında çalışması, kameraların dört bir tarafımızda var olması, nerede olduğumuzun kolayca tespit edilebilmesi özgürlük değildir. Adına Big Data denilen sistemin her şeyimizi bilmesi ve takip etmesi ancak modern, dijital bir cezaevi olarak nitelendirilebilir. Fikirlerimizin algı operasyonlarına maruz kalması, haberlerin belli merkezler tarafından servis edilmesi, teknolojik imkânlarla oluşturulan düşünce akımlarının tamamı modern esaretin birer göstergesidir. Özgürlük adı altında sunulan sosyal medya hesapları bilgi sahibi olunmadan kullanıldığında sadece esaret oluşturur. Özgürlük hikâye, gerçek olan esaret.
Kaynak milligazete