Bazı büyüklerin, güya küçük çocukları test etmek amacıyla sordukları klasik ve gereksiz bir soru vardır. Çocuk hangi cevabı verirse, versin bununla tatmin olmazlar ve çocuğun kafasını karıştırmaktan sadistçe haz duyarlar.
Herkesin tahmin ettiği gibi bu soru, “anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun?” Zavallı çocuk en değerli varlıklarının bu şekilde karşı karşıya getirilmesinin şokunu yaşayarak bocalamaktadır. Pedagojik olarak da yanlış olan bu ve benzeri soruların sorulmaması küçük dimağların selameti açısından kaçınılmazdır.
Benzer kısırdöngü sosyolojik olarak Türklük ve Müslümanlık için de geçerlidir. Kendinizi tanımlarken öncelik hangisindedir? Bu tür tartışmalarda öncelikle şunu ayırt etmek gerekiyor, bu iki kavram birbirinin ikamesi değildir. Birini diğerinin yerine kullanamazsınız. Bunlar ikisi bir arada birbirini tamamlayan ve bütünleyen unsurlardır. Birini diğerinden ayırmak ve sıralamaya tabi tutmak gereksiz polemiklerin yaşandığı bir kısırdöngüye girer ki bir netice elde etmek mümkün değildir. Buradaki ilişki ruh ve beden ilişkisi gibidir.
Türkler Anadolu’ya göç etmeden önce Müslüman olmadıkları halde bu dinle şereflendikten sonra sancağı hep ellerinde tutmuşlardır. İslami kabul ettikten sonraki dönemlerde bu durum Türklüğümüze değer katarak bizi daha da yüceltmiştir. Bu durum tahin ile pekmezin birlikteliği gibidir. Her bir ürün tek başına bir değer taşımakla birlikte bir araya geldiklerinde sinerji ile ikisinin toplamından daha büyük bir anlam taşımaktadırlar. Bizlerin de Türklüğümüzü Müslümanlıkla taçlandırmamız bizi her alanda daha büyük işler yapmak için her daim zirveye taşımıştır.
Kuru kuruya yapılan milliyetçilik tartışmalarından bir sonuç çıkmayacağı gibi aynı şekilde sadece ümmetçilik yapmakta bizi bir yere taşımayacaktır. Her iki kavramı akıl süzgecinden geçirip, damıtarak elde edilen sentezden yeni değerler üretmek bizim yolumuzu açacaktır. Geçmişten günümüze bu iki kavramla ilgili kısır tartışmalar bizi bölmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şeye yaramamıştır. Türklüğümüzle her zaman gurur duyacağız, inancımızla da kendimizi törpüleyerek yeni ufuklara yelken açacağız.
Siyasette de her iki kavramı tek başına ele alıp ivme kazanmak isteyen partiler ve oluşumlar kadük kalmaya mahkum olmuşlardır. Her ikisini birlikte harmanlayıp denge tutturanlar ise başarılı olmuşlardır.
Sonuç olarak; 21.yüzyılda geçmişte kalması gereken bu tür tartışmaların üstünü örterek yeni mecralara yelken açmak zorundayız. Yoksa çağı yakalamamız ve muasır medeniyetler seviyesini görmemiz hayal olacaktır. Dünya değişir ve dönüşürken zamanın ruhunu okumak zorunda olduğumuz gün gibi ortadadır.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın