Coşkun Aral:
YAŞADIKLARIMDAN ASLA PİŞMANLIK DUYMADIM, ÖFKEM YAŞAYAMADIKLARIMA
Gazeteci sıfatı çok yönlülüğü gerektiren bir sıfat, mesleğe gazeteci olarak başlayan Coşkun Aral, uluslararası savaş fotoğrafçısı, gezgin, macera insanı, belgesel yapımcısı unvanlarına da sahip biri Aral’la yaptığımız röportajda bilhassa gençlerin hayata nasıl bakması, geleceğe nasıl hazırlanması konuları üzerinde konuştuk. İnsanın hayata nereden bakması, olayları nasıl okuması gibi konularda ilginç söylemleri olan Aral’ın mesleki anlamda kendi yerini tanımlaması ve medya işletmeciliği konusunda söyledikleri enteresan şeylerdi…
Bilal Dursun Yılmaz: Büyük yönetmenler yaptığı hiçbir filmi, kendisini tanıtan film olarak görmezken çok kısa bir film çeker ve ben buyum der. Sizin diğer belgesel yapımcılarından farkınız nedir? Ben Coşkun Aral’ım dedirten bir çalışmanız var mı?
Coşkun Aral: Ben, açıkça söylemek gerekirse belgeselin deve kuşuyum. Biraz zor anlaşılır bir tanımlama ama ne kuşum ne deveyim çünkü benim ülkemde az önce sizin de izlemiş olduğunuz bir belgeseli TV kanallarında göstermeye kalkarsan kimse izlemez. Bilgi taşıma olayını yıllardan beri hep evrensel bir metotla evrensel bir biçimde farklı pazarlara mal gibi sunan bir haber programcısı olduğum için kimin ne aldığını kimin neden hoşlandığını biliyorum. Yani o özelliğim var. Onun sayesinde zaten şu anda ayaktayım ve kendi kendimize sponsorluk yapıyoruz. Ben ve arkadaşlarım bu tür çalışmalarda kolay kolay destek bulamıyoruz veya sizi hakikaten kullanıyorlar art niyetli bazı insanlar. Bütün bunlar yapılırken belgeseli hiç sevmeyen bilgi ile buluşmayı içgüdülerinden sonraya bırakan bir toplum içindeyim. Buna toplumumuzun ancak binde dördü meraklı diyebiliriz buna. Bunlar üniversitelerin yapmış oldukları araştırma sonuçları. Türkiye’de gerçek anlamda bilgi ve belge programlara verilen değerin ölçeği bu. Böyle bir ortamda sizin insanları daha çok ekrana belgesele bağlamak için birazda simyacılık yapmanız gerekiyor yani işin içine merak güldürü oranları sınırlanmış bir takım öğeleri koymanız gerekiyor. Bütün bunları bir doktor bir eczacı gibi hesaplıyorsunuz aksi halde dozlar biraz kaçtığı zaman ortaya çok farklı programlar çıkıyor eğlence programlarını belgesel diye izlettiriyorlar şarlatanlıkları belgesel diye izlettiriyorlar.
BDY: Coşkun Bey cüzdan ile vicdan arasındaki ince çizgide idealizm nerede duruyor? Siz buna bir örneksiniz, bunu nasıl açıklarsınız?
CA: Medya’da görüntü maldır denir. Gerçekten görüntünün mal olduğunu Kırgızlar belgeselinde gördüm. Rahmankul’un 1970’lerde Pamir’de çekilen görüntülerini BBC’den isterken çok ciddi bir tarifeyle karşılaştık ve alamadık o programın başındaki bütün görüntüleri canlandırma ve eskitme gibi çok farklı bir taktikle yaptık. Çünkü o parayı verecek imkânımız yoktu zaten. Kültür Bakanlığı’nın %100’ü değil %10’u bile elimize geçmeyen bütçesiyle ve kendi gücümüzle kendi imkânlarımızla yaptık. Bu tamamen 5 arkadaşın ortaklaşa yaptığı bir çalışma. Ne yazık ki bizim insanımızın belgeye değil, gelecekteki insanına yatırımı yok. Yani çocukları yetiştirirken bile dünyalık derdindeyiz, çocuğa alacağı apartman ve arabayla övünüp bununla hava atıp bunun gelecek olduğunu düşünen bir zihniyet var. Hâlbuki onun koluna takacağı bir altın bilezik bir meslek asla düşünülmüyor.
BDY: Coşkun Bey bizim problemimiz şu; biz üniversiteyi bitireceğiz, aldığımız bir eğitim var, eğitim alırken de çalışıyoruz ama hep şunu görüyoruz ki, gittiğiniz zaman bir misyonun adamı olmadığınız zaman sizin bilginiz, yaptıklarınız pek fazla dikkate alınmıyor. O zaman ben niçin okuyorum?
CA: Kısaca bir şey söyleyeyim İsviçre çakılarını diğer çakılardan ayıran bir özelliği vardır. Nedir bu farkı? Çok yönlü kullanımı olmasıdır. Sizin de kullanım alanınız ona ilişkin merakınız sizi yaşatır.
BDY: Gönül rahatlığıyla bunu söyleyebilir misiniz?
CA: Ben dünyayı gezerken fotoğrafçılığımla dolaştım tasarımcılığımla dolaştım. Bana kimse cebime para koyup da al demedi. Hayatım boyunca araba kullanmayı bilmezken bir anda off-road’a merak saldım. Camel Trophy ile beni dünyanın aşağı yukarı üçte biri ile buluşturdu. İsviçre çakısı gibi çok fonksiyonlu olmanın yoluna bakın. Her şeyi merak edin, araştırın. Bir de burada bir şeyin farkına vardım; sizin gibi üç dört arkadaş dışında -bu çok altı çizilecek bir şey- meraklı insan çok azdı. Yani karşınızda Coşkun Aral var. Araştırarak sorarak bizi burada hallaç pamuğuna dönüştürebilirdiniz
BDY: O zaman hemen şu soruyu sormak istiyorum. Çok bildiğimiz bir söz vardır. Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir?
CA: O iş palavra. Bugün bir ceza evinin hücresinde bile bir roman yazılmıştır. Bu sizin beyninize bağlı olan bir şeydir. Beyninizin çocukken yetişmesine katkısı olan insanların yapısına bağlı bir şeydir. Ben 6 yaşımda Mister Noy ile dolaşıyordum Amazon ormanlarında. On yedi yaşımda gittiğim Paris’i yedi yaşımda tanıyordum okuyarak veya bana okunarak.
BDY: İlber Ortaylı bir röportajda hayatından bir kesit anlatırken “Çocukken ailemle tiyatroya, sinemaya, Ankara’da çok az kişinin katıldığı konserlere giderdik. Annem de, babam da yüksek tahsilli insanlardı. Okumama yazmama itina gösterirler, her şeyime dikkat ederlerdi.”diyor. Kişisel gelişimin aileden, çevreden ve imkânlardan kaynaklandığını söylemek doğru olur mu?
CA: Bunun aileyle çok ilgisi var. İki aylıkken ben bebeğimi yurt dışına çıkarmaya kalktığımda aile beni aforoz etti, “Sen manyak mısın!” diye azarladılar. En son bu belgesel çekimlerinde kızım altı aylıkken bizle beraberdi. O köyde ciddi bir hastalık geçirdi. İnsan beyni bu tür oluşumları depolar mı, depolamaz mı beni ilgilendirmiyor, ama benim bildiğim bir şey var; ben çocukluğumda bildiğim her şeyin yararını gördüm. Meraklıyım. Az önce söylediğimiz öğeler var ya 5 N 1 K artı P dedik. Ben de biraz “merak” ediyorum ama bu merak bir şeye dönüşsün. Çok fonksiyonlu çakı gibi olduğunuz süre içinde çok şey yaparsınız.
BDY: Coşkun Bey gördüğünüz gezdiğiniz yerleri ele alırsak seçim şansınız olsa Türkiye dışında nerede yaşamak istersiniz?
CA: Her yerde yaşarım. Ben çölde de yaşamayı çok seviyorum, buzullarda da yaşamayı çok seviyorum. Önemli olan orada bulunduğum sırada nasıl olmam gerektiği. Bu bir öğretidir dünyada. İnsanın ayak basmadığı yer yok. Yeter ki bir Amutsen’in, bir İbn-i Batuta’nın, bir İbn-i Haldun’un günlüklerine bakın, bir Marko Polo’yu izleyin. Gezginleri sevin ama öncelikle görme biçimleriniz oluşsun. John Berce’nin güzel bir kitabı var: “Görme Biçimi” mutlaka okuyun. Gözünüz, yeri geldiğinde bir Marko gibi olsun, yeri geldiğinde bir balıkgözü gibi olsun yeri geldiğinde ciddi bir tele objektif olsun.
BDY: Bir habercisiniz ve birçok görüntüye imza attınız ve haber sundunuz. Peki, pişman olduğunuz, keşke bunu çekmeseydim, keşke yayınlamasaydılar.” dediğiniz bir şey oldu mu?
CA: Nazım Hikmet’in bir sözüyle tamamlamak istiyorum. “Yaşadıklarımdan asla pişmanlık duymadım, öfkem yaşayamadıklarıma.” Keşke uzayda olsam.
BDY: Son olarak şunu sormak istiyorum, “Kırgızlar” belgeseli rutin işlerinizden biri miydi, yoksa özel bir sebebi var mı?
CA: Türkiye’de kaybolan çok değer var. Bu değerlerden birini daha böyle bir çerçeveye koymaktı.