Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Ak Parti, gençler ve gelecek…

Geçtiğimiz günlerde İzmir valisi sivil toplum kuruluşları (İZTOK) ile yaptığı bir görüşmede STK temsilcilerine çocukların eğitimi konusunda uyarılarda bulunarak, bu işe ciddi önem verilmediği takdirde gençliğin gidişatının karanlık olduğu minvalinde mesajlar vermiş. Hatta önümüzdeki seçim döneminde sadece İzmir’de ilk defa oy kullanacak seçmen sayısının 700 bin olduğu yönünde de bilgiler vermiş. Evet, vali bey çok hassas bir noktaya temas etmiş bulunmaktadır. Gelecek gençlerin elinde fakat gençler kimin elinde? Evet, seçme ve seçilme yaşı muhalefetin itirazlarına rağmen Ak Parti’nin teklifiyle 18’e indirilerek yasallaştı. Hali hazırda mecliste zannımca 21 yaşında vekillerimiz var. Ak Parti muhalefetin tüm eleştirilerine rağmen gençlere güvenerek ülke yönetiminde onlara yer verdi. Buna mukabil gençler Ak Parti’ye pek güvenmediler ki son seçimlerde Ak Parti en az oyu ilk defa oy kullananlardan aldı. Bu durum “gençler 17 yıldır Erdoğan’ın iktidarıyla yaşıyorlar, altta araba, üstte blucin, cepte banka kartı geçmişin sıkıntılarını görmediler ki” teziyle açıklanacak basit bir durum da değildir. Evet, bu, gençlerden az oy alma sebeplerden biridir. Lakin en önemli sebep de değildir. Peki, nedir Ak Parti’nin geçlere cazibe merkezi olmasındaki engel, ya da engeller? Ak Parti kendini tanımlarken muhafazakâr demokrat bir parti şeklinde bunu tüzüğüne yazmıştır. Muhafazakârlık nedir? Bu olumlu olarak da ele alınabilir, olumsuz olarak da. En basit tanımıyla durumu korumak, muhafaza etmek manasına gelen kavram siyaseten de toplumsal geçmişi, gelenekleri sosyal yapıyı koruyan, muhafaza eden anlamındadır. Elbette geçmişte ya da ananelerde ve ya yerleşik kültürde olumlanmayan şeyler de olabilir. Bunları da onaylamak, muhafaza etmek gerekmemektedir. Ebû Cehil’de atalarının dininde muhafazakârdı hem de herkesten çok muhafazakâr. Onun için de Hz. Peygamberin en azılı düşmanıydı.  Ak Parti’nin kendi tanımına ve kurulduğu misyona ve büyüdüğü sosyolojiye bakıldığında orta gelirli ve geleneksel dindarların oy ve destekleriyle karşılaşılmaktadır.  O zaman ya dindarlık azalıyor, ya da Ak Parti dinden uzaklaşıyor sebep sonuç ilişkisi bunu gösteriyor.  Ak Parti döneminde Diyanet Teşkilatına diğer hükümet dönemlerine nazaran çok daha fazla kadro tahsis edildi. En ücra köylere, dört yaşındaki çocuklara Kur’an öğretimi amaçlayan hizmetler götürüldü. 28 Şubat sürecinde kapılarına kilit vurulma aşamasına gelen imam-hatip okulları her mahallede, her semtte açıldı. Bu okullara kayıt yaptırmak veliler ve öğrenciler için cazip hale getirilerek teşvikler yapıldı. Bunlarla da yetinmeyen Ak Parti iktidarı zorunlu din dersleri dışında tüm devlet okullarında siyer-i nebi ve Kur’an’ı kerimi seçmeli ders olarak koydurdu. Başörtüsü ve sakal gibi İslami şeairler serbest hale getirildi. İlahiyat fakültelerinin adı İslami ilimler şeklinde değiştirildi. Öyle ya hangi ilahiyat, kimin ilahiyatı… TÜBİTAK gibi daha nice kurumun başına liyakati bizce meçhul olsa da imam-hatip mezunları idareci ve yönetici olarak atandı. Hatta hatta popüler yarışma programlarına taş çıkartacak Kur’an’ı kerim okuma yarışmaları tertiplendi. Yani şöyle 50-60 yıl demiyorum 20 yıl geriye gidince bugün yapılanların hayal bile edilmesi imkânsızken devlet eliyle bunca yapılan İslami hizmete rağmen dindarlaşma, dini hassasiyetlere göre yaşama oranı hızla düşmektedir. Hatta Erdoğan’ın o meşhur “Dindar nesil yetiştireceğiz” sözü hafızalardan hiç çıkmamaktadır. Bundan bir ay önce mahallemin en küçük camisinde dört klima çalışmasına rağmen diyeceğim o ki camide olmak dışarda olmaktan daha cazipken o küçücük mahalle camisinde Teravihin ikinci haftası üç safın dolduğunu göremedim. Gelenlerin de ekserisi emeklilerdi… Oysaki 20 yıl önce mahallenin en büyük camisinde Ramazan sonuna kadar izdiham olurdu. Bunu bazı dostlarıma ifade ettiğim zaman bana: “aldanma İzmir böyle, Anadolu böyle değil” diyorlar” bu konuda bir iddiam yok… Şimdi başa dönelim ve vali beyin doğrudan olmasa da dikkat çektiği noktaya şöyle bir yeniden bakalım. Önümüzdeki seçimlerde sadece İzmir’de ilk defa oy kullanacak seçmen sayısı 700 bin ve mevcut durumda Ak Parti’nin ilk defa oy kullananlardan aldığı maksimum oy yüzde 15 peki nerede nasıl bir hata yapıldı ki muhalefetin deyimiyle “dindar değil, kindar bir nesil” yetişti.  Ve 700 bin oy, bu çok anlamlı bir o kadar da herkesi düşünmeye sevk edecek kadar önemli bir konu… İstanbul B.B. Başkanlığı seçimleri kaç oyla el değiştirmişti? Bu oy oranı yüzde kaça tekabül ediyordu? Gelecek yazıda kendi perspektifimden bu konunun nedenlerine ve kendimce çözümlerine değineceğim.
Ekleme Tarihi: 03 Temmuz 2019 - Çarşamba

Ak Parti, gençler ve gelecek…

Geçtiğimiz günlerde İzmir valisi sivil toplum kuruluşları (İZTOK) ile yaptığı bir görüşmede STK temsilcilerine çocukların eğitimi konusunda uyarılarda bulunarak, bu işe ciddi önem verilmediği takdirde gençliğin gidişatının karanlık olduğu minvalinde mesajlar vermiş. Hatta önümüzdeki seçim döneminde sadece İzmir’de ilk defa oy kullanacak seçmen sayısının 700 bin olduğu yönünde de bilgiler vermiş.

Evet, vali bey çok hassas bir noktaya temas etmiş bulunmaktadır. Gelecek gençlerin elinde fakat gençler kimin elinde?

Evet, seçme ve seçilme yaşı muhalefetin itirazlarına rağmen Ak Parti’nin teklifiyle 18’e indirilerek yasallaştı. Hali hazırda mecliste zannımca 21 yaşında vekillerimiz var. Ak Parti muhalefetin tüm eleştirilerine rağmen gençlere güvenerek ülke yönetiminde onlara yer verdi. Buna mukabil gençler Ak Parti’ye pek güvenmediler ki son seçimlerde Ak Parti en az oyu ilk defa oy kullananlardan aldı.

Bu durum “gençler 17 yıldır Erdoğan’ın iktidarıyla yaşıyorlar, altta araba, üstte blucin, cepte banka kartı geçmişin sıkıntılarını görmediler ki” teziyle açıklanacak basit bir durum da değildir. Evet, bu, gençlerden az oy alma sebeplerden biridir. Lakin en önemli sebep de değildir.

Peki, nedir Ak Parti’nin geçlere cazibe merkezi olmasındaki engel, ya da engeller? Ak Parti kendini tanımlarken muhafazakâr demokrat bir parti şeklinde bunu tüzüğüne yazmıştır. Muhafazakârlık nedir? Bu olumlu olarak da ele alınabilir, olumsuz olarak da. En basit tanımıyla durumu korumak, muhafaza etmek manasına gelen kavram siyaseten de toplumsal geçmişi, gelenekleri sosyal yapıyı koruyan, muhafaza eden anlamındadır. Elbette geçmişte ya da ananelerde ve ya yerleşik kültürde olumlanmayan şeyler de olabilir. Bunları da onaylamak, muhafaza etmek gerekmemektedir. Ebû Cehil’de atalarının dininde muhafazakârdı hem de herkesten çok muhafazakâr. Onun için de Hz. Peygamberin en azılı düşmanıydı. 

Ak Parti’nin kendi tanımına ve kurulduğu misyona ve büyüdüğü sosyolojiye bakıldığında orta gelirli ve geleneksel dindarların oy ve destekleriyle karşılaşılmaktadır. 

O zaman ya dindarlık azalıyor, ya da Ak Parti dinden uzaklaşıyor sebep sonuç ilişkisi bunu gösteriyor. 

Ak Parti döneminde Diyanet Teşkilatına diğer hükümet dönemlerine nazaran çok daha fazla kadro tahsis edildi. En ücra köylere, dört yaşındaki çocuklara Kur’an öğretimi amaçlayan hizmetler götürüldü. 28 Şubat sürecinde kapılarına kilit vurulma aşamasına gelen imam-hatip okulları her mahallede, her semtte açıldı. Bu okullara kayıt yaptırmak veliler ve öğrenciler için cazip hale getirilerek teşvikler yapıldı. Bunlarla da yetinmeyen Ak Parti iktidarı zorunlu din dersleri dışında tüm devlet okullarında siyer-i nebi ve Kur’an’ı kerimi seçmeli ders olarak koydurdu. Başörtüsü ve sakal gibi İslami şeairler serbest hale getirildi. İlahiyat fakültelerinin adı İslami ilimler şeklinde değiştirildi. Öyle ya hangi ilahiyat, kimin ilahiyatı… TÜBİTAK gibi daha nice kurumun başına liyakati bizce meçhul olsa da imam-hatip mezunları idareci ve yönetici olarak atandı. Hatta hatta popüler yarışma programlarına taş çıkartacak Kur’an’ı kerim okuma yarışmaları tertiplendi. Yani şöyle 50-60 yıl demiyorum 20 yıl geriye gidince bugün yapılanların hayal bile edilmesi imkânsızken devlet eliyle bunca yapılan İslami hizmete rağmen dindarlaşma, dini hassasiyetlere göre yaşama oranı hızla düşmektedir. Hatta Erdoğan’ın o meşhur “Dindar nesil yetiştireceğiz” sözü hafızalardan hiç çıkmamaktadır. Bundan bir ay önce mahallemin en küçük camisinde dört klima çalışmasına rağmen diyeceğim o ki camide olmak dışarda olmaktan daha cazipken o küçücük mahalle camisinde Teravihin ikinci haftası üç safın dolduğunu göremedim. Gelenlerin de ekserisi emeklilerdi… Oysaki 20 yıl önce mahallenin en büyük camisinde Ramazan sonuna kadar izdiham olurdu. Bunu bazı dostlarıma ifade ettiğim zaman bana: “aldanma İzmir böyle, Anadolu böyle değil” diyorlar” bu konuda bir iddiam yok…

Şimdi başa dönelim ve vali beyin doğrudan olmasa da dikkat çektiği noktaya şöyle bir yeniden bakalım. Önümüzdeki seçimlerde sadece İzmir’de ilk defa oy kullanacak seçmen sayısı 700 bin ve mevcut durumda Ak Parti’nin ilk defa oy kullananlardan aldığı maksimum oy yüzde 15 peki nerede nasıl bir hata yapıldı ki muhalefetin deyimiyle “dindar değil, kindar bir nesil” yetişti. 

Ve 700 bin oy, bu çok anlamlı bir o kadar da herkesi düşünmeye sevk edecek kadar önemli bir konu… İstanbul B.B. Başkanlığı seçimleri kaç oyla el değiştirmişti? Bu oy oranı yüzde kaça tekabül ediyordu?

Gelecek yazıda kendi perspektifimden bu konunun nedenlerine ve kendimce çözümlerine değineceğim.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.