Türk ve dünya edebiyatının önemli yazarlarından Cengiz Aytmatov’un Bugün 11. ölüm yıl dönümü. Onu rahmetle ve minnetle anarken onunla yaptığım mülakatlar üzerine
Bir İki Söz…
Aytmatov hakkında şahsi düşüncülerim biraz müphem. Bu müphemliğin kaynağı galiba benden kaynaklanıyor. Çünkü Aytmatov hakkında bilinçaltıma öyle yüklemeler yapmışım ki bu görüşmelerde merhum yazar ne söyleseydi de kifayetsiz kalacaktı. Ben ondan hiç söylenilmemiş bir söz, işitilmemiş bir kelama odaklanmışım. Bu aslında mümkinat içindeki imkânsızlıkmış. Dolayısıyla yaptığım her görüşme sonrası bazen hayıflanırdım. İçimden “Bu muymuş” derdim. Olağan olan bana doyumsuzluk hissi verirdi. Olağanın dışına çıkmak isterdim. Ben Gün Olur Yüzyıl Olur romanının ve Kasandıra Damgası’nın etkisinde o kadar kalmışım ki merhumla konuşurken aynı serencamın içine girmeye kendimi odaklamışım. Bu mümkün olsa da her zaman mümkün olmayan bir şeydi. Konuşmak anlık bir şey, o zaman dilimini içerir. Dolayısıyla o gün insan her zamankinden farklı olabilir. Keyifli, mutsuz, dalgın, yorgun hakeza bütün bu insani hâller o gün, o konuşmaya etki edebilir. Elhasıl yıllar sonra dönüp merhumla yaptığım mülakatlara tekrar baktığımda ve yeniden okuyup, dinlediğimde aslında gayet güzel şeylerin konuşulduğuna da kanaat getirdim.
Cengiz Aytmatov’un hayatına bakınca şunu gördüm. Belki de birçok kişi gibi onun da trajedi ile başlayan elemli yaşam öyküsüne yenilmeden suyun akışına göre bostanını sulamayı başarabilmiş usta bir edip ne suyu fazla kaçırıp mahsulü çürütmüş, ne de az verip kurutmuş kararında kılmış. Her işini bir dengede tutmayı başarmış. Aytmatov elemli yaşamını keder olarak içine akıtmamış; o elemlerden eserler üretebilmeyi başarmış ve makûs kaderini fiili bir dua ile tersine çevirmeyi başarabilmiştir. Sadece usta bir edip değil, akil bir irade ile önüne çıkan her durumu kendi lehine döndürme konusunda ilmi siyaseti müthiş bir mahirdir. Başta bu satırların yazarı tarafından olmak üzere muhatabı olduğum birçok Aytmatov’u yakinen tanıyan kişilerin de onu sıklıkla eleştirdiği şey, belki de yukarıdaki cümlenin ta kendisi… Acaba Aytmatov eyyamcı mıydı? Çünkü onun dengeleri tutan siyaseti birçoklarını pek memnun etmiyordu. Hep infiradı bir çıkış bekliyordu insanlar…
Lakin onu ebediyete uğurladıktan sonra geçen 11 yılda ben de yaşımın kemâlâtı ile bit tecrübe ettiklerimle aslında eleştirdiğimizin aksine o dengeli tutum, sadece Aytmatov’un hayatta kalmasına sebebiyet vermemiş, bu itidalli yaklaşımları sayesinde dünya bir edebî dâhiyi tanımış ve kazanmış…
Edebî ve sosyal yaşamında muktezayı hâle göre mutabakatı esas ittihaz eden yazarı neden eleştirdi(k)m? En bariz soru ve cevabı: Aytmatov rejimle barışık yaşamış, rüzgâr nereden eserse oraya karar kılmış, popülist yaklaşımlar ortaya koymuş diye… Hem ben, hem benim gibilerin eleştiri okları hep bu yönde olmuştu. Yani özetle menfaati esas tuttuğunu düşündüğümüz için… Bize göre aydın; toplumun derdi ile dertlenen, marjinal söyleme sahip, aykırı bir muhalif olmalıydı… Nedense bizim insanımızın en azından bir kısmının aydın anlayışı bu bilinçaltı ile şekillendiği için Aytmatov’u bizi tatmin eden biri olarak pek göremedik. Hatta merhumla konuşurken bazen öyle agresif sorular soruyordum ki kimi zaman ciddi sinirlendirdiği oldu. Neydi beni ve benim gibi düşünenleri merhum hakkında böyle düşünmeye sevk eden saikler? Aytmatov neden Stalin döneminde Stalin’i övüyor hatta onu dünya barışını sağlayacak bir lider gibi sunuyordu Gazeteci Dzyuyo hikâyesinde? Stalin gözden düşüncede onun aleyhine geçerek onu totaliter bir diktatör olarak eserlerine yansıtıyordu? Tabi bunlar devri sabıkın tartışmalarıydı. Sonraki yıllarda ise Aytmatov’un söylevlerinde dile getirdiği Türki birlikler, dil birliği, ortak edebiyat vs. gibi birçok insanın popülist olarak algıladığı söylemleriydi. Çünkü Aytmatov bir yandan Rusçayı mükemmel kullanan ve varlığının önemli sebeplerinden biri olarak görürken, diğer taraftan ortak bir Türkçe söylemi avamda samimi bulunmuyordu. Moskova’da “nerede o eski güzel günler” derken, Ankara’da “Turan” diyen tavrı benim ve benim gibi düşünenlerde sukutu hayal oluşturuyordu… Tabi bir de merhumun sağlığında Kırgızistan’da vuku bulan ve adını sonradan “halk devrimi” koydukları ama aslında bir yanıyla bir çapulcu, bir yanıyla halkın illallah demesi ile başlayıp dönemin cumhurbaşkanı olan Askar Akayev’in ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan ayaklanmadaki tavrı dolayısıyla da epey bir kredisini tükettiği bizlerce kabul gören bir yaklaşımdı. E tabi bir de hem mevcut siyasetin hem de mevcut ticaretlerin içinde adının geçmesi de hakkındaki suizanları hayli kabartmıştı. Ben şimdi bu sorularıma cevaplar bulmuş, bu kitapla nedamet mi etmeyi amaçlamıştım? Yani merhum Aytmatov’a haksızlık mı etmiştim? Doğrusu hem evet hem de hayır…
Yani Aytmatov’a da her fani gibi yaklaşmak lazım. Bütünüyle onu takdis etmek ne kadar hata ise onu bir o kadar da tenkis etmek de hakka karşı bir zulümdü…
Nitekim onu bir edip olarak ele alırsak tartışmasız bir üstünlüğünü onu okuyan milyonlar tasdik ediyor. Bence en büyük otorite halk otoritesiydi ve Aytmatov o otoritelerden tam not almıştı… Bunu tasdik eden milyon baskı yapan ve yüzlerce dile çevrilen eserleri meydanda…
Edipliği dışında entelektüelliğini konuşursak tabi “sana mı kalmış hadsiz” seslerini içimde şimdiden hissediyorum. Lakin aklı olan her insan düşünür. Dili olan konuşur. Kulak sahibi işitir. Biz de gerek merhumun eserlerinden, gerek onunla yaşadığımız mülahazalardan, gerek hakkında yaptığımız araştırmalardan edindiğimiz bilgelerimiz ölçüsünde haddimizi aşmamaya imtina ederek yukarıdaki çelişki gibi duran mevzularda (gibi diyorum çünkü neye göre, kime göre, hangi zemin ve zaman göre değişebilecek açıları var…) bir tartışma açarak onu anlamaya, algılamaya gayret ettik. Mesele dünyaya mal olmuş bir edebî markayı daha yakından tanımak idi, tanıtmak diyemiyorum bunu dersem işte o zaman bir densizlik etmiş olurum. Aslında ne kadar iyi bir şeye niyet edip başladığımı çalışmanın sonu yaklaştığımda hissettim ve gördüm.
Yukarıda askıda bıraktığım soruların cevabı Atlas Yayınlarından çıkan Cengiz Aytmatov Kitabı’nda bizatihi muhatabı tarafından, merhum tarafından cevaplandığı için burada tekrarlamadım. Sözün özü, Aytmatov benim araştırıp gördüğüm ve vardığım sonuç itibariyle büyük bir kişilikti; bunu ispat eden asarı zaten ortada aşikârdı. Eksikleri ya da çelişkileri var mıydı? Bence vardığım sonuç itibari ile vardı. Peki, bu çelişkiler ve gelgitler Aytmatov’u küçültür mü? Hayır. Yaşamın normal olanı budur. Onu ifrat ve tefrit ile değerlendirenler için bir vasat yol açmak adına, bu kitap küçük bir çalışmaydı. Umarım maksadına vasıl olur…
***