Bolotbek Şamşiyev ile 2009 yılında dönemin Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev’in başdanışmanlığını yaptığı dönemde bir röportaj vesilesiyle Kırgızistan Cumhurbaşkanlığı Sarayında (Beyaz Ev )kendisiyle görüşmüştüm. Akabinde 2015 yılında bir kitap çalışması vesilesiyle Şamşiyev ile tekrar görüşmemiz icap etti fakat kendim gidemediğim için Kırgızistan’da görevli Doç. Dr. Cengiz Buyar dostumu aradım o da sağ olsun bu zahmetli işi benim için tamamladı. Yaptığımız kitap çalışmasının tanıtımı için 2017 yılında Cengiz Hocam Kırgızistan Milli Üniversitesinde bir organizasyon tertip etti. O organizasyonun onur konuğu olarak Şamşiyev’de oradaydı. Program sonrası Cengiz hocam bizi yemeğe davet etti. O yemekte Şamşiyev ile aralıksız 3 saat konuştuk. Şamşiyev kayda almadığımız çok şeyi söyledi, çok dertliydi. Yaşı seksene dayanmıştı ama kendince çok önem atfettiği projeleri vardı. Manas destanı hakkında yapılan çalışmalar onu tatmin etmiyordu. Osmanlının kuruluşu ile ilgiili tarihi bir film çekmek istiyordu lakin Sovyet sonrası büyük bir ekonıomik buhran geçiren Kırgız sinemasının en büyük problemi paraydı ve bu Şamşiyev’inde en büyük meselesiydi fakat ilerlemiş yaşına rağmen bu problemleri aşmaya gayret ediyor bu konudaki heyecanını daim muhafaza ediyordu. Pekçok sanat insanında da olduğu üzere o da çok dertliydi hükümetten, mevcut düzenden, yeni yetme sanat adamlarından hakeza… 22 Aralık 2019 tarihinde seyahatte olduğum bir sırada kendisininin darıbekaya intikal ettiğini öğrendim kendisine Allahtan rahmet dilerken yaptığımız söyleşilerden bir kısmını sanat ve sinema severlerin ilgisine sunuyorum.
Kendiniz hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Şu anda 74 (2015) yaşındayım, Bişkek’te doğdum. Hayatımın hemen hepsini burada geçirdim. İlköğretimi bitirdikten sonra yükseköğretimimi Moskova’daki Sinema Enstitüsü’nde yaptım. Moskova’da 5 yıllık eğitimi tamamladıktan sonra, Kırgızistan’a gelip buradaki Kırgız Film Stüdyosu’nda çalışmaya başladım. Elli yılı aşkındır bu sektörde çalışıyorum; tam olarak elli üç yıldır bu sahada çalışmalarımı yürütüyorum. Çektiğim filmlerden birçok ödül aldım. Filmlerim dünyanın birçok ülkesinde gösterime girdi.
Sinema sahasında ilerlemeniz hangi filmlerle devam etti?
Sinemaya belgesel film çekimleriyle başladım. O zamanlarda büyük Manasçı, alp kişi, bütün dünyaca tanınan Sayakbay Karalayev, yaşıyordu. İlk çekimim Manas ve bir manasçı olarak onun hakkında oldu. Bu filmim gösterime girdikten sonra Almanya’daki Oberhausen Sinema Ödülleri Festivali’nde altın madalya ödülü aldım. Para ödülü de vardı, fakat verilen para ödülüne Sovyet hükümeti el koydu. 1965 yılındaki bu ilk çalışmamla böyle büyük bir ödüle sahip oldum. Bundan sonra 1966 yılında Çoban (Çaban) diye başka bir film çektim. Bu filmim de Doğu Almanya’da gösterildi ve ödüle layık bulundu. Bunlardan sonra sanatsal film çekimlerine başladım. Bunların başında Karaş Karaş Okuyası filmi gelir. Bu filmi Muhtar Avezov’un romanından sinemaya uyarladım. Avezov, büyük bir Kazak yazarıdır. Bu film London, Paris ve Amerika’nın değişik şehirlerinde gösterildi. Türkiye’de gösterildi mi bilmiyorum. Cannes Film Festivali’nde gösterildi. Fakat yarışmaya girmedi. Filmi izleyen eleştirmenler o zamanlarda filmin yarışmaya girmesi hâlinde mutlaka ödül alabileceği şeklinde değerlendirmeler yaptılar. Fransa’daki ünlü bir film yayıncısının hazırladığı sinema tarihinde yüz sinema adlı çalışmaya, bu filmim de dâhil edilmiş. Bu tabii ki benim için bir şeref oldu.
Belli başlı filmleriniz neler adlarını ve yıllarını söyleyebilir misiniz?
Manasçı (1965), Çaban (1966), Karaş Karaş Okuyası (1969), Isık Göl’ün Al Makileri (1972), Aşkın Yankısı (1974), Cengiz Aytmatov ile birlikte çalışarak çektiğimiz Beyaz Gemi (1976), İnsanlar Arasında (1978), yine Cengiz Aytmatov’un Erken Gelen Turnalar adlı romanından uyarladığım aynı adı taşıyan film (1979), Kurtlar Kuyusu (1984), Keskin Nişancı (1985), Cengiz Aytmatov ile birlikte çalışarak çektiğimiz bir diğer film Fuji Dağına Tırmanış (1988) adlı filmleri bu cümleden değerlendirebiliriz.
Kırgız sinemasının günümüzdeki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzün sinema dünyasının taleplerine cevap verebilecek seviyede mi?
Burada iki bakış açısı var. Birinci bakış açısıyla Kırgız sinemasının günümüzdeki durumuna çok iyi olmasa da iyi denilebilir. Her ne kadar sinema eğitimi almamış olmasa da bu işin mektebinden yetişmiş olmasa da ortaya çok sayıda genç yönetmen ve oyuncu çıktı. Kendi çaplarında bir şeyler başarmaya çalışıyorlar, gayret ediyorlar. Bu ortam demokratik yapının bir neticesi olarak oluştu. Bundan tabii ki kıvanç duyuyorum. Fakat profesyonellik ve uzmanlığın gerektirdiği kriterler açısından değerlendirdiğimizde seviye gerçekten çok düşük. Ne zaman büyük, profesyonel bir sinema sektörü olacak? Şu anda Kırgızistan’da çekilen filmler sadece burada kalıyor, yurt dışında gösterime giremiyor. Tölön Şakiyev ile bizim çektiğimiz filmler Amerika’da, Avrupa’da, Japonya’da ve dünyanın birçok ülkesinde gösterime girdi fakat günümüz filmleri maalesef yurt dışında gösterime giremiyor.
Yeni çekilen, Kırgızistan’da ve birçok ülkede de gösterime giren bir Kırgız filmi var: “Kurmancan Datka.” Gerek burada gerekse yurt dışında hayli ilgi görüyor. Filmi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kurmancan Datka filminin kalitesini bir yönetmen olarak çok düşük buluyorum. Sebebi ise çok baştan savma ve özensiz olması. Tarihî bakımdan olaylar doğru verilmemiş. Kurmancan Datka’ya lâyık bir film değil. Bu film sıradan bir kadın hakkında olsa kabul edilebilir. Ama bu tarihî bir şahsiyet; tarihî yaşanmışlıklar var, bir tarihî şahsiyetin eşinin, tarihî olaylarda, siyasette mühim tesirleri var. Bu filmde bunlar nerdeyse hiç yansıtılmıyor. Bütün tarihçiler filme karşılar. Ben ise daha ziyade sinemanın gerektirdiği profesyonellik yönüyle filmi değerlendiriyorum. Oyuncuların seçimi isabetli değil, şahsiyetlerin yansıtılması doğru değil ve zayıf, diğer birçok yönden büyük eksiklikler mevcut. Bu filmin çok daha başarılı bir şekilde çekilmesi gerekirdi. Çünkü hükümet bu filmin çekimi için büyük paralar verdi. Son 20 yıldır hükümet bana bir kuruş bile vermedi. Ama bu filmin yönetmeni Sadık Şerniyazov’a büyük paralarla destek verdi. Hangi sebepten? Çünkü akrabalık ilişkileri var.
Siz sinema sektöründe de siyasi ilişkilerin büyük rol oynadığını ve yolsuzlukların yapıldığını mı ifade etmek istiyorsunuz?
Burada tam anlamıyla yolsuzluk yapılıyor, çünkü Şerniyazov, devlet başkanının akrabası… Bence bu doğru değil. Ülkemizde dünyaca tanınan insanlara imkânlar verilmiyor, benim gibi profesyonel insanların elinden kameraları alınıyor ve bir kuruş bile destek verilmiyor.
Kırgızistan’da son dönemde en çok hangi konular üzerine sinema çekimleri yapılıyor?
Hükümet Şerniyazov’dan başka hiç kimseye destek vermiyor. Geriye kalan herkes kendi cebindeki para ile çok değişik konularda film çekimleri yapmaya çalışıyor. Cebinde ne varsa 5 bin dolar, 10 bin dolar. Yani çok küçük paralarla bir şeyler yapılmaya çalışılıyor.
Kırgız sinemasının en belli başlı problemleri dediğimizde neleri ifade edersiniz?
Kırgız Cumhuriyeti’nin büyük bir problemi var. Biz önceden büyük bir imparatorluğun parçasıydık; Rus İmparatorluğu’nun… Bağımsız değildik. 1991’de bağımsız olduk. Cumhuriyetimiz kurulduğunda ayağa kalmak gerekiyordu. Ekonomi mühimdi. Modernleşme yolunda yapılması gereken şeyler var fakat yeni devletin kuruluş sürecinde maalesef herkes kendi cebini düşündü. Büyük bir yolsuzluk süreci başladı. Maalesef bu, bütün sektörlerde oldu ve bu her alanda en büyük problem hâlâ.
Günümüzün ekonomik sistemlerine rağmen, Kırgızistan’da sinemanın gelişmesi için devlet sponsor olmalı mı, diyorsunuz?
Kırgızistan’ın kendine has hususiyetleri var. Sovyet döneminde bizim ekonomimiz tam bir ekonomi değildi. O dönemde çobanlık yapıyorduk, koyunculuk yani hayvancılık yapıyorduk. Hidroelektrik santralleri ve buna benzer az sayıda ekonomik saha vardı. Bizim o dönemde, Sovyetler Birliği içerisindeki diğer ülkelerin boynuna binmiş bir ekonomimiz vardı. Sovyetlerden ayrıldıktan sonra kendi başımıza kaldığımızda ne petrolümüz ne de gazımız vardı. Bunun yanında ekonomi bilen insanlarımız da yoktu. Daha sonraki süreçte de yöneticiler devletin hazinesindeki paraları alıp ceplerine indirdiler. İşte örnek Akayev, paraları alıp kaçtı mı? Kaçtı. Bakiyev, kaçtı mı? Kaçtı. Günümüzün yöneticilerinin de ne yapacakları belli değil. İki ay sonra belki bunlar da kaçacaklar.
Türk Sinemasını İzlemekten Büyük
Keyif Alıyorum…
Konuyu tekrar sinemaya çevirirsek, son yıllarda artık birçok ülkede büyük seyirci kitlelerine ulaşan ve hayli ilgi gören Türk dizilerini, sinemalarını nasıl buluyorsunuz? Hangilerini izlediniz?
Her ne kadar şu anda tam olarak Türkçe adlarını ifade edemesem de birçok Türk filmini, dizisini izledim. Gerçekten Türk sinemasını izlemekten büyük keyif alıyorum. Bilhassa Kadir İnanır ve Türkan Şoray gibi artistlerin filmleri benim için birer klasik… Bu arada onları tanımaktan da çok memnunum. Fakat yeni nesil oyuncularla tanışmışlığım yok. En son takip ettiğim dizi Muhteşem Yüzyıl. Sultan Süleyman’ın filmini izliyorum. Filmdeki oyuncular gerçekten çok başarılı, hepsi işlerini profesyonelce yapıyor. Fakat doğru söylemek gerekirse bu filmin konsepti hoşuma gitmedi. Çünkü tarihteki Sultan Süleyman büyük bir şahsiyet. Filmde o yok. Filmde yüzük yapan bir padişah var. Yanındaki kadınlar başlı başına bir dünya, entrikalar ve saire. Üç beş kadının arasında bir padişah nasıl dünyaya hükmetti? İkinci olarak filmin başrolünde Sultan Süleyman yok, Pargalı İbrahim var. Grek kökenli biri. Bir diğer şahsiyet Hürrem ya da Rus literatüründeki adıyla Roksalana. Bütün dram, entrika o merkezli gelişiyor. Mahi Devran gerçekten muhteşem bir oyuncu, film çeksem kesinlikle onunla çalışırdım. Hatice Sultan rolünün hakkını veriyor. Kadın oyuncuların hemen hepsi çok başarılı. Fakat yukarıda belirttiğim üzere filmin konsepti hoşuma gitmedi. Çünkü ben Türkiye tarihini çok okudum, o dönemle ilgili tarih araştırmalarını iyi denebilecek derecede okudum. Ben bu filmi çekseydim böyle çekmezdim. Öncelikle Süleyman tarihteki ve dönemindeki gibi gerçekten başrolde olurdu.
Sevdiğiniz yazarlardan, başucu kitaplarınızdan biraz bahseder misiniz?
Birçok yazarın etkisi altında kaldığımı söyleyebilirim. Bu yazarlar öncellikle kişisel gelişimime, eğitimime yardımcı oldular. Bu yazarlar: Lev Tolstoy, Anton Çehov, Ernest Hemingway, Muhtar Avezov ve tabii Cengiz Aytmatov. Cengiz Aytmatov’un eserleri kırk yıldan beri başucumdaki kitaplardır. Ama meslek hayatıma ilham veren, üretkenliğimi arttıran en önemli rolü “Manas” destanı oynadı. Bu destanda büyük gizemler, ince sırlar var. Bu destan bana büyük zevk vermektedir. Ben, bir yönetmen olarak kendim için bu kaynaktan yeni kavramlar buluyorum. Önceden keşfedilmeyen bir ülkeyi burada buldum. 21. yüzyılda yeni bir ülke keşfedilmesi son derece zor ve nadir rastlanır bir ülke. Bu ülke Manas ülkesi, bunu ben buldum. Manas, evreni bize bağlayan bir köprüdür.
Sorularımızın yönünü Aytmatov’a çevirelim mi? Bize Aytmatov’un eserlerini nasıl yazdığından bahseder misiniz?
Cengiz Aytmatov bence iç dünyanın yazarıydı. O bir ilham yazarıydı. 80 yaşına gelene kadar hep ilham yazarı olmak çok zor bir şey… Allah ona öyle yetenek vermişti ki, ilham hep onunla idi. Hani vahyi sadece peygamberlere gelmemiş olsaydı, buna vahyi diyeceğim lakin bu itikadımıza ters. Kendisi de bir kez itiraf etmişti: “Bolot, biliyor musun Tolstoy Savaş ve Barış romanını 14 kez yeniden yazmış. Hayret ediyorum, o nasıl geri dönebiliyordu romanına diye. Ben öyle yapamıyorum mesela.”
O gerçek bir doğaçlamacıydı. Ben ona bir episode yazmasını rica ettiğimde, bir kâğıt çıkarıp sundu. Şaşkınlıkla kâğıdın neden yırtık olduğunu sordum.
O da utanarak: “Hızlı yazınca öyle oluyor. Düşüncelerimin hızına yetişemiyorum. Kaçırmamak için de hızlı yazıyorum.” demişti.
Yine bir gün trenle Moskova'ya giderken Cengiz ağabeye “Oraya varana kadar 3 gecelik süremiz var, bir şeyler yazmalıyız.” dedim.
Oturduk. Birkaç saniye sonra tren çalışanlarından biri kapıyı çaldı. Ağabeye dönerek “Sizin bizimle aynı trende gidiyor olmanız çok gurur verici bir duygu. Herhangi bir arzunuz olursa hiç çekinmeyin.” dedi. Cengiz ağabey ona teşekkür etti ve öylece yol boyunca ha bire kapı çalındı. Cengiz ağabeyin trende olduğunu duyan herkes onunla selamlaşmak istedi. Cengiz ağabey de alçakgönüllü biri kimseyi geri çevirmedi ve biz hiç bir şey yazamadık.
Beyaz Gemi’nin Daha Güzel Çekilebileceğini Düşünmüyorum…
Sinemadan başka bir konuya geçmek istiyorum. Kırgızistan’ın en meşhur şahsiyeti Cengiz Aytmatov ve siz onun en yakınındaki insanlardan biri oldunuz. Onunla çok uzun yıllar çalıştınız. Onun hangi romanlarını sinemaya uyarladınız?
Dört eserini sinemaya uyarlayarak çekimlerini gerçekleştirdim. Bu eserler şunlardır: Beyaz Gemi (Ak Keme), Aşkın Yankısı, Erken Gelen Turnalar, Fuji Dağına Tırmanış. Bu noktada şunları belirtmek yerinde olur. Çektiğimiz bu filmlerde biz ne yaptık? Cengiz Aytmatov’un eserlerini sinemaya uyarladık. Edebiyat ve sinema farklı şeyler. Biz çektiğimiz bu filmlerle ikisini birleştiriyoruz. Sinemanın şartları doğrultusunda bizim anlayabildiğimiz şekliyle olayları görselleştiriyoruz, somut hâle getiriyoruz. Eserde çocuk suya giriyor, balık gibi kaybolup gidiyor. Evet, eserde bu böyle sade bir şekilde anlatılıyor. Bunu nasıl sinemaya aktaracaksın? Bunun bir de uygulanışı var. Çekim yaptığımız bölgedeki su, dağdan geliyor, buz gibi. Küçücük çocuğu o suya sokman lazım. Bunu nasıl gerçekleştireceksin. Kazanlarla sular kaynattırdık, suyu oraya döktük, suyu biraz da olsa ılıttıktan sonra çocuk o suya girdi ve kayboldu gitti.
Evet, işte tam da bu noktada “Ak Keme”deki bu çocuk, suya girip kaybolup gitmeseydi diye kafanızda bir düşünce oluştu mu? Hiç aklınızdan bu sonu değiştireyim diye bir düşünce geçti mi? Çünkü romanın en tartışmalı, en trajik ve insanların psikolojisini alt üst eden noktası bu.
Hayır. Buradan hareketle bazen anti Sovyet değerlendirmeleri yapılıyor. Bunun öncelikle doğru bir hareket noktası olmadığını belirtmek gerekir. Aytmatov büyük bir tasvirci, sanatçı, büyük bir yazar ve bütün dünyada tanınan bir yazar. O sadece Sovyet hükümetine yazmadı, o bütün dünya için yazdı. Bu noktada Cengiz Aytmatov şunu vurgulamak istedi: Çocuklar bizim geleceğimiz. Eğer çocuklarımızı doğru yetiştiremezsek o zaman her şey kötüye gider. Şu anda Sovyetler Birliği yok. Kırgızistan, küçücük Kırgızistan, 5 buçuk milyonluk bir ülke. Cengiz Aytmatov’un eserindeki bu problemle karşı karşıyayız. Ukrayna 60 küsur milyonluk bir ülke. Yine aynı problem, Irak’ta, Suriye’de, dünyanın neresine giderseniz gidin her yerde işte bu problem karşınıza çıkıyor. Çocuklar ölüyor, öldürülüyor. Biz kendi çocuklarımızı öldürüyorsak bu vahşilikten başka bir şey değildir. İşte bu noktada Cengiz Aytmatov’un büyüklüğü, bilgeliği ortaya çıkıyor. Onun kalbi sızlıyordu, “İnsanlar ne zaman adam olurlar?” diyordu. Bunları düşünüyordu.
Aytmatov’un eserlerinden yaptığınız film çekimlerinde o, yanınıza gelip bunu da şöyle ve böyle yap dediği oldu mu?
Hiçbir zaman olmadı. Onun bu noktada çok güzel bir karakteri vardı. Yanıma gelip “Aman ha! Bu sözü kullan, bu sahneyi şöyle çek.” dediğini hiç duymadım. Ben yazdım, sana verdim, gerisi senin işin derdi. Çekimlerdeki bütün sorumluluk ve yetki sende diyordu. Çalışmalarımıza karşı güzel olursa aferin, ama kötü olursa elden gelen bir şey yok şeklinde bir yaklaşımı vardı. Aytmatov, ne olursa olsun o, zirvedeki yerinde kalır, değerinden bir şey kaybetmez. Ama sen çekimi yapamazsan, o tamamen senin meselendir ve değerin elbette düşecektir.
“Ak Keme”yi yani “Beyaz Gemi”yi sizden başka çeken oldu mu?
Hayır. Ak Keme’yi benden başka çeken olmadı. Bundan daha güzel de çekilebileceğini düşünmüyorum. Örneğin Al Yazmalım’ı birkaç kişi çekti. Farklı çekimleri var ama Ak Keme’nin yok.
“Ak Keme”yi Aytmatov izlediğinde nasıl bir tepki verdi, size ne dedi?
Filmi ilk izlediğinde gözlerinden yaşlar aktı. Ben ona bakınca utandım. Film bitince beni kucaklayıp “Aferin bu işi çok iyi başardın.” dedi ve beni kutladı.
Cengiz Aytmatov Mütevazılığın Abideleşmiş İsmiydi…
İş haricinde Aytmatov ile ilişkileriniz nasıldı?
Öz abim gibiydi. Bana büyüklenerek nasihatçi olmadı, herhangi bir şey için kızmadı. Her zaman saygılı idi. Ben de hiçbir zaman ona karşı kötü şeyler demedim. Kaba davranışlarda bulunmadım. Aytmatov çok nezaketli bir insandı, diplomat karakterli idi. Senin kafandan geçenleri anlayabilen, bilgiç bir kişi idi. Bir defasında onun yanına gelip biraz dertlendim. Benim hakkımda şöyle böyle diyorlar, tenkit ediyorlar, çekememezlik ediyorlar dedim. O da şöyle dedi: “Bolotbek, böyle şeyler mutlaka olacaktır. Av ne kadar yukarı çıkarsa avcılar da o kadar yükseğe çıkar. Meyveli ağaç taşlanır.” Yani sende bir yetenek, kabiliyet varsa mutlaka birileri eleştirir.
Bire bir ilişkileriniz doğrultusunda Aytmatov denilince aklınıza ilk olarak ne ve hangi özellikleri gelir?
Şüphesiz ki ilk olarak onun eserleri aklıma gelir. Aytmatov nerede ne konuşulacağını bilen biriydi. Kötü bir laf ağzından çıkmazdı. Yanına biri gelip onu eleştirse, ona kötü şeyler söylese, buna hiç aldırmazdı. “Senin doğruların seninle olsun, var işine git.” derdi. Bir defasında onunla yürümek için sokağa çıktık. Etrafını insanlar sardı. “Araban nerede hemen getir, buradan hemen gidelim.” dedi. Çok alçakgönüllü, sıradan ve utangaç bir kişiliğe sahipti. O kadar ödül aldı, o kadar ünlü bir kişiydi ama hiç gururlandığını, kibirlendiğini görmedim. Kimseyi aşağıladığını, kötülediğini görmedim.
Onunla ilgili yine şöyle bir hatıramı anlatayım. Bir seferinde Issık Göl’de bir dinlenme merkezine senaryo yazmak için birlikte gittik. Çalışırken “Hadi bir yüzüp gelelim.” dedi. Ben iyi yüzemiyorum. O ise 3-5 kilometre yüzerdi. Yüzmeye başladı, gitti, gitti… Ben de kenarda bekliyorum. Uzun süre geçti, endişelendim. Yanımdaki tekneciye “Gidip bakalım, bir şey mi oldu acaba?” dedim. Tekneci “Merak etmeyin, Aytmatov balık gibi bir yüzücüdür.” dedi. Ben Beyaz Gemi’deki çocuk gibi Issık Göl’e bakarak onun dönüşünü bekledim.
Aytmatov’un ne gibi sosyal sorumluluk çalışmaları vardı, ihtiyaç sahiplerine yardım eder miydi? Böyle bir anlayışı var mıydı?
Sovyet zamanında böyle anlayış yoktu ve yasaktı da. Bütün paralar bankada kontrol altında idi. Mihail Konstantin Simenov adında bir Rus şair vardı, yardım olsun diye Aytmatov ona para göndermiş, para geri gelmiş. Niye geri geldi diye düşünürken, bir devlet görevlisi gelip “Böyle bir şey yapamazsın, senin paran devletin parasıdır.” diye onu uyarmış.
Cengiz Aytmatov’un dini yönü nasıldı?
Müslüman biriydi o. Namaz kıldığını görmedim bilmiyorum. Sovyet döneminde zaten ateizm hâkimdi. Bağımsızlıktan sonra namaz kılıp kılmadığını bilmiyorum, görmedim. Konuşmalarında Kuday’ı (Hüda, Tanrı) sık sık kullanırdı. İnanan biriydi.
Aytmatov siyaset ilişkisi nasıl idi?
Akayev ile ilişkileri iyi değildi. Akayev onu çok sevmezdi. Onun ise Akayev hakkında bir kelime bile kötü konuştuğunu duymadım. Lüksemburg’da, Belçika’da, Avrupa’nın farklı yerlerinde, onun elçilik zamanlarında birlikte olduk. Akayev hakkında bir kelime bile kötü söz söylediğini duymadım. Fakat Akayev’in ona karşı muamelesi o kadar iyi niyetli değildi. Akayev’in ona karşı birtakım menfi şeyler yaptırdığı, gazetelerde aleyhinde yazılar yazdırdığı oldu.
Aytmatov’un Akayev başkan olsun dediği söyleniyor?
Bu doğru değil.
Aytmatov ile ilgili ifade etmek istediğiniz başka neler var?
Aytmatov büyük bir insandı. O, bütün Kırgızistan’ın, Sovyet ülkelerinin, Avrupa’nın yani dünyanın tanıdığı ve saydığı biri idi. Aytmatov futbolu hiç sevmezdi. Bir topun peşinde 22 kişinin koşturmasına ve yüzbinlerce insanın da onları seyretmesine şaşırırdı, “Bu nasıl bir iş?” derdi. Bundan birkaç defa basın yayın organlarında bahsetti. Bir süre sonra çeşitli yerlerde fanatikler ona “Siz niye futbolu, bizleri eleştiriyorsunuz?” diye tepki gösterdiler. Bir defasında “Bu futbol ve fanatikleri bela imiş. Ben sadece samimi olarak böyle boş işlerle meşgul olmayın, vaktinizi boşa harcamayın, faydalı işlerle meşgul olun diye, nasihat etmek istedim.” demişti.
Manas Geleceğin Bize Bir Mesajıdır
Son sorularımı şahsınızla ilgi sormak istiyorum. Hayatta hemen hemen her şeyi elde etmişsiniz. Çocuklarınız, aileniz ve işiniz var. Hayatınızda yapmak istediğiniz daha bir şeyler kaldı mı?
Ana amacıma daha ulaşmadım. Ana amacım, Manas’tır. Şimdi gördüğüm rüyalarımın tabirini anladım. Sürekli aynı rüyayı görüyordum, dağlara tırmanıp her zaman yürüyordum rüyamda. Rüyamda tuttuğum yol Manas’a giden yolmuş meğer. Neredeyse bu büyük eserin sırlarını ortaya çıkardım ve Manas’ın Şifresi adlı bir film çekmek istiyorum. Son olarak şunu söylemek istiyorum ki insanın dünyada temel görevi gerçeği bulmaktır. Şu an biz, kayıplara karışmış dünya çocukları gibiyiz. Bu nedenle dünyada insanlar işkence çekiyor, kaza ve savaşlar oluyor. Şimdi biz iyi yaşamak için doğru yolu bulmalıyız. Ve ben insanlığın kurtuluş yolunun ipucunu bulduğumu söyleyebilirim. Bu ipucunun adı Manas Yolu’dur. Eğer biz bu yolu takip etsek eminim ki iyi bir geleceğe kavuşuruz.
İşinizi seviyor musunuz?
İşim bana tam bir özgürlük ve bağımsızlık verdiği için işimi çok seviyorum. Şu anda, bilimsel çalışmalar ile de ilgileniyorum ve birkaç da roman yazdım.
Bir idealiniz var mı?
İlk olarak, bir çocuk için bir ideal öncelikle baba ve annesidir ama yavaş yavaş dünya görüşü değişince ve insanoğlu büyüyünce dünya görüşü ne kadar geniş olursa o kadar da öngörülemeyen bir ideal ortaya çıkıyor. Benim idealim Manas ve o kayıtsız şartsız bir ruhtur. Manas bütün olarak bir felsefedir. Manas geleceğin bize bir mesajıdır.
“Beyaz Gemi” filminde muhafazakârlığın, iyiliğin ve aynı zaman da pasifliğin sembolü Mümin dede ve eşi ile kötülüğün ve menfaatin, kula kul olmanın sembolü Oroskul (Rus Kulu )’un yer aldığı bir sahnenin çekimi yapılırken… Söyleşide yer alan fotoğraflar Şamşiyev’in arşivinden temin edilmiştir.
Cenazesi 24 Aralık 2019’da Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov, Kırgızistan Müftüsü Hacı Maksatbek Toktomuşev, devlet adamları, tanınmış kültür-sanat insanları, politikacılar ve çok sayıda Kırgız vatandaşının da katıldığı büyük bir devlet töreniyle ebediyete uğurlandı.
En son 2017 deki Cengiz Buyar ile birlikte Şamşiyev ile son buluşmamızdan…