Evlatlarımızı kendimiz için kurban ederken döktüğümüz timsah gözyaşları…
Vaktinde yazılmamış bir yazı olsa da genel kanaati umumiye için yine de yazdım. Hayat yolculuğunda herkes aynı istasyonlardan geçer. Hayatın trenine önce binenler yolda gördüklerini, tecrübelerini ısrarla sonra binenlere aktarmak isterler sanki onlar o istasyonu hiç görmeyecek gibi…
Bu hayatta hepimiz ya anneyiz ya baba ya dedeyiz ya torun ya kardeşiz ya abi ya evladız ya gelin ya da damat normal evlilik yolunu ihtiyar edenlerin şüphesiz serüvenleri bu istasyonlardan geçen bir süreçtir… Lakin bu süreçler fiziken herkes için aynı evrelerden oluşsa da duygusal olarak her bir fert bu süreçleri kendi dünyasında özel yaşar. Tecrübelerime dayanarak yaşadıklarımı genelleyip bu hafta sizlerle bunları paylaşmak istedim.
Çok benciliz çok!
Evet, benciliz fakat öyle bir benciliz ki kendi arzularımıza evlatlarımızı kurban ederken bile sanki evladımıza biz kurban oluyormuş gibi sunarız bunu… Arzularımızın tatminini evlatlarımıza öyle bir satarız ki onları hem kendi yaşamak istediklerimize mecbur eder, yaşayamadıklarımıza ve yarım kalan hayallerimize onların hayatlarını feda ederiz. Bunun için de onlara sürekli “Senin içinle” başlayan onlarca minnet cümlesi kurarız. Olmaz dönüp birde ajitasyon yaparız, göz yaşlarımızla onları boğmaya çalışırız. Bu bir süreçtir. Biz evlatlarımıza bunları yaşatırken ebeveynlerimizde bize bunları yaşatmıştır. Böyle gelmiş böyle giden bir hayat treni… Evlatlarımız için en iyisine hep biz karar veririz. Onlar cahildir, onlar tecrübesizdir. Onlar bilmez… Ve “ileride bana dua edeceksin” diye de vicdanımızı rahatlatırız. Gerçi ben 40 yaşındayım ve genel olarak hatırlayamıyorum anası-babası için “ya Allah onlardan razı olsun beni iyi ki bu yola sevk etmişler” diyeni. Hep şikâyettir. Hep bir memnuniyetsizliktir sonuç… Oysaki biz onları doktor yapmak için, mühendis yapmak için ya da onlara iş kurmak için kimlere ağız eğip, boyun bükmedik. Kimlere yüzsuyu dökmedik ki saçımızı süpürge edip, yamalı donla gezdik de onları doktor/mühendis yaptık. Bunu onların kafasına vura vura söyleriz. Ve şunu da ekleriz “ben bu kötü koşulları yaşadım evladım yaşamasın diye nice zorluklara katlandım” evet asıl cümle budur. Her şey burada gizlidir. Ben hayal ettiklerimi yaşayamadım, benim hayallerimi evladım yaşasın. bu bir cinayettir. Evlatlarımızı öldürürken de onları kendimize mahkûm ve borçlu, minnet altında bırakarak eze eze öldürürüz. Eğitimlimizde bunu yapar eğitimsiz olanımız da bunu yapar. Eğitimli olanımız bunu havalı cümleler kurarak yapar. Bir kısım eğitimli ebeveynde birey der, kişilik oluşumu der fakat bildiğini yapar istisnalar ve müstesnalar hariç.
Dostlar üniversiteler başladı. Sınavlardan geçenler bazı bölümlere girdi bazısı başka son bahara kaldı. Üniversiteleri bizler mi çocuklarımız mı kazandı oda meçhul. Döngü devam ediyor…
Bir akademik araştırma için kamu sağlık çalışanları üzerine yaptığım bir araştırmada tıp doktorlarının mesleklerinden duydukları memnuniyeti ve tatmini ölçmeye çalıştım. Benim yaptığım çalışmanın vaktine tevafuk eden başka bir çalışmayı da İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Lütfi Sunar yapmış, Türkiye’de Çalışma Yaşamı ve Mesleklerin İtibarı başlıklı TÜBİTAK destekli araştırmasında Sunar, şu sonuca ulaşmış “Tıp doktorluğu ülkemizin en itibarlı mesleği” Benim yaptığım çalışmaya diğer yardımcı sağlık çalışanlarından hariç yüzün üzerinde farklı branştan doktor katılmıştı ve onlara şu soruyu sormuştum Yeni bir işe, yeni bir mesleğe başlama şansınız olsaydı aşağıda verilen çalışma alanlarından hangisini tercih ederdiniz? Cevabi tablo aşağıdadır.
Çıkan sonuç hem şaşırtıcı hem de ürkütücüdür. Genel olarak kamu sağlık sektöründe çalışanların yüzde elliden fazlası sağlık sektöründe istemeden (mecburen) çalıştığını ifade ederken bu oran hekimlerde %75 düzeylerine çıkmıştır. Yani toplumun gözünde en prestijli meslek olan tıp doktorluğu fiilen doktorluk yapanların nazarında tekrar yapmak istemediği bir meslek kategorisindedir. Ankete katılan 102 kamu hastanesi farklı branş doktorundan 101’i bu soruya cevap vermiştir. Cevap veren 27 hekim mesleğimi tekrar seçmek imkânım olsaydı yeniden hekim olurdum derken 74 hekim ise farklı şıkları işaretlemiştir. Bu şıklarda da ilginç bulgulara rastlanılmıştır. Mesela 19 hekim ticaretle ilgilenirdim derken sadece 3 hekim sivil toplum çalışanı olurdum şıkkını işaretlemiştir. Döner sermayeden alınan paylar, performans sistemi gibi gelir arttırıcı unsurlarla ortalama gelirleri Türkiye ortalamasının hayli üzerinde olan hekimlerin yeniden imkânım olsaydı ticaret yapardım diyenlerin bu anketteki ortalaması %20 civarındadır. Bunun yanında toplum yararına hizmet eden gönüllü bir teşekkülde çalışırdım diyenlerin oranı ise 102 kişiden sadece 3 kişi olarak saptanmıştır. Hekimlerin çoğunun istemediği bir işi yapıyor olması ve parayla olan ilişkileri dikkate alınırsa verdikleri hizmetten toplumun tatmin olması ve sağlık kurumlarından mutlu ayrılması soru işaretleri ile dolu bir durum arz etmektedir.
Şimdi saçımızı süpürge edip, ona buna yüzsuyu döküp doktor yaptığımız çocuğumuzun bu durumu nasıl izah edilir. Biraz vicdanla bakalım böylesi bir cendereye düşürdüğümüz evladımızın kime nasıl bir faydası var. Şimdi samimi olup o çocuğumuzu doktor ya da mühendis yapmaya zorlamak yerine yapmak istediği işe kanaat edip onu gerçek bir birey olarak kabul etseydik ve onu kendi arzularımızın tutsağı olmak yerine özgür iradesinin kurbanı etseydik o kurbanken de mutlu olurdu. Çünkü “kendi düşen ağlamazdı” ama biz ana baba olarak kendisinin düşmesine fırsat vermeden itekledik. O düşerken de arkasından minnet etmeye devam ettik. Bu süreç böyle gelmiş böyle gidecek gibi buna eğitim sistemimiz ananelerimizde tam destek veriyor…