İlk yazımı geçen hafta yazarken “bundan böyle her pazartesi habergündemim.com aracılığı ile sizlerle beraber olacağız eğer okumalarınızla beni dünyanıza kabul ederseniz merhaba!” diyemeden ülke gündemine gelen elim bir hadise hislerimi galeyana getirdi, tabiri caizse bodoslama konuya daldım. Yazarken de sadece yazmıyor, yazıya konu olan o elim hadisenin ruhuma açtığı derin yaranın sızlamalarını hissediyordum. Bu menfur hadiseyi şekva suretinde içimden geldiği gibi sizlerle terennüm ettim… Bu durumdan mütevellit olsa gerek bir lahzalık osun bir merhaba diyemedim.
Geçen hafta toplumsal sorunumuz olan eğitim konusuna değinince yazıyı okuyan yakın çevremdeki arkadaşlarım bu konuda devam etmemi istediler. Ben de doğrusunu isterseniz herkesin her konuda uzman olduğu bir memlekette uzmanı olmadığım konularda yazmaktan taaccüp ediyorum. Bunu da o arkadaşıma aynen söyledim. Evet, hep kendimi nasihate muhtaç hissederken kalkıp beylik cümleleri içinde “problemler şunlar, çözümü de bunlar” demek fazlaca itici olacaktır. Evet, ne siyasetin, ne sanatın, ne edebiyatın ne de bir başka şeyin otoritesi değilim. Lakin bundan böyle uzağında olduğum şeyleri değil ama içinde olduğum şeyleri sizlerle paylaşmayı arzulamaktayım. Evet, küçük bir latife ile başlayalım. Genç ve çılgın şoför hususi otomobiliyle giderken dikkatsizliğinden olsa gerek yol kenarından yürüyen seksen yaşında bir dedeye hafif şekilde çarpar. Dedenin bastonu düşer, sendeler, düşer gibi olur. Panikleyen genç hızlıca arabasından iner, dedeye yaklaşır bakar ki kötü bir durum olmamıştır. Bu sefer sinirle dedeye “kaç yıllık şoförüm ben, dikkat etsene, önüne baksana” gibi cümlelerle bağırmaya başlar. Kendini toparlayan dede doğrulup dik bir şekilde gözlerini genç şoförün gözlerinin içine sokarcasına ona doğru hafifçe eğilerek “ne bağırıyorsun konu tecrübe ise ben de 80 yıllık yayayım, yolda yürümeyi mi bilmiyorum” diyerek onu sustur.
Evet, ben de bir eğitim uzmanı değilim, başımda böyle bir şapka yok, lakin 40 yaşındayım hala öğrenciyim. Şimdi iletişimde doktora yapıyorum, Eylülde de sosyolojiye lisans kaydı yaptıracağım. Demem o ki ben bir eğitim uzmanı değilim lakin 6 yaşımdan beri uzmanlığı eğitim olan insanlardan ders alıyorum. Yok mu o kadarcık hakkım muhatap olduklarıma iki kelam etmeye…
Eğitimin öneminden, faziletlerinden inancımızın ve örfümüzün eğitime çok önem verdiğinden bu konudaki özlü sözlerden, dini referanslardan bahsetmeyeceğim. Bugün hangi topluma girmesem, hangi arkadaş grubuyla muhabbet etsem sanki herkesin elinde bir eğitim ölçer var gibi eleştirdiklerine çakıyor damgayı “cahil”. İnsanımız karşı taraf dediği, kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen, olayları ve durumları farklı perspektifinden değerlendiren herkesi “eğitim ölçeri” ile ölçüyor ve hemen teşhisi koyuyor “cahil”. Bugün yemekhanede bir dostumla sohbet ediyoruz bana İzmir’in Karşıyaka, Bayraklı gibi belediyelerinin kentliler için yaptırmış olduğu kıyı düzenlemelerinin güzelliğinden, vatandaşa faydasından bahsettikten sonra hemen beylik cümlelerine geçti “halkımız cahil, belediye ne güzel yapmış ama adam çiğdemi yemiş kabuğu dökmüş kumsala, pislikten geçilmiyor, insanlar kıymet bilmiyor”. Arkadaşımın tespiti doğru mu elbette hepimiz bunun böyle olduğunu, durumun bundan ibaret olduğunu kabul ederiz. Bildiğimiz bir durum. Benim anlayamadığım şey ise o çekirdekleri yiyip kabuklarını kumsala dökenlerle başka bir ortamda bir araya gelseniz ve toplumsal bir problemden bahsetseniz hatta yediğimizin, içtiğimizin atıklarını bilhassa doğada kaybolmayan plastikleri doğaya bırakmanın, büyük kul hakkı olduğunu, hatta sadece kul hakkı değil, kâinattaki bütün canlı varlıkların hakkına bir tecavüz olduğunu söyleseniz, sizi tasdikleyerek hemen beylik cümlesini kuracak “cahiller, cahiller bunu yapıyor” diyecektir. İşte paradoksumuz bu. Tam bir tenakuz halindeyiz. Hazmolmamış, sindirilmemiş, çok fazla şey biliyoruz. Biliyoruz ama bildiklerimiz bize fayda sağlamıyor. En kötüsü ise bilmediklerimizi de biliyoruz zannediyoruz. Bu o kadar topluma sirayet etmiş ki televizyonlarımız kanaat önderlerinden (!) geçilmiyor. Ahkâm kesen, hüküm çıkaran her konuyu bilirkişiler her gün evlerimizde misafir. Biz cahil mi kalacağız (!)? “ben kendi nefsimi nasihate muhtaç görüyorum” bunu tevazu olarak söylemiyorum. Çünkü her nefis çok bencildir. Bunu biliyorum. Kendi nefsini ilzam etmeyen başkasının nefsini ilzam edemez. Ben bildiklerimi kendi nefsimde, küçük dünyamda, kendi hanemde yaşamadığım sürece bildiklerimin başkalarına bir tesiri olmayacaktır. Nitekim de öyle. Nice nasihler, siz buna profesör deyin, hoca deyin, din adamı deyin, uzman veya bilirkişi deyin adı her ne olursa olsun nasihati toplumda karşılık bulmuyor, olumlu değişime tesiri olmuyorsa o nasihatçi bildikleriyle amel etmiyordur da tesiri bundan olmuyordur.
Bazı okurlarım “problemleri biz de biliyoruz, çözüm önerin ne?” minvalinde mesajlar bırakmışlar cevaben diyorum ki problemimizi, eksiğimizi, eksik olduğumuzu nasihate muhtaç olduğumuzu başkasında değil de kendimizde görürsek çözüm başlamış demektir. Yoksa kitaplar, eğitim müesseseleri, uzmanlar hepsi ziyadesiyle var eksik olan bir şey yok…
Anasayfa
Yazarlar
Bilal Dursun Yılmaz
Yazı Detayı
Bu yazı 776+ kez okundu.
Nereden bakmalıyız/2
İlk yazımı geçen hafta yazarken “bundan böyle her pazartesi habergündemim.com aracılığı ile sizlerle beraber olacağız eğer okumalarınızla beni dünyanıza kabul ederseniz merhaba!” diyemeden ülke gündemine gelen elim bir hadise hislerimi galeyana getirdi, tabiri caizse bodoslama konuya daldım. Yazarken de sadece yazmıyor, yazıya konu olan o elim hadisenin ruhuma açtığı derin yaranın sızlamalarını hissediyordum. Bu menfur hadiseyi şekva suretinde içimden geldiği gibi sizlerle terennüm ettim… Bu durumdan mütevellit olsa gerek bir lahzalık osun bir merhaba diyemedim.
Geçen hafta toplumsal sorunumuz olan eğitim konusuna değinince yazıyı okuyan yakın çevremdeki arkadaşlarım bu konuda devam etmemi istediler. Ben de doğrusunu isterseniz herkesin her konuda uzman olduğu bir memlekette uzmanı olmadığım konularda yazmaktan taaccüp ediyorum. Bunu da o arkadaşıma aynen söyledim. Evet, hep kendimi nasihate muhtaç hissederken kalkıp beylik cümleleri içinde “problemler şunlar, çözümü de bunlar” demek fazlaca itici olacaktır. Evet, ne siyasetin, ne sanatın, ne edebiyatın ne de bir başka şeyin otoritesi değilim. Lakin bundan böyle uzağında olduğum şeyleri değil ama içinde olduğum şeyleri sizlerle paylaşmayı arzulamaktayım. Evet, küçük bir latife ile başlayalım. Genç ve çılgın şoför hususi otomobiliyle giderken dikkatsizliğinden olsa gerek yol kenarından yürüyen seksen yaşında bir dedeye hafif şekilde çarpar. Dedenin bastonu düşer, sendeler, düşer gibi olur. Panikleyen genç hızlıca arabasından iner, dedeye yaklaşır bakar ki kötü bir durum olmamıştır. Bu sefer sinirle dedeye “kaç yıllık şoförüm ben, dikkat etsene, önüne baksana” gibi cümlelerle bağırmaya başlar. Kendini toparlayan dede doğrulup dik bir şekilde gözlerini genç şoförün gözlerinin içine sokarcasına ona doğru hafifçe eğilerek “ne bağırıyorsun konu tecrübe ise ben de 80 yıllık yayayım, yolda yürümeyi mi bilmiyorum” diyerek onu sustur.
Evet, ben de bir eğitim uzmanı değilim, başımda böyle bir şapka yok, lakin 40 yaşındayım hala öğrenciyim. Şimdi iletişimde doktora yapıyorum, Eylülde de sosyolojiye lisans kaydı yaptıracağım. Demem o ki ben bir eğitim uzmanı değilim lakin 6 yaşımdan beri uzmanlığı eğitim olan insanlardan ders alıyorum. Yok mu o kadarcık hakkım muhatap olduklarıma iki kelam etmeye…
Eğitimin öneminden, faziletlerinden inancımızın ve örfümüzün eğitime çok önem verdiğinden bu konudaki özlü sözlerden, dini referanslardan bahsetmeyeceğim. Bugün hangi topluma girmesem, hangi arkadaş grubuyla muhabbet etsem sanki herkesin elinde bir eğitim ölçer var gibi eleştirdiklerine çakıyor damgayı “cahil”. İnsanımız karşı taraf dediği, kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen, olayları ve durumları farklı perspektifinden değerlendiren herkesi “eğitim ölçeri” ile ölçüyor ve hemen teşhisi koyuyor “cahil”. Bugün yemekhanede bir dostumla sohbet ediyoruz bana İzmir’in Karşıyaka, Bayraklı gibi belediyelerinin kentliler için yaptırmış olduğu kıyı düzenlemelerinin güzelliğinden, vatandaşa faydasından bahsettikten sonra hemen beylik cümlelerine geçti “halkımız cahil, belediye ne güzel yapmış ama adam çiğdemi yemiş kabuğu dökmüş kumsala, pislikten geçilmiyor, insanlar kıymet bilmiyor”. Arkadaşımın tespiti doğru mu elbette hepimiz bunun böyle olduğunu, durumun bundan ibaret olduğunu kabul ederiz. Bildiğimiz bir durum. Benim anlayamadığım şey ise o çekirdekleri yiyip kabuklarını kumsala dökenlerle başka bir ortamda bir araya gelseniz ve toplumsal bir problemden bahsetseniz hatta yediğimizin, içtiğimizin atıklarını bilhassa doğada kaybolmayan plastikleri doğaya bırakmanın, büyük kul hakkı olduğunu, hatta sadece kul hakkı değil, kâinattaki bütün canlı varlıkların hakkına bir tecavüz olduğunu söyleseniz, sizi tasdikleyerek hemen beylik cümlesini kuracak “cahiller, cahiller bunu yapıyor” diyecektir. İşte paradoksumuz bu. Tam bir tenakuz halindeyiz. Hazmolmamış, sindirilmemiş, çok fazla şey biliyoruz. Biliyoruz ama bildiklerimiz bize fayda sağlamıyor. En kötüsü ise bilmediklerimizi de biliyoruz zannediyoruz. Bu o kadar topluma sirayet etmiş ki televizyonlarımız kanaat önderlerinden (!) geçilmiyor. Ahkâm kesen, hüküm çıkaran her konuyu bilirkişiler her gün evlerimizde misafir. Biz cahil mi kalacağız (!)? “ben kendi nefsimi nasihate muhtaç görüyorum” bunu tevazu olarak söylemiyorum. Çünkü her nefis çok bencildir. Bunu biliyorum. Kendi nefsini ilzam etmeyen başkasının nefsini ilzam edemez. Ben bildiklerimi kendi nefsimde, küçük dünyamda, kendi hanemde yaşamadığım sürece bildiklerimin başkalarına bir tesiri olmayacaktır. Nitekim de öyle. Nice nasihler, siz buna profesör deyin, hoca deyin, din adamı deyin, uzman veya bilirkişi deyin adı her ne olursa olsun nasihati toplumda karşılık bulmuyor, olumlu değişime tesiri olmuyorsa o nasihatçi bildikleriyle amel etmiyordur da tesiri bundan olmuyordur.
Bazı okurlarım “problemleri biz de biliyoruz, çözüm önerin ne?” minvalinde mesajlar bırakmışlar cevaben diyorum ki problemimizi, eksiğimizi, eksik olduğumuzu nasihate muhtaç olduğumuzu başkasında değil de kendimizde görürsek çözüm başlamış demektir. Yoksa kitaplar, eğitim müesseseleri, uzmanlar hepsi ziyadesiyle var eksik olan bir şey yok…
Ekleme
Tarihi: 05 Ağustos 2018 - Pazar
Nereden bakmalıyız/2
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.