Barış Pınarı Harekâtı ve Geleceğe Yansımaları
Anadolu Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi (AYAM) ve Al Jazeera Araştırma merkezinin ortaklaşa düzenlemiş olduğu 7 Aralık 2019 tarihinde düzenlenen “Barış Pınarı Harekatı” başlıklı konferansa katıldım. Çok sayıda uzmanın katıldığı bu toplantıda Suriye ve bölgenin geleceği enine boyuna tartışıldı.
Türkiye ve Arap dünyasından katılan önemli akademisyenlerin yanı sıra Rusya Ulusal Araştırma Üniversitesinden de katılımcılar, sunumlarını yaptıktan sonra dinleyicilerin sorularını cevapladılar.
Üç oturum halinde yapılan toplantılarda konuşmacılara çeşitli sorularım oldu. Özellikle Suriye’de yapılan operasyonların ekonomik maliyetini; İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) başkanvekili Dr. Hakkı Uygur’a ve Rusya’dan katılan öğretim üyesi Leonid İsaev’e sordum. Konferansta çok kısa cevaplar verilmesine rağmen toplantı aralarında daha geniş bir şekilde sohbet etme imkânı bulduk. Bu konuşmalardan edindiğim sonuçlar şöyledir:
ABD, devamlı surette dolar basarak ekonomisini ayakta tutmaktadır. Suriye’de yaptığı harcamalar bu ülkeyi çok da fazla etkilememektedir. PKK/YPG terör örgütüne binlerce TIR dolusu silah ve askeri teçhizat vererek Türkiye’nin altını oymaya devam ederken yaptığı bu harcamalar ABD ekonomisini etkilememektedir.
Fakat aynı hususu Rusya ve İran için söyleyemeyiz. Zaten konuşmacılar çok net biçimde bunu söylediler. Suriye’de yapılan askeri harcamalar İran ekonomisini etkilemektedir. Rusya içinde çok farklı bir durum söz konusu değildir. Her iki ülke de ABD ve Batılı ülkeler tarafından ekonomik ambargo ile karşılaşmaktadırlar.
İran’da Kasım ayı boyunca yapılan sokak gösterileri, ekonomik olarak halkın içine düştüğü bunalımı çok açık bir şekilde göstermektedir. İşin sadece maddi boyutu değil can kayıpları da tahammül edilecek sınırı aşmıştır. Onlarca İran’lı general Suriye’de öldürülmüş ve sayısı binler ile ifade edilen İran askeri hayatını kaybetmiştir.
İşin ilginç tarafı İran ile Rusya arasında gelişen ilişkiler her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Çünkü Esed Rejimi üzerindeki nüfuz mücadelesi; ne Rusya ne de İran tarafından hala tam olarak kazanılamamıştır. Hava kuvvetlerinde Rusya’nın belirgin bir sayıda askeri güç bulundurarak etkin görünürken kara güçleri konusunda İran’ın çok açık şekilde sayıca üstünlüğü vardır.
Elbette bu kadar çok sayıda asker barındırmanın ekonomik maliyeti vardır. Zaten pek iç açıcı durumda olmayan ekonomik veriler, gittikçe her iki ülke için kötüye gitmektedir. Rusya, silah satarak durumu bir parça idare edebilirken İran’ın bu berbat ekonomik durumdan kurtulması ve çok çeşitli krizlerin altından kalkması zordur.
Her iki ülke de Türkiye ile işbirliği yapmak zorundadır. Aksi takdirde Türkiye’nin oyun bozucu etkisi nedeni ile bölgedeki bütün kazanımlarını kaybetme riskleri ile karşı karşıya kalmışlardır.
Gelelim Türkiye’nin askeri harekâtların ekonomik maliyetini karşılama durumuna…
Türkiye operasyonlarda büyük ölçüde milli silahlarını kullanmaktadır. Bu nedenle daha uzun yıllar ekonomik krize girmeden Suriye’de operasyon yapma kabiliyetine sahiptir. Son zamanlarda geliştirmiş olduğu teknolojisi yüksek silahları, sahada deneme fırsatı bulduğu için mevcut durumu avantaja çevirebilmektedir.
Türkiye’nin milli imkânlarla ürettiği özellikle İnsansız Hava Araçları (İHA) ve zırhlı araçlar, operasyonlarda etkin bir şekilde kullanıldığı için birçok ülkeden silah siparişi alınmıştır. PKK terör örgütü ile mücadelede Irak ve Suriye operasyonlarında kullanılan milli silahların sayısı her geçen gün daha da artmaktadır. İşte bu açıdan değerlendirme yapıldığında Türkiye’nin Suriye operasyonları esnasında yaptığı askeri harcamalar silah endüstrisini geliştirme anlamında çok büyük bir yük getirmemektedir.
Türkiye’nin asıl ciddi sorunu sayısı 4 milyonu aşan mültecilerdir. Bunların barınma, iaşe, eğitim ve sağlık harcamalarını neredeyse tek başına karşıladığı için ekonomik olarak zorlanmaktadır. Fakat bir İslam ülkesi olarak gösterilen misafirperverlik ve dayanışma dünyada emsalsizdir.
İşte toplantı esnasında bu hususlar da dile getirilen konular arasındaydı. Elbette sadece ekonomik değil sosyal ve siyasi değerlendirmelerde yapıldı. Bu çerçevede Suriye’nin geleceği konusunda iyimser bir hava olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Son oturumda Türk-Arap ilişkileri konusunda da sorularım oldu. Zira yıllarca Türkiye’de Arap düşmanlığı yapılmış buna karşılık Arap dünyasında da güçlü bir şekilde Türk düşmanlığı yaygınlaştırılmıştı. Hac gibi dini ibadetler esnasında Türkler ve Araplar yöneticilerin kendilerini nasıl aldattığını ancak fark edebildiler. Fakat bu toplantılar gibi yapılan yoğun temaslar kardeşlik duygularının pekiştirilmesi açısından son derece yararlı olmaktadır.
İşte Suriye’de cereyan eden olayları değerlendirirken belki de üzerinde durulması gereken en önemli husus budur. Türk-Arap kardeşliği sayesinde siyasi olarak aşılamayacak hiçbir engel yoktur. Bölgenin en hâkim iki unsuru olan Türkler ve Araplar işbirliği yapabildikleri takdirde Batı dünyasından, İsrail, ABD ve İran tarafından gelecek bütün tehditleri kolayca bertaraf edileceğinden şüphe duyulmamalıdır.
Yeter ki “ancak mü’minler kardeştir” ayetine uygun olarak hareket etsinler ve ırkçılık silahıyla birbirlerini vurmasınlar. Yaşanan musibetler ve acı olaylar maddi kayıplara yol açmış olsa bile özellikle Türkiye ve Suriye halkları arasında çok güçlü bir kardeşlik bağı oluşturduğu kesindir. Bunun için milyarlarca dolar harcansa ucuz düşer, vesselam…
Dr. Vehbi KARA