KANSER VE HASTA KARDEŞLERİMİ YAKİNEN BİLİRİM.
Kanser...
Tedavisi ise...
Ya iyi olur tekrar hayata devam eder..
Ya da ...
Elbette ölüm hak.
Zira O'ndan geldik, gene O'na döneceğiz.
Amenna.
Lâkin...
Doktor acı haberi üzülerek söyler:
Altı ay ömrü kaldı...
O an bittiğiniz an...
Çaresizlik...
Bitmişlik...
Karşınızda ise altı ay ömrü kalan Koca adam...
Baba!!!
Babanız!!!
Yaşadıklarınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden an be an geçer.
Geçer geçmesine de eliniz kolunuz bağlıdır.
O an boğazınıza düğümlenen kocaman bir şey vardır. Ağlamak istersiniz de ağlayamazsınız.
Kenarda...
Köşelerde...
Sessiz ve sakin odalarda...
Arabanızda...
Ağlar, ağlarsınız.
Hadi söyleyin söyleyebilirseniz...
-Baba...
-Teşhis KANSER!!!
Diyebilirmisin...
Yüreğin(iz) yeter mi?
-Baba kansere yakalanmışsın.
Ve kanser kötü huylu.
Üstelik tüm vücudu sarmış.
Yâni 4. safha.
Metastas...
Son safha...
Yolun bittiği an...
Yüreğin yetermi?
Gücün yeter mi?
Ne ona...
Ne de 40 yıllık hayat arkadaşına söyleyemezsiniz...
Yüreğin yetmez...
İçin kan ağlasada...
İçine atar...
Kanseri...
Kanserli hastaları...
Izdıraplarını çok hemde çoooook iyi bilirim demişdim.
Zira, 45 gün kanserli hastalarla beraber aynı koğuşu(!) paylaşan birisi değil, aynı zamanda 2011 senesinde 6 ayda babasını kanserden kaybeden bir ferd olarak kanseri ve kanserli hasta kardeşlerimin neler yaşadıklarını yakinen bilen bir kardeşinizim.
Sene 1981
İstanbul Onkoloji kliniği.
Tek kişilik bir oda.
Yanda ise koğuş sistemi ile sekiz hasta yatıyor.
Kimi akciğer kanseri...
Kimi mesane...
Kimi gırtlak...
Ve daha nicesi.
Hepsi KANSER HASTASI.
Kimisi ÖLÜMÜ BEKLİYOR.
O koğuşun hasta ve tedavi gören elemanıda benim.
Aynı koğuşta bir sabah iki hemşire pervazı getirip ÖLÜMÜNÜ BEKLEYEN amcaya hazırlık yapıyorlar. Bir müddet sonra minik yüreğiniz ile koğuş arkadaşınız kanser hastası amcayı üzeri beyaz çarşafla örtülü görüyorsunuz....
Hemen yanımızda bir oda...
Tek kişilik...
Annesi ile beraber kalan İzmit 'li Hasan, hastaneye yatmadan önce 98 kilo. Hastalığa yakalandıktan sonra 46 kiloya inmiş abimiz. Saat 16.00/16.30 geldimi hastane inim inim inlerdi.
-Doktoooooor öldür beni!!!!
-Doktoooooor öldür beni!!!
İnlemeler dayanılacak gibi değildir. Ağrı tarif edilemez...
Hemşire hanımlar gelir, sakinleştiriciyi vurur abimiz ancak böyle rahatlardı, taki bir sonraki ikindi aynı saate kadar. Benim zihnimde ise aradan 41 sene geçmesine rağmen kulaklarımı tırmalayan o ses " DOKTOOOOOOR ÖLDÜR BENİ!!!"
Ya 19 yaşında gene kemik rahatsızlığına yakalanıp uzun bir şua tedavisiden sonra "Hadi bakalım iyileştin " denilerek evine gönderilen Alparslan'a ne demeli tam 8 gün sonra sedyede inleyerek tekrar hastaneye geri döndüğü günü unutamam.
Beyaz kefenler içinde hergün önümüzden geçenleri...
Yaşlı teyzeler, amcalar...
Kanserli hastalarla beraber kalan biri olarak hayatımın unutulmayacak 45 günü bu abilerim ile geçti. Ne onları unuttum, ne hastalığı, ne de hastaneyi.
Kardeşim Abdülvahit, bugün facebookta paylaştığın yazında:
........
Lütfen, ailenizin bir üyesinin ya da ölen bir arkadaşınızın hatırına; hâlâ kanserle savaşan, kanser geçiren ve hatta onu yenenler için bu yazıyı sayfanıza kopyalayıp yapıştırın (sadece paylaşmakla yetinmeyin lütfen).
diyerek KANSER ve KANSERLİ hastalara dikkat çekmek istemişsin.
Ben, Bülent ERTEKİN 45 gün kanserli arkadaşlarımla beraber aynı koğuşu(!) paylaşan birisi değil, aynı zamanda 2011 senesinde 6 ayda babasını kanserden kaybeden bir ferdi olarak kanseri ve kanserli hastaların (şahsımda dahil) neler yaşadıklarını yakinen bilen bir kardeşinizim. Bu nedenle beni tekrar o günlere götürdün.
Yazmasam olmazdı.
Zira ....
Bugünkü paylaşımın gerçekten çok güzel ve yerinde bir paylaşım. Tebrik ve teşekkür ederim.
Rabbim tüm kanser hastalarına...
Şua ve kemoterapi görenlere güç ve kuvvet ihsan eylesin. Herşeyden önemlisi onların yanında olup onlar gibi o hastalığı âdeta birebir yaşayan yakınlarına, sevdiklerine de sabırlar ihsan eylesin.
Amin.
Selam ve dua ile.
Bülent ERTEKİN.