KÖLE MÜBAREK ’'iN MÜBAREK OĞLU ABDULLAH BİN MÜBAREK...
Henüz Moğol fitnesinin kopmadığı yıllar... Asya’ya yön veren efsane şehir Merv mücevher gibi parlar.
Muhteşem beldenin sevilen Kâdısı, kızının büyüdüğünü ancak dünürcüler kapıya dayanınca anlar. Şu işe bakın, daha dün ardısıra koşuşturan, ip atlayan, seksek oynayan çocuğa talipler çıkar. Ancak kâdı efendinin acelesi yoktur, ince eler, sık dokur, biricik kızını vereceği adamda çok şey arar.
Kadı Efendinin “Mübârek” adlı bir kölesi vardır, bu garip yıllardır bağına-bahçesine bakar. Bir yaz günü hani salkımların sepetlere sığmadığı bir yaz günü Kâdı Efendi misafirlerini bağında ağırlar. Kebablar yenilir, kahveler içilir, sıra meyve ikramına gelir. Köle Mübarek, tanesi en iri olan salkımları seçer, yıkar paklar, önlerine koyar. Koyar da sanki bu güzel ziyafetin üstüne limon sıkar, ağzına atanın yüzü buruşur, üzümler ekşi mi ekşi çıkar. Hani bir salkımcık olsun tatlısını bulsa...
Nereden bileyim?
Kadı efendi dayanamaz, sepeti koluna geçirdiği gibi bağa dalar. Bir yandan üzüm keser, bir yandan kölesini azarlar, “beceriksizliğin bu kadarına da pes yani” der, “ömrün burada geçsin, sen üzümün ekşisini tatlısından ayırama. Şu kehribar gibi sararmış, kızıl benekli salkımlar dururken, yeşilleri niye getirirsin anlat bana.”
- Onların taneleri daha iriydi ama.
- Sen yeşil tanelerin eksi olabileceğini öğrenemedin mi hâlâ?
Mübarek ellerini iki yana açar “nereden öğrenebilirdim ki” diye fısıldar.
-Canım nereden öğreneceksin elbette tadarak.
-Benim olmayan üzümleri mi ?
-Şimdi, sen hiç üzüm yemiyor musun yani?
-Öyle bir izin verdiniz mi?
Düşünün bir bağ elinden geçsin ağzına tek tane atma... Kadı tutulur kalır, kölesinin temiz bir genç olduğunu biliyordur ama bu kadarına o da şaşar. Misafirlerini uğurladıktan sonra Mübarek’i bir kenara çeker “sana bir şey soracağım” der, “duymuşsundur benim bir kızım var ve talipleri bunaltmaya başladılar. Üzerime üzerime geliyor, eşiğimi aşındırıyorlar. Aralarında subaylar var, emirler var, tüccarlar var... Kimi sandık sandık mücevher vaadediyor, kimi tapu üstüne tapu koyuyor. Sanki damat adayları resmi geçide çıktılar, asiller, zenginler, yakışıklılar... Sahi yerimde olsan nasıl bir seçim yapardın?
-Efendim siz de bilirsiniz ya, Yahûdîler mala, Hıristiyanlar güzelliğe, Câhiliyye devri Arabları ise soya sopa bakarlar. Asr-ı saadet yıllarında ise sadece ihlas ve takva ararlar. Ama zamânımızda makama mevkiye çok itibar ediyorlar.
-Peki sana bir soru daha.
-Buyrun?
-Oğlum Mübarek, kızımı alır mısın söyle bana?
-İyi de kızınız benim gibi değersiz bir köleye varmak ister mi acaba? -Soracağız elbet, onun rızasını almadan olmaz.
Alır da...
Olur da...
Kâdı efendi hayırlı işi geciktirmez, onlara şirin bir ev açar. Ancak Mübarek, hanımından günlerce uzak durur, sağda, solda oyalanır, bağda bahçede yatar. Sebebini soran kızcağıza “baban koca şehrin kadısı” der, “ihtimal ki parasına şüpheli bir şey karışmıştır. Hiç değilse kırk gün helal lokma yiyelim, evladımız salihlerden ola.”
İşte büyük veli “Abdullah bin Mübarek” bu temiz izdivaçtan doğar.
Sual,
Bu edebi, ahlaki, dini duruşun ve yaşayışın
SEN, BEN, BİZ TOPLUM
kısaca
HEPİMİZ NERESİNDEYİZ?
DÜŞÜN(ELİM)
NE DERSİNİZ?
Selâm ve dua ile
Bülent ERTEKİN