Soğuk...
Kar...
İkisi birleşmiş ayaz mı ayaz.
Sanki sadece dışarıdaki mikropları değilde içimizdeki mikropları (!) öldürür cinsten.
Biraz yüksekler ise günahlarından arındırılmış bir bebek gibi, bembeyaz.
Fatih....
Sultanahmet...
Eyüp....
Yuşa Tepesi...
Çamlıca...
Beyazın saflığı,masumiyeti ve günahsızlığı gibi. Bir şeyler haykırıyor İstanbul;
SEN, EY GAFİL,
BURAYA, BURALARA ECDADININ EMANET OLARAK BIRAKTIĞI
BU AZİZ VE MÜBAREK YERLERE LÂYIK DEĞİLSİN. KİRLETME!!! BOZMA!!!
Bu masumiyeti der gibi.
Herşeyinle...
Her halinle güzelsin...
Bizler sana, senin mübarek yerlerine...
O mübarek zatlarına lâyık insanlar değiliz. Mekkeden... Medineden... Güllerin efendisinin(s.a.v) müjdesi ile mecnun gibi, ferhat gibi yollara düşüp; Senin olmak... Seninle olmak için. Bir ruh... Bir inanç ile surların eşiğine kadar gelen o mübarek zatların ne hayallerine, nede inançlarına yaklaşabiliriz.
Biz günahkarız...
Biz riyakarız...
Biz mahcubuz...
Sana layık değiliz AZİZ İSTANBUL Sana yakışır evlatlar değiliz... Sana senin emanetlerine sahip çıkamayan günahkârlarız... Ruhumuzla kirletiyor, Sözlerimiz ile mahcup ediyoruz.
Kim ne derse desin. Seni KİRLETTİK SENİ SEVDİĞİMİZİ söyledik, söyledik söylemesine de aşkımızı, SEVGİMİZİ İSPATLAYAMADIK.
Güzel şehir...
Mukaddes şehir...
Aziz şehir...
Kim ne derse desin.
Ne söylerse söylesin.
Sana layık değiliz.
Selâm ve dua ile
Bülent ERTEKİN