SİYASETİN KAÇIŞ RAMPASI
Karayollarında özellikle yokuş aşağı inen ağır tonajlı araçların frenlerinin boşalması durumunda kazaları önlemek için yoldan çıkarak durdukları rampalardır. Bu kaçış rampaları ile birçok kazanın önlendiği istatistiklere yansımıştır.
Bu durumu siyasete teşmil edecek olursak birçok durumda yoldan çıkan siyasetçilerin kendilerini kaçış rampasına vurduğuna şahit olmaktayız. Bunu yaparken bazen bir kavrama, bazen de bir kelimeye sarıldıklarını görürüz. Mesela bunlardan birisi zamanlama meselesidir. Siyasi sonuçları olan bir aksiyon karşısında başvurulan ilk kavram “Bu eylem zamanlama açısından manidardır” olmaktadır. Bu durumu eleştiren siyasetçinin aslında söyleyecek bir sözü bulunmamakla birlikte, “İpe un sererek” olayı kendi mecrasından koparıp algı oluşturmaktan başka bir şey değildir. Bir siyasiye çok basit bir soru sorun hiçbir zaman açık ve net bir cevap alamazsınız. Meselenin özüne değinmeden birçok şey söyleyecektir fakat günün sonunda hiçbir şey söylemediğini görmeniz sürpriz değildir. Kelime oyunları ile asıl konuyu es geçerek adeta orta sahada top gezdirerek zaman kazanacaktır. Bazı durumlarda konuyla hiç alakası olmadığı halde bir anda Cumhuriyetin değerlerinden girip, Atatürk’ten çıkarak büyük bir algı operasyonuna şahit olacaksınızdır. Bütün bunlar siyasette kaliteyi düşüren, siyasetin itibar ve prestij kaybına neden basit ve ucuz hareketlerdir.
Bütün siyasi partiler, “en iyi savunma hücumdur” anlayışı ile parti sözcüsü veya grup başkan vekillerini hep agresif vekillerden seçmekte mahsur görmezler. Ne kadar saldırgan, cebbar, kavgacı ve bağırıp-çağırırsan o kadar iyi olacağını düşünürler. Fakat vatandaşın gözünde bu makbul değildir. Bu temsilcilerin; naif, sakin, uzlaşmacı, mülayim, ağırbaşlı olması hem siyasete bir seviye getirmiş olacaktır hem de kutuplaşmanın önüne geçerek tansiyonu düşürecektir.
Mesela bir partide bir vekilin suç işlemesi ve ceza alması durumunda vekilliği düşürüldüğünde kıyamet kopmaktadır. Bu mevcut yasa ve kanunlar çerçevesinde olmasına rağmen, milli iradenin gaspından tutun, millete yapılan darbeye kadar uzanan bir yelpazede değerlendirilmektedir. Oysaki olması gereken, ceza alan siyasetçinin durumu kabullenmesi ile hem kendini hem de partisini rahatlatması olmalıdır. Böyle olmayınca; parti liderinden tutun, tüm sözcülere kadar herkes kendini paralayarak haksızlık yapıldığını haykırmakta beis görmüyorlar. Yapılması gereken, “Bu bizim arkadaşımız da olsa bir yanlış yapmıştır, cezası ne ise çekmelidir” olmalıdır. Böyle olmayınca cansiperane suçluyu korumaya çalışmakta aslında bir eziyet ve zulümdür.
Sonuç olarak; siyasete bir seviye ve üslup gelecek ise herkes haksız olarak kaçış rampasını kullanmadan, kendini çek etmelidir. Yoksa yıllarca bu şekilde kayıkçı kavgası ile enerjimizi boşa harcarız ki neticede kaybeden Türkiye olur.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın