İslam Ülkeleri Ortak Savunma Araçları Üretimi
Müslüman ülkelerin Batı esaretinden kurtulup bağımsız hareket etmeleri, İslam’a düşman olan kişi ve kuruluşları çok rahatsız etmiştir. Türkiye başta olmak üzere dimdik duran onurlu bir politika uygulayan ülkeler oldukça bu durumdan rahatsızlık duymaları gayet doğaldır.
21. Yüzyıl İslam çağı olacaktır. Çünkü Müslümanlar; kuvvet yerine hakka dayanır. Hedef olarak menfaat yerine; Allah rızasını kazanmak ve fazileti esas tutar. Hayattaki düsturu savaş değil; dayanışmadır, birlikte olmaktır.
Batı felsefesi ve hayat tarzı hevesleri tatmin etmek iken; Müslümanlar, insanlığa hizmet etmeyi ve ruhen tekemmül etmeyi hedeflemektedirler. Irkçılığı öne çıkarıp başkasını ezmeyi gerekli gören Avrupa’ya karşı; kardeşliği barış ve huzuru öne çıkaran İslamiyettir.
Zaten İslam’ın kelime karşılığı da selâmdır, barıştır. Selâmı yaymak demek İslam’ın barış ve huzurunu dünyaya ulaştırmak anlamındadır.
İşte yavaş yavaş ellerindeki askeri gücün kaybolduğunu gören Batılı ülkeler ve İslam düşmanları, yeniden eski güçlerine kavuşabilmek için Müslümanlar arasında fitne ve çatışma çıkarmayı esas tutmaya başlamışlardır. Bu maksatla Türkiye’de yapılan çok önemli toplantıları sabote etmek için türlü türlü oyunların içine girmektedirler.
Türkiye’nin yetiştirdiği en başarılı generallerden olan Adnan Tanrıverdi öncülüğünde yapılan ve Batılıların askeri boyunduruğundan kurtulmayı amaçlayan girişimlere, akla hayale gelmedik sözlerle karşı çıkmışlardır. Bu maksatla İslam birliği için savunma sanayi işbirliği usul ve esaslarının tespiti ve ortak savunma sanayi üretimi ana teması altında yapılan üçüncü toplantısının güzel etkilerini önlemek için hep birlikte taarruza geçmişlerdir.
Bu zamanın en önemli farz vazifesinin “İslam Birliği” olduğunu düşünerek bu yolda birçok organizasyonları yöneten böylesine kahraman insanlara karşı yürütülen operasyonların içyüzünü açıklamak gereklidir. Aksi halde kamuoyu konu ile alakasız noktalara çekilerek aldatılmakta ve halkımıza verilen bilgiler çarpıtılmaktadır.
Örneğin bir soruya verilen cevapta “tembel tembel oturmayalım, Mehdi geldiğinde bizi işbaşında bulsun” şeklinde söylenen bir söz; neredeyse tam tersi bir anlam verilerek tamamen çarpıtılmıştır.
Bunu yapan İslam düşmanı ve Batı dünyasına karşı aşağılık kompleksine girmiş insanlara laf yetiştirmeyi çok da doğru bulmuyorum. Bunun yerine üçüncüsü yapılan bu kongrede 45 ülkeden 200 akademisyenle birlikte dâhil olmakla şeref duyduğum kendi sunumumu anlatarak en güzel cevabın verileceğini düşünüyorum.
“İslam Ülkeleri Savunma Endüstrisi Kurulmasında Zırhlı Araç Üretimi Örneği” başlığı ile yaptığım konuşmada Altay tanklarının Katar ile birlikte ortak üretilmesinin önemine değinmeye çalıştım. Kısaca şu hususları dile getirdim.
Türkiye, savunma sanayi alanında özellikle 2010-2019 yılları arasında çok önemli başarılara imza atmış özellikle silahlı insansız hava araçları ( SİHA) konusunda dünyanın en ileri ülkelerinden bir tanesi olmuş durumdadır. Bu konuda silah üreticisi büyük devletlerin engellemelerine rağmen elde edilen başarı çok değerlidir.
Türkiye’nin SİHA’lardan başka diğer savunma araçlarının üretiminde de başarıları bulunmaktadır. Hatta dünyada çok az sayıda ülkenin sahip olduğu “uçak gemisi” inşası Türkiye’nin kendi tersanelerinde yapılmaktadır. Kara, hava ve deniz unsurlarının ihtiyaç duyduğu silahların temininde yerlilik oranı % 70 seviyelerine ulaşmıştır.
Özellikle özel sektör-devlet işbirliği üretimine başlanan Altay tankları, İslam ülkeleri arasındaki işbirliğinin güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Bu maksatla Türkiye ile Katar devletleri arasındaki ortak üretim anlaşmaları çok önemlidir.
Türkiye’nin üretmiş olduğu zırhlı araçlar dünyanın birçok ülkesinde başarı ile kullanılmaktadır. “Kirpi” isimli zırhlı aracın teslim alınması ile birlikte Libya savaşının gidişatını değiştirdiği görülmektedir. Buna benzer şekilde savunma endüstrisinde çok önemli aşamaya gelinmiştir. İslam ülkelerinin çok ihtiyaç duyduğu silahlar emsallerine oranla hem teknik anlamda hem de çok uygun maliyetlerle tedarik edilebilmektedir.
Eğer üretilen bir silah, uluslar arası pazarda satılamıyorsa bu durumun silah endüstrisinde değeri ve anlamı yoktur. İşte Türk zırhlı araçlarının çok zorlu engelleri aşarak seri üretim ve satışının yapılması üzerinde durulması gereken bir konudur.
Yaptığım bu sunum ile İslam ülkeleri arasında ortak silah üretim çalışmaları da kısaca değerlendirilmiştir. Bu aşamaya gelirken karşı karşıya kalınan zorlu süreçler araştırılarak elde edilen tecrübelerin tartışılması da gerekiyor. Bu sayede yapılması düşünülen ortak üretim çalışmalarında ortaya çıkması muhtemel engellerin aşılmasının çok daha kolay olacağı da açıktır.
Müslüman milletlerin refahı, kurdukları devletlerin bekası, dünyada barışın tesisi ve adaletin hâkimiyeti için yukarıda özetini anlatmaya çalıştığım sunum benzeri 200 akademisyenin çalışması ortaya konmuştur. İslam ülkelerinin bir süper güç olarak dünya siyaset sahnesine çıkmasından korkan ve dehşete kapılan güçlerin yapılan bu güzel çalışmalara karşı çıkması kadar normal bir şey olamaz.
Elbette atalarımızın dediği gibi “it ürür kervan yürür”. Eğer maksatlarını bildiğimiz karanlık oda ve mahfillerin tepki vermediğini görürsek; işte o zaman korkmalı ve “yanlış yolda mı gidiyoruz acaba” diyerek kendimizi sorgulamalıyız. Yok, eğer sahibinin sesine uyarak uluyan köpeklere bakarak hareket edersek işte o zaman büyük bir yanlışın içine düşeriz, vesselam…
Dr. Vehbi KARA