Ölümü Unutmuş İnsanlara Bir İbret Dersi
Korona virüsü diyerek panik olup dünyayı hem kendilerine hem de bütün insanlara zehir etmeye çalışan bazı bilim adamı görüntüsündeki insanları ikaz etmek üzere bu makale kaleme alınmıştır. Özellikle ölümü yok sayan ve sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya odaklanarak üst perdeden ahkam kesen bu doktorlara birkaç kelam etmek gerekiyor.
Siz de hastalıkların hatta hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmiş imanlı Türk milletine karşı bazı kendini bilmez güya bilim adamı diye geçinen bu sağlık çalışanlarının kafasına bu yazı tokmağını indirebilirsiniz. Olur ki intibaha gelip uyanırlar…
Ey gaflete dalıp bu hayatı tatlı görüp âhireti unutan ve dünyaya talip bedbaht bilim adamları! Biliyor musunuz neye benziyorsunuz?
Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez. İşte aynı bu sersem hayvan gibi ölümü görmeyip başınızı kuma sokuyorsunuz…
Size bir temsili hikaye anlatayım. Umulur ki bu temsil ile nedamet edip aklınız başınıza gelir:
Erzurum’un Horasan ilçesinin Horum köyünde iki adam varmış. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı ve arkadaşı İstanbul’a gitmiş güzelce yaşıyormuş. Yalnız bir tek arkadaşı burada kalmış ki oda İstanbul’a gidecekmiş. Bu nedenle şu adam İstanbul’a müştak olmuştur. Daima İstanbul’u düşünür ve ahbaplarına kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, “Oraya git”; sevinip gülerek gider.
İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları bu köyden gitmiş. Zanneder ki; bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler diye düşünür. Şu biçare zavallı adam, bütün bu olayları unutup kafasını kuma gömerek sadece gelip geçen birkaç misafir ile teselli bulmaya çalışır. Onlarla bu elemli ölüm ayrılığını kapatmaya çalışır.
İşte kıssadan hisse bu olmaktır ki; herkes aslında bu iki insana benzer. Benzer duygu ve düşünceleri yaşıyoruz. Nasıl mı?
İşte bütün sevdiklerimiz, dost ve ahbaplarımız, kabrin öbür tarafındadır. Burada kalan bir iki tane dost ise zaten onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirmek ne derece doğrudur?
İşte birinci adam gibi merdâne kabre, mezara bakmak gerek. Dinleyip ne talep ettiğini anlamak gerekiyor. Erkekçesine ölümün yüzüne gülmeli! Acaba ölüm bizden ne ister?
Hikâyedeki ikinci adam ise ne kadar gaflet ve dalalet içindedir. Sanki hep o köyde kalacağını zannedip boş işlerle uğraşıp duruyor. Ölümü düşünmeyip sanki hep dünyada kalacakmış gibi kendi kendini aldatıyor. Kendine mazeret bulmuş şöyle diyor:
“Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, maişet derdiyle sarhoştur.ben de öyle olmaya çalışıyorum”
İşte bu adama ve bunun gibi gafil insanlara şunu söylemek gerekiyor:
“Ölüm değişmiyor. Ayrılık, sonsuzluğa dönüşüp başkalaşmıyor. İnsanın acizliği değişmiyor. Hatta daha da çok artıyor. Bir mikroptan tut nice hastalık ve musibet insanı hayattan koparıp ölümün kucağına atıyor”. Niçin kafanı kuma gömmeye devam ediyorsun?
O zavallı adam bu sefer şöyle diyor:
“Ben de herkes gibiyim. Nasıl ki; onlar da benim gibi ölümü düşünmeyip oyun ve oyalanmaya devam ediyor, bende öyle yaparım”
Ah zavallı. Herkes sana ancak kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Diğer insanlarla musibette beraber olmak demek olan bu tesellin, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Orada senden hesap soracaklar. Başkasının felaketi seni kurtarmaz…
Hem niçin kendini başıboş zannediyorsun? Acaba şu dünya misafirhanesi gayesiz ve nizamsız mıdır? Yıldızlardan tut ta atom zerrelerine kadar bütün alem harika bir düzen tıkır tıkır işleyen bir saat gibi değil mi? Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu dünya hadiseleri tesadüf oyuncağı olabilir mi?
Yahu şunu gör bari! Her mevsimde yeryüzünde bitki ve hayvanlara giydirilen elbiselere bak. Birbiri üstünde, birbiri içinde; gayet muntazam ve gayet nakışlı bir gömlek gibi baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle süslenmiş şu canlılar alemini göremiyor musun? Nasıl bu hastalık ve musibetleri dinsizlerin dediği gibi gayesiz, tesadüfî oluyor; dersin?
Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ediyorsun. Bütün bu hadiseler, mikroplar, canlı ve cansız varlıklar; çok merhametli olan Allah’ın emri ile hareket ederler. İmanlı insanların fâni olup gidecek malını sadaka hükmüne çevirip sonsuzlaştırdığını niçin görmek istemiyorsun?
Eğer bu musibet ve hastalıkların iç yüzünü anlamak istersen bil ki; başına gelen bu olaylar bir çeşit sadaka olup Allah seni dünyadaki günahlarından arındırıp tertemiz olarak sonsuz hayata göndermek istediği içindir.
Nasıl ki bir gün gelecek, şu yeryüzü, üstündeki insanları şükürsüz görüp Allah’a ortak koştuğunu hissederek Yaratıcımız olan Hâlıkın emriyle, kıyamet ve büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizleyecektir. İşte Allah benzer şekilde insanları da bazen böyle musibetlerle temizleyip cennete ehil olacak şekilde hazırlayıp gönderiyor.
Son sözümüz ayet meali olsun: “Dünya hayatı, aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:185), vesselam…
Dr. Vehbi KARA