İSLÂM BİLİM ADAMLARI
İBNÜ’I-ARABÎ 2
1204 yılında İbnü’l-Arabî, Selçuklu dönemi tanınmış şeyhlerinden Mecdüddin İshak ile buluşmuştur. İbnü'l-Arabî, buradan önce Medine’yi ziyaret ederek Bağdat’a gitmiştir. Bu ziyaretinde Şeyh Abdülkâdir Geylâni’nin (Kadiriye tarikatının kurucusu ve İslâm filozofu) öğrencileriyle tanışmıştır. İbnü'l-Arabî, Musul’da Ramazan ayını geçirdiği esnada et-Tenezzülâtü’l-Mevṣıliyye ile el-Celâl ve’l-cemâl'i adlı eserlerini yazmıştır. Ertesi yıl Urfa, Diyarbekir, Sivas üzerinden Malatya’ya gelmiştir.
İbnü’l-Arabî’nin devlet adamlarıyla ilişkileri sadece Selçuklu sultanı I. Keykâvus ve diğer sultanlarıyla sınırlı kalmamış, Eyyûbîler’in Halep emîri el-Melikü’z-Zâhir ve Dımaşk emîri el-Melikü’l-Âdil ile de münasebetlerini sürdürmüştür.
İbnü'l-Arabî Dımaşk’ta iken, Hz. Peygamber’in elinde bir kitapla zuhur ederek, “Bu elimdeki, hikmetlerin yuvalarını (fusûsü’l-hikem) gösteren bir kitaptır, bunu al ve faydalanacak kimselere açıkla” dediğini nakleden İbnü’l-Arabî, bu işaret üzerine Fusus denilen Fuṣûṣü’l-ḥikem’i 627 (1230) yılında burada telif etmiştir.
İbnü’l Arabi tarafından el yazısıyla yazılan el-Gütuhâtü’l-Mekkiyye (resim)
İbnü'l-Arabî İslâm tarihinde üzerine en sert tartışmaların yapıldığı kişilerden biridir. Üzerinde en çok durulan konu da şüphesiz vahdet-i vücud düşüncesi olmuştur.
İbnü'l-Arabî'nin en sert eleştirmenlerinin başında gelen kişi Hanbelî Mezhebi geleneğinden beslenen âlim İbn Teymiyye’dir. İbn Teymiyye'ye göre vahdet-i vücud küfürdür, dolayısıyla onu savunanlar da kâfirdir.
İbnü’l-Arabî eserlerini herhangi bir müellif gibi düşünüp taşınarak yazmadığını, bu eserlerde yer alan bilgilerin zihinsel ürünler olmaktan ziyade birer “ilâhî imlâ” olduğunu özellikle el-Fütûḥât’ında dile getirmiştir.
Bâzı tasavvuf ehilleri Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin geldiği idrak ve ilâhî anlayış seviyesinin peygamberler hariç insanlığın gelebileceği en yüksek seviye olduğu görüşündedirler.
Tasavvuf çevrelerindeki genel kanaat, gelmiş geçmiş en büyük birkaç şeyhten biri olduğu yönündedir.
İbnü’l-Arabî kendisine gelen vâridâtı ya çok süratli bir şekilde bizzat kaleme aldığı veya yanındakilere yazdırdığı bildirmekte,
Mevâḳıʿu’n-nücûm adlı oldukça hacimli (300 sayfa) eserini on bir günde, et-Tedbîrâtü’l-ilâhiyye’yi dört günden daha az bir sürede, et-Tenezzülâtü’l-Mevṣıliyye’yi birkaç gün içerisinde, el-Celâl ve’l-cemâl’i bir günde, Kitâbü’l-Hüve’yi bir sabah vaktinde, el-Ḳasemü’l-ilâhî’yi bir saatte yazdığını söylemektedir.
İbnü’l-Arabî, bütün eserlerinde mârifetullahı ilimler dairesinin merkezine almış ve bu noktadan hareketle hakikate dair ilimlerin (ilm-i hakāik) çeşitli konularına açıklamalar getirmiştir. Tasavvuf, tefsir, hadis, fıkıh, tarih, ilm-i havâs gibi çok geniş bir alanda yazmış olduğu yüzlerce eserinin hareket noktası hep “mârifetullah”tır.
İbnü’l-Arabî şiire de bu açıdan bakmıştır. Ona göre şiir şaire Zühre feleğinin ve Yûsuf peygamberin bir hediyesidir. Âlem-i hayâl ile şiirsel tahayyül arasında irtibat vardır. El-Fütûḥât’ta, İbnü’l-Arabî’ye ait 1428 parça şiir bulunmaktadır.
İbnü’l-Arabî’nin ifadeleri özlü ve yoğundur. Bununla birlikte otuz yedi ciltlik el-Fütûḥât için, “Bu kitaptan maksat elden geldiği kadar veciz ifade ve hulâsadır” demesi hayli anlamlıdır.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
09.09.2022