Dijital alemde, radyo ve gazete gibi diğer geleneksel medya organlarında kontrol kimin elinde ise içerik aynı kişilerin inanç ve düşünce yapılarına göre şekillenir. Sosyal medya kanallarının hayatımızın merkezine oturmasına kadar söz hakkı hep güçlünün elindeydi. Artık her bir şahıs arzu ettiği içerik üretimini oluşturarak kendisine bir medya alanı oluşturabilir, videolar resimler çekerek milyonlara ulaştırabilir.
Dijital dünyada din konusu ise farklı bir ciddiyet ve hassasiyetle ele alınması gerekir. Kapitalizmin hakim olduğu, oyun ve eğlence merkezli olarak kurgulanmış, benlikleri ön plana çıkaran, nefsi duyguların sürekli okşandığı, popüler kültürün en hakim alanlarından biri olan medyada din kendine nasıl bir yer bulabilir ciddi bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye’de ilk sinema filmlerinin çekildiği, ilk televizyonların kurulduğu tarihten bugüne ekranlarda dini konuların nasıl ele alındığını şöyle bir hatırlayalım. Türk sinemalarında herhalde herkes, filmlerin en çirkin ve ahlaksız, saçı sakalı birbirine karışmış, her türlü yalan ve iftira atan kişilerin hocalar olarak sunulan karakterler olduğunu hatırlar. Dizilerde efsunlu bir hale getirilen, sadece doğaüstü olayların cereyan ettiği, herkesin yaşaması mümkün olmayan bir sırlar dünyası olarak takdim edilen yine din gerçeğidir. Televizyon programları ile bu dejenerasyon devam etti. Televizyon programlarında aynı şekilde insanların dalga geçeceği sorular seviyesine düşürülen, basit, sıradan ve bayağı bir kıvama getirilen ve adeta popüler kültüre kurban edilen bir din algısı görüyoruz. Son olarak sosyal medya dönemi ile durum daha da vahim bir hal aldı. İnsanlar neredeyse ayet ve hadis tasarımlarını paylaşarak dini vecibelerini yerine getirdiklerini düşünmeye başladılar. İşin dini boyutu bir tarafa, ahlaki ve içtimai olarak da bir buhrana doğru sürüklenmekteyiz. Artık düğün, nişan, sünnet tebrikleri, kutlamalar, taziyeler sanal aleme taşındı. İnsanlara iyiliği emredip kötülükten men etme ilkesi sosyal medya paylaşımları ile yeterli olarak görülmeye başlandı. Kısacası, insanların hem dünya hem de ahiretini ilgilendiren, bir kural ve kanunlar manzumesi olan, hayatın her alanına bir sözü olan din gerçeği sanal alemin dijital parmaklıkları arasına hapsedilmiş oldu.
Buradaki paradoksal durum aslında şu, insan hayatının neredeyse tüm alanlarını kaplamış bir medyadan bahsediyoruz ve artık dini konuların izlendiği, takip edildiği ve araştırıldığı alan da tamamen medya olmuş durumda. Fakat medya oyun, eğlence merkezli, popüler kültürün hakim olduğu, kontrolün kimin elinde olduğu çok muğlak olan bir alandır. Dolayısıyla bu alanda dinin öğrenilmesi ya da ele alınması, istismar edilip sömürülmesi yanında bir hiç mesabesindedir. Çünkü din, popüler ve medyatik bir konu değil bilakis bir dünya ve ahiret gerçeğidir.
Medyanın bir özelliği de algı yönetimi aracı olarak kullanılmasıdır. Bu özellik bir şeyin olduğundan farklı gösterilmesi ya da bir kişinin kendisini olduğundan farklı ifade etmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda ve alanda din anlatımı ancak dinin başta kendinin zarar görmesi ile ayrıca takipçinin de yanlış bilgilendirilmesi ile neticelenecektir. Kaldı ki, başta sansürsüz yayın yapılabilen sosyal medya olmak üzere diğer medya kanallarının da içerikleri düşünüldüğünde, bu gayri ahlaki alanda hangi dini konu ne kadar ele alınabilir diye düşünmek lazım. Herhangi bir kanal değişiminde ya da bir sosyal medya kanalının zaman tünelinde biraz yol aldığınızda veya bir sonraki videoya geçtiğinizde sizin nelerin beklediğini çoğu zaman bilemezsiniz.
Bir Fransız sosyolog modernizmin ortaya çıkışının din üzerinde dört etkisi olacağını öne sürmüştür. Bunlar, gerileme, uyarlama ve yeni yorum, muhafazakâr tepki ve yeniliktir. Bu etkilerin en kolay hakimiyet kuracağı alan medyadır. Sonuç ise dinin tahrif edilmesi olarak karşımıza çıkacaktır. Yani dini ve yaratıcıyı insan hayatından tamamen çıkarıp merkeze insanı koyan seküler dünya görüşü ile din anlatımı ya da din tebliği yapmak pek mümkün gözükmemektedir.
Medya, sekülerizm ve kapitalizmin etkisi altında olan, kavramlara farklı anlamlar yüklemenin sorun olmadığı, her şeyin rahatlıkla alınıp satıldığı ve hatta din anlatan hocaların dahi fahiş fiyatlara kanaldan kanala transfer olduğu bir alandır. Din karşıtı bütün güçlerin hakim olduğu bir alan olmasına rağmen o alanda var olmak zorunluluktur ama sağlıklı bir tebliğ sürecinin yürütülmesi ciddi bir tartışma konusudur. Nihayetinde insan hayatında din kutsal olması gerekirken, medyanın insanlara kutsal olarak sundukları, kadın, para, makam, modern ve lüks bir hayat, oyun ve eğlence, içki ve kumar gibi birçok kötülük olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu kadar keşmekeşin içerisinde sıhhatli bir manevi atmosferin oluşması, insanların akıl ve duygularına doğru mesajın gönderilebilmesi yukarıda saydığımız saikler de dikkate alındığında pek mümkün gözükmüyor.
Medya dini değerlere uzaktır ve tanımaz. Kendi varoluşu ve devamlılığı için ne gerekiyorsa yapar, ne tüketilmesi gerekiyorsa tüketir. Bu bağlamda aşırı egoist ve fazlasıyla çıkarcıdır. Mesela 2012 yılında bir medya organının Ramazan ayı iftar menüsündeki şu ifadesi oldukça dikkat çekicidir: “Baharatlı tavuk ızgara yemeği için önerilen malzemeler, sekiz çorba kaşığı beyaz şarap…” Yani medyanın her hangi bir dini hassasiyetinin ya da kaygısının olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Medya Ramazan ayında bu programları dini bir çalışma ya da gerçeklik dolayısı ile değil, toplumsal tepkiyi azaltmak, talep edilen konuyu arz etmek, reyting ve para kazanmak için yapar.
İhtiyaçları ve değerleri arasına sıkıştırılmış, borca esir olmuş, gündelik hayatın içerisinde ciddi bir mücadele veren insan medya sektörünün tezgahlarında sunulan ürünlerin kalite ayrımını yapamaz. Yani herhangi bir dini görüntülü programı izlemeye başlayan insan yarın aynı kanal üzerinden, dizilere, evlendirme programlarına, gayri ahlaki birçok yayına kapılır gider ama bunun farkına varamaz. Özellikle televizyon yayınları dikkate alındığında toplumsal olarak gözden kaçırdığımız bir büyük tehlike ise gayri ahlaki birçok şeyin artık olağan karşılanmaya başlanmasıdır. Şöyle ki, bundan 20 yıl önce bir filmde ya da dizide ortaya koyulan edep dışı bir sahneye tepki oranı bugün inanılmaz derecelerde minimize edilmiş durumda.
Ahlaksızlığın normalleşmesi, dinin zamanla örf, adet, gelenek ve göreneklere dönüşmesi, günahın sıradanlaşması ve bu tükenişe karşı refleksin zayıflamasının önüne geçilmezse artık medya kanallarında sunulan post modern, hedonist, seküler ve kapitalist hayat tarzının evlerimize kadar girdiğini görebiliriz. Farkındaysanız yavaş yavaş, manevi büyüklerimizin yerini popüler sanatçı ya da siyasilerin, okumanın yerini oyun ve eğlencenin, ibadetin yerini çılgınlığın, zevk ve sefanın, tefekkürün yerini içki ve uyuşturucunun aldığını görüyoruz. Daha dikkatli olmalı, medyadaki tehlikeyi görmeli, her türlü akıl oyunlarına, algı yönetimlerine rağmen kontrolün hala insanın bizatihi kendinde olduğunu bilmeli ve ona göre dikkatli davranmalı, tepkimizi ortaya koymalıyız. Aksi halde sanal olduğu halde gerçek olarak pazarlanan yeni dünya ürünlerinin zamanla dinimizin yerini aldığına şahitlik edebiliriz.
Fatih YILMAZ