Yaklaşık iki aya yakın bir süredir gündemimiz hep Korona olduğu için doğal olarak başka bir şey düşünmek ve yazmak mümkün olmamıştır. Devletimizin aldığı tedbirler ve vatandaşlarımızın sağduyusu ile bu süreçte tünelin ucundaki ışık göründüğü için artık salgın psikolojisinden çıkmamız elzemdir.
Fakat ortaya çıkan bu iyimser hava rehavet ve gevşemeye sebep olursa Allah muhafaza tekrar başa dönmemiz içten bile değildir. Bu süreçten dersler çıkararak bundan sonrası için tecrübeler elde etmiş olmamız da önemli bir kazançtır. Büyük ve güçlü devlet olarak dereyi bırakın okyanusu bile geçerken bazı zavallıların muhalefet edeceğim diye maske çayında boğulmalarını da ibretle izlemiş olduk.
Eskiden devletler tarım ve sanayi toplumu olarak kategorize edilerek sınıflandırılırdı. Sanayi toplumları; gelişmenin, ilerlemenin ve refahın kalesi olarak görülür ve o şekilde algı oluşturulurdu. Tarım toplumları ise; ilkellik, geri kalmışlık ve fakirlik olarak lanse edilirdi. Dolayısı ile kimse tarım toplumu olmak istemez, hızla sanayileşip bir an önce kabuğunu kırarak sınıf atlamak hülyasına duçar olurlardı.
Yaşadığımız karantina günlerinde şunu çok net bir şekilde anladık ki bizim için hayati olan şeyin gıda olduğu gerçeğidir. Dünyanın en ileri teknolojisini üretseniz bile bunların karın doyurmaya yeterli olmadığı böylece test edilmiş oldu. Sanayi ve teknoloji gerek oluşturduğu katma değer, gerekse istihdam olarak tabi ki vazgeçilmezdir. Bunun yanında tarım ve gıda üretiminin de olmazsa olmaz olduğu da çok açıktır.
Eskiden tarım toplumunu aşağılamak için karşılaştırma ve mukayeselerle motivasyonlar yok edilirdi. Mesela, bir tır dolusu domatese karşılık, avuç içi kadar teknoloji satın alıyorsun, dolayısı ile tarıma ne gerek var bununla kalkınmamız mümkün müdür? Bu algı ve söylem yıllarca bilinçaltımıza yerleştiği için hızla tarımdan vazgeçtik. Oysaki geçmişte kendi kendine yeten bir ülke olmak en büyük gurur kaynağımız olmaktaydı.
Bundan sonraki süreçte tarımı tekrar teşvik ederek üretmek zorunda olduğumuz aşikârdır. Asıl üretimin toprağın işlenmesi ile elde edilecek üretim olduğu akıldan çıkarılmamalı ve ülkemiz hızla aslına rücu etmelidir. Bundan sanayi, teknoloji ve endüstriden vazgeçilsin anlamı çıkarılmasın, tam tersi bunların yanında tarım ve hayvancılık tekrar canlandırılsın önerisidir.
Sonuç olarak; İslam’da nasıl ki üç kere ana hakkı, daha sonra baba hakkı vurgulanıyorsa, tarımda da üç kere üretim, üretim ve yine üretim at başı olmalıdır. Aksi takdirde arz-talep dengesinin bozulmasıyla ortaya çıkacak paniği önlemek mümkün olmayacaktır.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın