BİZİM MAHALLENİN İNSANLARI:
BERBER NECATİ
Artık bu konuda son nesil, demek bilmem ne kadar doğru olur. Bizim mahallenin insanları bunlar. Bizim kuşak, yaş elli beş ile atmış beş arası. Her gün biraz daha yalnızlaşıyor. Bir köşeye çekilip oturmak zor geldiğinden her gün aynı saatte dükkânı açmaya gidiyorlar. Yıllarca alışmışlar bu sokağa. Kapının önünden geçenler biliyor ki Berber Necati orada, geçerken selam verecek. Birkaç dakika sohbet edecek. Ülke meselelerini konuşacak. Bir gün dükkân zamanında açılmazsa, komşular endişelenir.
“Hep Necati Usta orada.”
Necati Uysal 1948’de Amasya, Gümüşhacıköy’de doğmuş. İki oğlan bir kız olmak üzere üç kardeşler. Babası da ilçede berberlik yapıyormuş. Yanında çırak olarak yetişip mesleği ondan öğrenmiş. Amasya’dan ilk çıkışı askerlikle olmuş. Askerliğini İzmit’te yapınca Anadolu’nun bu yüzünü görmüş. “Gözüm açıldı,” diyor açık açık. Gençlik bu, teskeresini alıp ilçesine dönünce oraları beğenmemiş. Zaten berberlikle zar zor geçinen babasının yanında da kalmak istememiş. “Babam, sünnet de yapardı,” diyor konuşma arasında ama “Ben sünnet yapmayı beceremem, hiç heveslenmedim. Babam zeki bir adamdı. Benim memlekette durmayacağımı anladı. Ayrılışıma karşı çıkmadı. Annem de rızalık gösterdi. Sık sık memlekete o yıllarda gittim. Annem, babam da senede birkaç defa geliyorlardı.”
İzmir’e geldiği yıl eşinin ailesi de Keşan’dan İzmir’e gelmiş. Bir yıl sonra yani yirmi üç yaşında evlenmiş. Annem, babam İzmir’e geldiklerinde kızı beğendiler, ben de kabul ettim. Kırk dokuz yıldır evliyiz. Uzun zaman Alsancak Umur Bey Mahallesinde oturduk. Bir kız, bir erkek iki çocuğumuz oldu. Çok sonradan Bayraklı’da ev alıp taşındık. Şimdi evimizde oturuyoruz. Bir Hanım kaldı bir ben. Neyse ki oğlan üst katta oturuyor, yani bize yakın. Yoksa hepten yalnız kalacağız.
“Mesleğini severek mi yaptın?” diye sordum.
Başını eğdi, biraz düşündü. Yavaş yavaş bana doğru baktı.
“Berberlikte ustam babam, başka yapacak bir iş yoktu. Çok küçükken dükkâna götürmüş, daha dört yaşındaymışım. Dükkânı süpürmekle işe başladım. Gözümü açtım açalı, makas, tarak, ustura gördüm. Yani baba mesleği elimizde kaldı. Askerden döndükten sonra babam benim orada kalmayacağımı anladı. Bana dedi ki; ‘Anlaşıldı sen burada durmayacaksın, sana bir altın bilezik vereyim kullanırsın.’ İşte bu altın bilezik meslekmiş. İzmir’e gelince berberlik mesleği değer kazandı. Memnunum, gelirim iyi, kimseye muhtaç olmadım.” 1970 de İzmir’e gelmiş, henüz yirmi iki yaşında bir delikanlı.
“Neden İzmir?” diye sorunca tereddütsüz cevabı yapıştırdı.
“Askerlik sırasında İzmit’i gördükten sonra Gümüşhacıköy bana ufak geldi. Dayım İzmir’de fabrikada çalışıyordu. O sırada bizim oraya gelmişti. Dönüşü beni de alıp buraya getirdi. İki ay boş gezdim. O sırada Sümerbank Basma Fabrikasında işe başladım. Evlendim, bir kız, bir erkek iki çocuğum oldu. Umur Bey Mahallesinde oturdum. Yirmi sene yedi ay Sümerbank’ta çalıştım. Evle iş yeri çok yakındı. Sümerbank’tan ayrıldım ama emekli olmadım. Dükkânda çalıştım. İki yıl sonra emekli oldum.”
Berber Necati, Sümerbank Basma Fabrikasında çalışırken iş yerine yakın bir yerde berber dükkânı açmış. Mesai saatlerinin dışında baba mesleğini devam ettirmiş. 1970’den bu yana İzmir Alsancak-Umur Bey Mahallesinde Sümerbank yerleşkesine yakınında bulunmuş. Yakın zamanda evini Bayraklıya taşısa da dükkân hâlen aynı yerde. Eski yerinden kopamamış.
“Çok zaman geçmiş,” dedim.
“Tam elli yıl, yarım asırdır buradayım. Ben buralı oldum, başka tarafa gidemedim. Çocuklar burada doğdu. Herkesi tanırım. Gelip geçen selam verir, sohbeti hoş bir mahalle.” Buradan ayrılanlar da zaman zaman buraya uğruyorlarmış. “Buranın bir adı da Darağacı, burada uzun kalanlar buraya bağlanıyorlar.
Memleketten ayrıldıktan sonra geriye dönmeyi hiç düşünmemiş. Birkaç defa laf arasında, “Ben İzmir’i, bu mahalleyi sevdim,” dedi. Buraya çok genç gelince, o zaman oraların durumuyla buraların çok farklı olduğunu görmüş. Aradığın her şeyi buralarda bulabiliyorsun. Memlekete gidince üzerindeki giysiler, ayakkabılar bile farklı, “havamız vardı” diyor şaka yaparak. Baştan onlar da cazip gelmiş. Zaman geçtikçe artık oraları düşünmez olmuşlar.
Baştan memlekete her yıl gitmişler. Babası ölmüş, annesi için gitmişler. Doksan üç de (1993) annesi vefat etmiş. Annesinin vefatından sonra kardeşi Gümüşhacıköy’deki evi satmış. “Kahrettim” diyor. Evin satılması zoruna gitmiş, 1993’den bu yana bir daha memlekete gitmemiş. “Özlemez olur muyum?” diyor. Bir müddet susuyor. Gözleri dolu dolu, sesi titriyor. Derinden içini çekti, “Özlüyorum ama gitmek içimden gelmiyor,” diyor. Başını eğiyor, “Meğer bizi memlekete bağlayan bağ annemmiş. O ölünce memlekete bağlayan bağ koptu. Ev dursaydı yine de her sene giderdim.”
“Berberin sermayesi bir makas, bir tarak, bir ustura, derler. Sen ne dersin?”
“Şimdi öyle demiyorlar, sermayen yarım jilet, diyorlar,” deyince güldük. “Tabi ki iş el becerisi, yaptığın işi seveceksin. Mesleğimi severek yaptım. Burası benim ekmek teknem. Dükkân sahibi arkadaşım, kirayı artırayım diyorum kabul etmiyor. Nasıl ayrılayım ben buradan?”
Söz dönüp dolaşıp yetmişli yıllara geliyor. O dönem çok kötüydü. Bölünmüş bir gençlik vardı. İş yerinde huzursuz oluyorduk. Sokaklar güvenli değildi. Kavga vardı. O yıllar iyi geçmedi. Bir bakıyorsun iş durduruldu, karşı çıkamıyorsun.
“Biz Berber Necati’yi, milliyetçi, Atatürkçü olarak tanıdık. Ne dersin?”
“Babam Atatürk’ü Samsun’da görmüş. Ben de babamdan etkilendim. Türk Bayrağı benim için kutsal, başımın tacı,” diyor.
“Necati Usta çırak neden gelmiyor?”
Bıyık altından güldü. Hani söylesem mi der gibiydi.
“Bir tane vardı. Okula gitti. O sırada boyu uzadı işten ayrıldı. Gurur yapmış bu işi yapamazmış. Şimdi hurdacılık yapıyor. Bir de gelenler haftalık para istiyorlar, biz de veremiyoruz o parayı. Şimdi berberliği çıraklık okulundan öğreniyorlar. Anlayacağın usta çırak ilişkisi bizde çoktan bitti.”
“Artık yeter yoruldum, bırakayım makası, tarağı, usturayım dediğin oldu mu?” diye sordum.
“Düşündüğüm oldu ama ev şimdi buraya uzak. Bu mahalleyi bırakamadım. Bütün çevrem, arkadaşlarım burada. Burayı bırakınca evde oturmak bana zor geldi. Burası oyalanıyoruz işte. Gelirimiz de var. Bak burası olmasaydı seni tanıyamayacaktım. On beş yıldan fazla oldu sen bu mahalleye geleli. Bu dükkân olmasaydı seninle de tanışamazdık. Bura olmasa beni burada bulamayacaktın ve belki bir daha hiç görüşemeyecektik,” derken ne kadar haklıydı.
Anladım ki insanlar ömür boyu bir yerlere doğru yürüyorlar, sebep ne olursa olsun. Sonra da gittikleri yoldan bir daha geriye dönemiyorlar. Yıllar geçtikçe de bir yerlere kök salıyorlar. Bunlar, bazen eş dost bezen de bağ bahçe olur. Sonunda insanları bir yerlere bağlayan bahaneler bulunur.
Gerçekten geldikleri yerleri unutuyorlar mı, diye aklımdan geçtiği oldu. İşin aslı şu; hep akıllarında memleket ve görünce tanımayacakları akrabaları var. Berber Necati’de bunlardan biri, berber dükkânı, çevre, çocuklar derken geriye dönüş olmamış.
Berber Necati, bunlardan sadece biri, “Anam öldükten sonra bana memleket o kadar uzak oldu ki…”
Mahir Adıbeş
Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.