Bizim Mahallenin İnsanları:
OTO TAMİRCİSİ ELVAN USTA
Bizim mahallenin insanlarından Oto Tamircisi Elvan Usta. Kırk beş yıldır buralarda, otuz yıldır aynı dükkânda iş yapıyor. Buralar dediğim İzmir Alsancak, Umurbey Mahallesi sanayisinde tezgâhını kurup kimseye muhtaç olmadan ailesini geçindirmiş. Boş zamanları olmaz, olsa da iş yerinden ayrılamaz. İşi varsa arabalarla uğraşır işi yoksa oturup sandalyeye çayını içer.
“Kazancınız nasıl?” diye sordum, daha sözün başında.
“Eskiden iyiydi. Özel müşteriler, arabasını sevenler bize gelirdi…”
Elvan Ustanın bir zamanlar oğlu yanındaydı ama o da daha çocuktu. Genellikle yalnız gördüm. Bu insanlar her ne kadar İzmirli olsalar da gönülleri hep geldikleri yerde kalıyor. Mutlaka sohbet arasına oralardan cümleleri sıkıştırıyorlar. Hele anadan, babadan ayrılıp küçük yaşta buralara gelmek iki taraf için de zor. Bence Elvan Usta çok zor bir işi başarmış. Ne akla hizmet, o yaşta çocuk gurbete çıkar mı? Şimdi on yaşındaki çocuğu fırına ekmek almaya göndermiyoruz, başına bir hal gelir diye.
“Çok küçükmüşsün be Usta,” dedim.
Gözlerini büzdü, bir an sustu. Sanırım o gönler bir an gözlerinin önünden geçti. Hayallerini bana anlatmayacağını biliyorum. Az da olsa onun tecrübelerini yazmak istedim. Ağzından ne alırsam o kadar iyi olacak. Adeta kelimeleri cımbızla çekiyorum. Söylemek istemediğinden değil, alışık olmadığından anlatamıyor. Biraz ortama alışabilse açılacak biliyorum.
Elvan Güngör 1965’de Niğde-Bor’da doğmuş. İki erkek bir kız olmak üzere üç kardeşler. On yaşında İzmir’e gelmiş (1975). Babası köyde çiftçilik yapıp hayvanlarla uğraşırken kendisi de yazın çobanlık yapıp ya da davarların peşinde giden babasına azık götürürmüş. Böyle hatırlıyor çocukluğunu.
“Köyde bir türlü iş bitmezdi” diyor. Kışın hem okula gidermiş hem de diğer vakitlerinde, hayvanlar içeride, yem ver, yalakları temizle, sularını ver, altlarını süpür derken daha zor olurmuş. Çocuk Elvan köyü sevmemiş. Beş yaşında ilkokula başlamış. Kışın ablasının sırtında okula gidip gelirmiş. “Kar çok yağınca bir ayağımı atınca diğerini çekemez takılır kalırdım. Her yıl öğretmen babama sorardı ‘Bunu geçirelim mi?’ diye. Babam da ‘Sen bilirsin,’ derdi. Öğretmen beni geçirirdi,” derken gülüyor. Babası köyden ayrılmasını istememiş, annesi köyden gitmesine gönüllü, “Git kendini kurtar,” demiş. Bor’dan kaçıp İzmir’deki teyzesinin yanına gelmiş.
“On yaşında çocuksun, nereden kafana takıldı oto tamirciliği? Sonunda bir köy çocuğusun, otomobillerle çok işin olmaz,” diye sordum.
Başını eğip yavaşça gülümsedi. Belli bu sinsi gülümsemenin arkasında unutulmayan hatıralar var.
“Yedi yaşındaydım öğretmen ne olmak istediğimizi sordu. Ben oto tamircisi olacağım, dedim. Arabalara karşı merakım vardı. Şehir de insanlar egzoz kokusundan kaçıyordu ben köye gelen arabaların egzoz kokusundan hoşlanıyordum. İzmir’e geldim ama babamın rızalığı yoktu, peşimi bırakmadı. Ben o sıra çırak olarak haftalık on beş liraya çalışıyordum. Babam bir yıl sonra İzmir’e geldi. Haftalık aldığım parayı öğrenince, dedi ki sana haftalık otuz lira veriyorum köye gel hiçbir iş yapma, evde otur. Ben bir daha köye dönmedim. Annem de beni destekleyince ben İzmir’de kaldım. ”
Üç yıl teyzesinin yanında kalmış.
“Teyzeme yakın bir ev tutup iki arkadaş orada kalmaya başladık. Yalnız teyzemin eli hep üzerimde oldu,” diyor.
On beş yıl İzmir’de birinci sanayi, ikinci sanayi değişik yerlerde çıraklık, kalfalık yapmış. Sonra Alsancak Umur Bey Mahallesi sanayide otuz yıl önce bu günkü dükkânı kiralayıp kendine ait oto tamir dükkânını açmış.
“İzmir’de yirmi üç yaşımda evlendim. İki kız bir oğlan çocuğum oldu. Oğlan da okumadı. O da arabalara karşı merakı vardı. Küçük yaşta dükkâna getirmiştim, bana yardım ediyordu. Anahtar, pense getirip götürüyordu. Mesleği küçük yaşta öğrendi. O da oto tamircisi oldu. Okutmak istedik, özellikle annesi okumasını istedi. Okumadı, okusa iyi olacaktı. Şimdi büyük bir serviste çalışıyor. Durumu iyi, işi sigortalı, kendini kurtardı.”
“Keşke, dediğiniz oldu mu? Yapmak isteyip de yapamadıklarınız. Yarım kalan işleriniz.”
Durdu düşündü. Tereddüttü yoktu.
“Halimden memnunum. Sevdiğim için bu işi yaptım. Hiç pişmanlık duymadım. Hayattan çok şey beklemedim. Aç açık değiliz.”
Çok çırak gelip gitmiş. Bazısı bir hafta kalıp kaybolmuş. Bazısı usta olup tamirci dükkânı açmış. Gelenlerin çoğu sebat edip kalmaya değil para için gelmişler. İşe başlamadan, henüz anahtarı ellerine almadan, ne kadar haftalık alacaklarını soruyorlarmış.
“Seviyorsanız bu işi yapın, diyordum. Sevmiyorsanız bu işi başa kadar götüremezsiniz. Gidin sevdiğiniz işleri yapın.”
Elvan Usta, işini ne kadar sevdiğini bize anlattı. Bazen dalıp gidiyor. O da istiyor onunla beraber oturup çayımızı içerken bir çırağın ya da kalfanın gelenlerle ilgilenmesini ama yetişenler dükkân açmış, çırak da artık gelmiyor.
“Bu iş bitti,” diyor. “Burada usta çırak ilişkisiyle yetişilir. Arabayı seven bu işi yapar ya da taksi, otobüs şoförü olur. O işleri yapmak için de arabaları sevmek gerekir ama usta olamaz. Çocuklar zora gelmiyor. Gençler bu tip işleri düşünmüyor. Üretmek kafalarında yok. Bu işlerinde sonu geliyor. Yetkili servisler bizi bitirdi. Bize gelenler eski müşterilerimiz. O da her yıl azalıyor. Geçen yılları arar duruma geldik,” diye anlattı.
Bunları söylerken durgunlaşmıştı. Önceki yıllar her gün sırada bekleyen olurdu. Bazılarına on, on beş gün sonraya sıra verirdik. Şimdi müşteri bekliyoruz. İki gündür Elvan Ustanın yanına uğradım gelen giden yoktu.
“Hava yağmurlu, ondan mı boşsun?” dedim.
“Onun da etkisi var,” dedi.
Bor’a ilk senelerde seyrek gitmiş ama şimdi fırsat bulunca gidiyormuş. Özlüyormuş. Laf arasında beş, on yılda bir gittiğini söyledi. Arkasından maddiyat da önemli, diyerek ekledi. Gitmek istiyormuş. Arkadan gelenlerin hiçbirini tanımıyormuş. Eskiler de babasına benzettiğinden tanıyormuş.
“Böyle bir iş yerinin kuruluş maliyeti ne tutar,” diye sordum.
Duvarlara dizili anahtarlara, pensler, masanın üzerindeki alet adavete baktı.
“Yaklaşık otuz ile elli bin lira arası,” dedi. “Bir çırak gelse onu yetiştirip dükkânı ona bırakmak isterim.”
“Usta yetiştirsen dükkânı ona olduğu gibi bırakır mısın?”
“Her Usta bunu ister,” dedi.
On beş yıl önce Alsancak’a geldiğimde Elvan Usta ile tanışmıştık. Önceleri gelip geçerken selamlaştık sonra arabam sayesinde dost olduk. Bir defa yetmiş kilometre uzakta arabam arıza yapmıştı. Hemen taşıyıcı gönderip aldırmıştı. Bu işin bu kadar kolay olması benim hoşuma gitmişti. Yoksa ben yolun ortasında kalmıştım, ne yapacağımı bilemiyordum. Bunlar bizim nesil, hatır naz insanlar. Kapıdan geçerken verilen selamı alırlar.
Elvan Ustanın yanından, “Görüşmek üzere, hayırlı işler diliyorum,” deyip, elini sıkarak ayrıldım.
Mahir Adıbeş