OZAN ARİF’İN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ
Milletlerin yazarları, şairleri, ozanları, kültür adamları, âşıkları vardır. Bunlar o toplumun desenlerini çizen, derleyip toparlayan ustalardır. Irgat gibi çalışır, kültürlerini, edebiyatı imar etmek için didinir, uğraşırlar. Bunlar aslında insanlığın gören gözü, konuşan dili, çalışan eli olurlar. Yaptıkları iş gönül işidir, beklentileri olmaz. Çoğunun farkına bile varılmaz, öylece gelip, sessizce giderler. Eğer varsa, arkada bir saz bir de söz kalır.
Türk Milletinin, erenleri, gönül adamları, aksakallıları hiçbir zaman ortamı boş bırakmamışlardır. Bazen kılıçla, bazen sazla sözle var olmuşlardır. Son yüzyılın Yunus gönüllü Ülkücüleri bunun son örnekleridir. Ülkücülerin konuşan dili de onlar arasından çıkan şairler, ozanlar, yazarlardır. Ozan Arif ülkücülerin gönül tercümanı olmuştur…
Bir ömür aynı çizgi üzerinde, eğilip bükülmeden Türk Milletine sazıyla, sözüyle hizmet etmiştir. Ülkücülerin ağabeyisin olmuştur.
“Arif der ki: bunca yıl ay
Geldi geçti vay dünya vay!
Yaşamaksa yaşadım say,
Aha geldim, gidiyorum.”
Lise öğrencisiydik yetmişli yılların sonu, Ozan Arif’le tanışmamız bahar mevsimi olmalı her manada delikanlılık dönemimiz…
Bayburt Ülkü Ocaklarının davetlisi olarak gelmişti. Sinema tıklım tıklım doluydu. O gün farklı bir gündü. Bizdeki heyecanı anlatmak zor…
Türkün konuşan dili, şairi, sözü, sesi sahnedeydi. Biz yetmişli yılların her mektepte öğrencisiydik. Ozan Arif öğretmen biz ondan çok ders aldık çok şey öğrendik.
Görmemiştik böyle bir kişi, dinlememiştik bu sözleri, önce anladık sonra karar verdik. Ozan Arif ülkücü bir âşıktı. Türk, Türklük, insanlık adına doğru sözler söylüyordu. Biz işte bunu istiyorduk.
“Bu dünyanın kıymetine
Aldanmayın servetine
Aç kalsa da devletine
Bağlı ferdin aşığıyım”
Bize hitap ediyordu. Titretti gönül telimizi, yüreğimizde bir şeyler kıpraşıyordu!.. Ozanın dilinden içimizdeki ses yükseliyordu. İnledi sazın telleri, ne çabuk alıştık birbirimize. O dik duruş, pala bıyıklar, kısa saçlar, keskin bakış, eğilip bükülmeden söylenen sözler tam da düşündüğümüz gibiydi. Bizden biri yüksek sesle konuşuyordu…
Ozan ile birkaç defa görüştük lise yıllarında. Aynı sahneyi bile paylaştığımız oldu; biz oyuncu o saz-söz ustası. “Şunu da söyle Arif ağabeyi” diye eline yazı tutuştururduk.
“Burası Türkiye, biz de Türk'üz, Türk!
Bu memleket bizim, bu vatan bizim,
Bu toprakta doğduk, burda büyüdük,
Bu memleket bizim, bu vatan bizim.”
Ülkücüler bedel ödedi. Ülkücü şair Ozan Arif bu ülke için bedel ödedi. Devşirmeler bu zulme, bu çileye dayanamazdı, öz olmalıydı öz... Arif çok badirelerden geçti. Eylül darbesinde işkence yapılan, öldürülen, dışlanan ülkücülerin ağabeysiydi. Yapılanlar doğruydu. Yanlış ne ola ki? Milletimizi sevdik, vatanımızı sevdik…
“Baba evladına kıyar sanmazdım
Zaten kıyan el olsaydı tınmazdım
Önceden kıysalar yine yanmazdım
Zafere bir adım kala kıydılar.”
Kılıç öz evladını kesmişti. Herkesin gözü önünde bu ülkenin sevdalıları ölüme götürülüyordu. Âşık bu, gördüğünü söylüyor. Susmasını bekleyenler yanıldılar. Darbe sonrası aranırken, mahpushaneye arkadaşlarını ziyarete gidecek kadar gözü kara bir delikanlı. Sevdada mantık aranmaz, kaderde varsa yaşanır, dışardan bakmakla anlaşılmaz. İçine gireceksin içine. Hiç sevmedinse ben nasıl tarif eden o aşkı sana?..
Ozan Arif, Vatanına, Milletine, Bayrağına aşıktı.
Âşık sazını duvara astı (13 Ocak 2019). “İşte geldik gidiyoruz…” diyordu. Gitti… Yolun nurlarla dolsun…
Âşık olduğu Türk Milleti, gönül verdiği dava arkadaşları ülkücülerin omuzunda, uğruna ölümü göze aldığı vatanının topraklarına, Türk Bayrağına sarılarak gitti. Bunu zerre zerre hak ediyordu…
“Var mı sana gelip kalan,
Baştan başa murad alan,
Varın yoğun hepsi yalan
Aha geldim, gidiyorum.”
Naz var, yapmak istedikleri var ama kimseye sitemi yok. Yıllar geçmiş bir an gibi farkında değil. Ozan bir sanat adamı olarak duruşun değişmedi, başın dik, onurlu bir şekilde gittin bütün Türk Milleti şahit.
Türk Milletinin gür sesi Ozan Arif, doğru bildiğini söyledi, örnek oldu. Varsa biz hakkımızı ananın ak sütü gibi helal ettik. Mekânın cennet olsun.
Mahir Adıbeş