İSLÂM BİLİM ADAMLARI
İBNÜ’I-ARABÎ 5
Hakîkat-i Muhammediyye ASV bu insanın varlığa gelişinin ve âlemin var oluşunun sebebi ve teminatıdır. Mahlûkat içerisinde asıl olarak insân-ı kâmil rütbesi Hz. Muhammed’e ASV aittir.
Diğer kâmiller ona vekâleten insân-ı kâmildir. Allah’ın en mükemmel ve en üst tecellisi mertebe-i insan ve âdem-i hakîkîdedir.
Böylece insanın Allah’ın bütün sıfat ve kemâlâtını aksettirebilme kabiliyetinde bir varlık olduğu ortaya çıkınca Allah’ı bilebilmenin, tanıyabilmenin yalnız ona mahsus olacağı da anlaşılmış olur.
İbnü’l-Arabî’ye göre vücûd baştan başa harfler, kelimeler, sûreler ve âyetlerle doludur. O bu tabiat kitabına “Kur’ân-ı Kebîr” adını verir.
İbnü’l-Arabî’nin Kur’an’a yaklaşımı statik değil dinamiktir. Ona göre Kur’an Hz. Peygamber’in kalbine inzâl olunmuştur, kıyamete kadar da onun ümmetinden olan müminlerin kalplerine inzâl olunmaya devam edecektir. Kur’an’ın bu şekilde müminlerin kalplerine inişi vahyi her dem taze ve canlı tutmaktadır (el-Fütûḥât, III, 372).
İBN-İ ARABÎ HAKKINDA BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ’NİN TESPİTLERİ
Ruhun yaratılması ile ilgili Muhyiddin-i Arabî’ye Dokuzuncu Lem’a’nın İkinci Sualinde şöyle cevap veriyor.
Muhyiddin-i Arabî demiş: "Rûhun mahlûkıyeti (yaratılması), inkişâfından (açığa çıkmasından) ibarettir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Muhyiddin-i Arabî’nin müthiş bir hârika-i hakikat (varlıkların ardındaki gerçeğe ulaşmada hârika olan), bir dâhiye-i ilm-i esrâr (mânevî sırlarla ilgili ilim alanında dehâ)olduğunu söylüyor. Kendisi tevazu gösteriyor. Ona karşı mübârezeye (karşı karşıya gelme) değil sorulan soruya cevap verme noktasında, nusûs-u Kur'ân'a istinâden (Kur’ân’ın açık hükümlerine dayanarak) ve ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim diyerek sözlerine başlamaktadır.
" O sual ile, benim gibi zayıf bir bîçâreyi (çaresizi), muhatap ettiğiniz için bunları söylüyorum.”
Kardeşim, bil ki: Hazret-i Muhyiddin aldatmaz, fakat aldanır. Hâdîdir (doğru ve hak yola ulaşan kişi), fakat her kitabında mühdî (hidayete erdiren, hidayet veren) olamıyor. Gördüğü doğrudur, fakat hakikat değildir. Yirmi Dokuzuncu Sözde, ruh bahsinde, medâr-ı sualiniz (soru sebebiniz) olan o hakikat (gerçek) izah edilmiştir.
Evet, ruh, mâhiyeti (ana niteliği, özelliği) itibarıyla bir kanun-u emrîdir (Allah’ın bir şeye “Ol” deyince onu hemen olduruveren emrini ifade eden kanundur). Fakat vücud-u hâricî (beden) giydirilmiş bir nâmus-u zihayattır (canlı kanundur) ve vücud-u hâricî (beden) sahibi bir kanundur. Bediüzzaman bunun devamını ve Muhyiddin-i Arabî’nin ne kastettiğini Dokuzuncu Lem’anın İkinci Sualinde anlatmaktadır.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
27.09.2022