Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde imzalanan "CEDAW Antlaşması" ve "İstanbul Sözleşmesi" toplumun paradigmalarına tam anlamıyla ters düşmüş, kadın ve erkek arasında infiale yol açmıştır
Aile içi şiddeti bertaraf etmek ve kadın cinayetlerini önlemek amacıyla uzun süredir uygulamaya alınan 6284 sayılı kanun süreç içerisinde asıl maksadına hiç bir zaman ulaşmamış, aksine aile içi şiddeti ve kadın cinayetlerini kat be kat arttırmıstır.
'6284' imtiyazı ile alınan tedbir ve uzaklaştırma kararları şiddeti önlememekte. Verilen bu kararlar tam tersine toplum dinamiklerini olumsuz etkiliyor ve özgün aile yapısını tahrif ve tahrip etmekte.
Zîra, bu coğrafyanın toplumsal değer ve normları gözardı edilmiş ve toplum dokusuna uymayan ithal kanunlarla 'aileyi ve kadını koruma' girişimleri hüsrana uğramıştır.
Devlet bu olgunun vehametini gözden kaçırmaya devam eder ve hızla gerekli tedbirleri almaz ise, "Toplumsal Çöküş'ün" de alenen faili olacaktır.
Şiddeti ve cinayetleri tetikleyen diğer bir vehamet ise aile mahkemelerini itidalsizlige mahküm eden bazı diğer medeni yasa ve yaptırımlardır.
Nihayetinde Aile Mahkemeleri muhakeme kurumları'dır ve aslî sorumlulukları toplum bireylerinin sosyal ilişkilerini her koşulda adâlet ve uzlaşı ekseninde inşâ etmesidir.
Dolaysıyla aile mahkemelerinin içine büründüğü velayet, nafaka, tazminat ve mal rejimi pazarlıklarının yapıldığı mezat ortamından çıkarılmalıdır.
Israrla toplumsal tepkilere mahal veren boşanma, velayet ve nafaka hukuku değişmedikçe bu ülkede kadın cinayetleri eksilmeyecek, çiftlerin birbirlerine yönelik maddi-fiziki-psikolojik şiddeti de katiyyen sona ermeyecektir.
Ertelenip ötelenen ahlâki ve hukuki iyileştirmeler artık zorunlu hale gelmistir. Aksi minvalde devlet yaşanan her kadın cinayeti olayında gizli bir fail olarak yerini almaya devam edecektir.
6284 sayılı kanunun kesinlikle önleyici olmadığı, aksine şiddeti ve cinayeti arttırdığı boşanma sürecinde olan çiftlerde daha net görülmektedir.
Asılsız ve delilsiz beyanlarla alınan uzaklaştırma kararları sadece diğer tarafı tahrik etmekten başka bir işe yaramıyor.
Bu durum da; Tahrik altında cinayet işleyip müebbet hapis yatmayı göze alan bir kişinin tazyik hapsi ile islah olması asla beklenemez.
Çocuk velayeti hususunda ise devlet taraf olmayı bırakmalıdır. Velayet ortak olmalıdır/kalmalıdır. Ancak şartlara ve koşullara göre "Çocuğun İkametini Belirleme Hakkı" bir tarafa tedbiren verilmesi söz konusu olabilir.
Bu meyanda değil insan haklarıyla hayvan haklarıyla dahi örtüşmeyen çocuk icrası ya da çocuk haczi gibi ilkel uygulamar acilen sonlandırılmalıdır.
Çocuk teslim merkezleri acilen kurulmalı. Sistemin kazazedeleri babaların velayet mağduriyetleri ve gerginlikleri derhal bertaraf edilmeli ve her baba mutlak surette çocuğunu dilediği zaman görebilme imkanına kavuşturulmalıdır.
Çocuğu bile isteye teslim etmeyen kadına da engelleyici yaptırımlar formalite de kalmayıp, bilfiil uygulanmalıdır.
Devlet, kadının çocuğu babasından ve ailesinden koparmak suretiyle ceza veya intikam aracı okarak kullanmasına engel olmadıkça, bu sebepten toplumda cereyan eden cinnet vakâları da bitmeyecektir.
Boşanmıs çiftlere ve çocuklarına düzenli uzman kontrolü ve aile danışmanlığı desteği sağlanmalıdır. Taraflar arası çekişme ve aileler arası husumet yüzünden çocuklara yönelilk duygusal istismarlar ve hasseten çocuklara zerk edilen Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu (EYS) bertaraf edilmelidir ve suç kapsamına alınmalıdır. Çocuğun üstün menfaati her koşulda ve her halükârda gözetilmelidir.
Boşanmakta olan çiftlerin dava sürecinde iftira yolu ile üstünlük elde etmemeleri ve biribirlerine karşı hasmâne duygular beslememeleri için ayrılığa ilişkin yasal düzenlemelerde kusur şartı kaldırılmalıdır.
Velayet, Nafaka, Tazminat ve Mal rejimi davaları boşanma davasından ayrı görülmelidir. Boşanma davaları tek celselik ve hattâ tek taraflı istekle akdin feshi ile sonuçlanabilecek şekle sokulmalıdır.
Zîra, insanların medeni özgürlüklerini, zamanlarını ve gelecekle ilgili tasarruflarını hukuki çıkmazlara heba ederek tahakküm altında tutmak hukuksuzluğun kendidir.
Bu süreç ise depresif ve agresif eğilimli insanların yetişmesine sebep olmaktadır. Devlet bu döngüye hemen son vermelidir.
Çocuğa tanzim edilen iştirak nafakası hariç, tedbir veya yoksulluk nafakası tarafların sorumluluğundan kaldırılmalı ve belirli bir süreyle bu görevi devlet üstlenmelidir.
Ömürboyu bitmeyen borç niteliğinde olan "süresiz nafaka hukuksuzluğu" tarafları önce maddi istismara, akabinde nafaka hapsine zorlamaktadır.
Yangına kör, ateşe körük olmuş bu hukuk garabetinde kadın erkek arasındaki şiddet ve cinayetler hakeza artarak devam edecektir.
Dipl.Pedagog Samet Aslan