ASRIN DERDİ İLE DERTLENEN ADAM
(Vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle)
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ 33
Öğretmen
Şimdiki ülkemiz şartlarında 3-4 yaşındaki çocukların, yani beyini en çok çalıştırma yaşındaki evlatlarımızın terbiyesi anne, babalardan çok öğretmenlere bırakılmıştır. O yaşlarda çocuk terbiyesi, ana-baba sevgi ve saygısı, vatan sevgisi, iman ve ibadet konusunda bilgilendirme ve sorumluluk aileden çok öğretmendir.
Konuşulanı adeta noktası noktasına kaydeden bu boş dimağlar, öğreticinin yeteneği, bilgisi ve inancı doğrusunda şekillenecektir. Artık meslek sahibi olana kadar da göz nurumuz çocuklarımız, öğretmene teslim edilmektedir.
Ne yazık ki; en önemli meslek, diğer meslekleri kazanamayanlara bırakılması, ağlanacak bir halimizdir.
Ne var ki iltifat marifete tabidir. En az itibarı olan ve maişeti için gözü ikinci bir işte olan da maalesef öğretmenlerimizdir.
Milletler nasıl dize getirilip yok ediliyor. Eğitimle sadece aklına hitap ederek yetiştirilen neslin kafaları boşaltılarak muhakeme ve yorum yeteneği elinden alınarak, yani test nesli yetiştirilerek mümkün oluyor.
Gençliğin ihmal edilen kalp ve ruhuna batıl fikirler, yetiştirenin ideolojisine uygun görüşler ile dolduruluyor.
Anne babasında itaat ve hürmet etmeyen ve hocalarına isyan eden ve öldüren,Cemiyete isyan eden, ve terorist olan, Allah’ı ve Peygamberi tanımayan ve hatta kendisine cemiyete isyan eden, ve terorist olan o az Allah’ı ve peygamberi tanımayan ve hatta kendisine kast eden, ne yaptığını bilmeyen, isyankar bir nesil yetiştirmek tedir ne yaptığını bilmeyen isyankar bir nesil yetiştirilmektedir.
Bu gençliği ailemi okul mu yetiştiriyor ne zaman fark edeceğiz.
Hali hazırda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun etnik yapısı yanında Suriye’li öğrenciler Türkçe’ye vakıf değiller. Bunlar okulda nasıl öğrenim görecekler.
Okul öğretmenleri Arap ve Kürt lisanına vakıf olmazsa, talebe ile nasıl diyaloğa girecek, bu çocuklardan ne beklenebilir. Bu durum vahşeti, keşmekeşi, başıboşluğu ve anarşiyi beslemektedir.
Rahmetli Başvekil Adnan Menderes eğitim konusunu programına almış, ancak o günden bu güne kadar bir mesafe kat edilememiştir. Bakınız Menderes o gün bunu nasıl dile getirmiş ve öğretmenden ne beklemektedir:
"İslâmlık, milletimizin vicdanında en musaffâ (safileşmiş) seviyesini bulmuştur. Müslümanlığı ve onun esaslarını, farîzalarını (farzlarını) ve kaidelerini (esaslarını) kifayetle telkin edip (zihinde yer ettirip) öğretecek öğretmenlerimizin yetiştirilmesine ayrıca gayret sarf edilecektir. "(6/203)
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretleri öğretmene nasıl bakıyorum beklentisi nedir?Ondan da dinleyelim:
“Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu zamanda avâm-ı mü’minînin (okuması yazması az olan müminlerin) itimad etmesi (güvenmesi) ve îman hakikatlarını tereddütsüz ders alması için, öyle muallimler (öğretmenler) lâzım ki, değil dünya menfaatlarını, belki âhiret menfaatlarını dahi ehl-i îmânın menfaât-i uhreviyesine (ahiret çıkarlarına) feda ederek o ders-i îmânîde (iman dersinde) her cihetle şahsî faydalarını düşünmeyip yalnız ve yalnız hakikatlara (gerçeklere, doğrulara), rızâ-i İlâhî (Allah’ın kulundan memnuniyeti) ve aşk-ı hakikat (Allah sevgisi) ve hizmet-i îmâniyedeki şevk-i hak ve hakkaniyet için çalışsın. Tâ her muhtaç, delilsiz kanaat edebilsin "Bizi kandırıyor" demesin ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiçbir cihetle sarsılmadığını ve hiçbir şeye âlet olmadığını bilsin. Tâ îmanı kuvvetlensin ve o ders ayn-ı hakikattır desin, vesvese ve şüpheleri zâil (yok) olsun."(20/168)
“Ben vilâyât-ı şarkıyede (doğu illerinde) aşiretlerin hâl-i perişaniyetini (perişan hallerini) görüyordum. Anladım ki: Dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünûn-u cedide-i medeniye (medeniyetin yeni fenleri) ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin (bozulmamış) bir mecrası (kanalı) ulemâ (âlimler) ve bir menbaı (kaynağı) da medreseler (dini ilimlerin okutulduğu yer) olmak lâzımdır. Tâ ulemâ-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin (din âlimleri ile fenler arasında bir dostluk meydana gelsin). Zira, o vilâyatta (şehirlerde) nim-bedevî (yarı göçebe) vatandaşların zimâm-ı ihtiyarı (yuları), ulema elindedir.”(16/27)
Asker
Asker’in açık siyaset yapması; dernek, cemiyet, parti, ticaret vb. faaliyetler içerisinde fiilen rol alması sonuç olarak sıkıntılara sebep olduğu tecrübelerle sabittir. Oysa askerlik mukaddes bir meslektir. Başkalarına benzemek değil, başkalarını onu örnek alması gerekir. Askerlik mesleğinin özel bir statüsünün olduğunu, disiplinin kaybedilmemesi ve kontrolün elden çıkmaması için de bir takım prensiplere uyulması gerektiğini Bediüzzaman, Osmanlı askerlerine verdiği nutukta bakın nasıl dile getirmiş:
“Ben işittim ki: Askerler bazı cemiyetlere intisab ediyorlar (bağlanıyorlar). Yeniçerilerin (Osmanlı askerlerinin) hâdise-i müdhişesi (dehşet verici olayı) hatırıma geldi. Gayet telaş ettim. Bir gazetede yazdım ki: Şimdi en mukaddes (kutsal) cemiyet, ehl-i iman askerlerin cemiyetidir. Umum mü'min ve fedakâr askerlerin mesleğine girenler, neferden seraskere kadar (er’den Milli Savunma Bakanına kadar herkes) dâhildir. Zira ittihad, uhuvvet, itaat, muhabbet ve i’lâ-yı Kelimetullah (birlik, kardeşlik, emri yerine getirme, sevgi, Allah’ın kelamını yaymak), dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır. Umum mü'min askerler tamamıyla bu maksada mazhardırlar. Askerler merkezdir. Millet ve cemiyet onlara intisab etmek (bağlanmak) lâzımdır.”(16/22)
“Şeriatla (Allah’ın kanunları ile), Kur’ân ile, hadîs ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü'l-emre (müslümanları şeriat adına idare edenlere) itaat farzdır. Sizin ulü’lemriniz (reissiniz), üstadınız; zâbitlerinizdir (subaylarınızdır). Nasılki mahir (hünerli) mühendis, hâzık (uzman) tabip bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine (mühendisliklerine) zarar vermez. Kezâlik münevverü'l-efkâr (aydın bir bilginin) ve fenn-i harbe âşina (savaş ilminde bilgili), mektebli, hamiyetli (koruma çabası içinde olan), mü’min zâbitlerinizin (imanlı subayların) bir cüz'î nâmeşru (çok küçük yanlış ve ters) hareketi için itaatınıza halel vermekle (itaatsizlikle) Osmanlılara, İslâmlara zulmetmeyiniz! Zira itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi tecavüz demektir.”(16/26)
10.10.2019
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu