Fatih YILMAZ
Köşe Yazarı
Fatih YILMAZ
 

KEN AY SEY SAMTİNG

Biz kısık seslerdik, tam teslim olmuş, inançlı, özü sözü bir. Şimdilerde sesimiz gayet gür çıkıyor ama karşılığı ve tesiri yok. Ezanlarımız minarelerden okunuyor ama anlayan yok. Bir garip hâl içerisindeyiz bu zamanlarda. Geçmişi ile övünüp duran bir millet haline geldik. Ertuğrul Bey ile yatar, Abdülhamit Han ile kalkar olduk. Hani Mevlana diyor ya, “dün dünde kaldı can cağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Şanlı tarihimizle caka satarken yaşadığımız zamanın gerçeklerinden bihaber yaşıyoruz. Big Data’yı hayata geçirmeye çalışan dünyanın hızlı gündemine takıldığımızdan olsa gerek, sürekli olayları konuşuyoruz, sonuçları tartışıyoruz ama maalesef nedenleri hiç bilmiyoruz. Bakış açımız, yüzeysel, sığ, medyatik, liberal ve dedikodu merkezli bir hale geldi.      Varoluşun sebep ve gayelerinin sırlarını, tarih şuurumuzu, asırları aşan ufkumuzu kaybettik. Sürekli sorunlarla karşılaştığımız halde, hep öteledik, biriktirdik ama bir türlü bu sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemedik. Günü kurtarma telaşında koştururken geleceğimizi kaybettik, pırlanta gibi nesilleri, gençlerimizi yani geleceğimizi, bozuk para gibi harcıyoruz. Popüler adamlar, sansasyonel olaylar, savaşlar, teknolojik gelişmeler gündemimizin merkezine oturdu ama büyük fikirleri, aklı, mantığı, hikmeti, tefekkürü hep atladık, kaybettik. Parayı, beton blokları, katları, yatları, yazlıkları arazileri çoğaltma derdine düştük.       Cetvelle çizilen sınırlarımızın dışındaki kardeşlerimizin yeraltı kaynaklarının ve topraklarının sömürgeleşmesini izlerken, kendi düşüncemiz ve bilincimiz sömürgeleşti. Düşünsel dünyamızın bağımsızlık ve özgürlük iradesine ipotek koyuldu farkına bile varamadık. Bu sinsi oyunun sahipleri tarih yazdı, felsefe yaptı, makine üretti, teknoloji tasarladı bize de seyretmek ve konuşmak düştü. Bizi, tarihin yazıldığı meydanların arka sokaklarına ittiler. Sanal olan şeylerin dünyasına hapsettiler, anlayamadık.      Ah o özgürlük, demokrasi ve insan hakları ambalajlı sömürgecilik. Kitleleri sömürülmeye uygun kıvama getiren türlü organizasyonların sahibi sömürgecilik. Her bölgenin coğrafyasına uygun sömürü düzenini kuran ve kana, gözyaşına, paraya doymayan sömürgecilik. Takım elbiseli, temiz, traşlı ve güler yüzlü, eli hançerli sömürgecilik. Söylem tarzı olarak insanı ve haklarını konuşan eylemi cana kıymak olan sahte sömürgecilik. İslâm dünyasına kendi dinlerini aşırılık olarak kabul ettiren, liberal batılı düşüncelere hayran bırakan sömürgecilik bizi ne hale getirdi anlayamadık.      Hayat nizamı olarak tanımlanan İslâm dinini, sakız orucu bozar mı, sakalın boyu ne kadar olmalı, yakmayan kefenin kumaş türü seviyesinde tartışmaya başladık. Sinema ve dizi sektörünün, sosyal medyanın ve geleneksel medya dünyasının, popüler kültür tarafından kullanılan birer uyuşturucu aygıtı olduğunu anlayamadık. Diğer yandan Mehdi’nin özelliklerini, kıyametin ne zaman kopacağını, İslâm’da cariyeliğin durumunu tartışırken batılıların tarihi, zamanı ve mekânı teslim almalarını seyrettik.      Ne zaman bir sorun yaşasak hep suçu başkalarına attık, sebeplerini hep dışarıda aradık. İslâm, bütün insanlığın tek kurtuluş reçetesidir diye vaaz ettik ama kendi Müslüman kardeşlerimizi gruplar halinde tekfir ettik. Kardeşlerimizi, İslâm’ın hakîkatleri ile buluşturmamız gerekirken, kendi ırk, renk, mezhep ya da sivil toplum dünyamıza hapsettik. Kendimizi, inançlarımızı, dünyayı ve metafizik âlemi idrak edemedik. Algılarımız, kavramlara verdiğimiz anlamlar altüst oldu, aklımız tutuldu.       Karizmatik liderler, maddi gücü elinde tutanlar, kitleler ve etkili konuşma sanatına hâkim olanlar her türlü fikir, düşünce, bilgi, birikim, tecrübe ve ferasetin önüne geçti. Ufuklar ayakucumuza düştü, bilinç kayboldu. Otoriteye karşı ortaya çıkan her eleştirinin ihanetle suçlandığı, itirazın ve farklı bir düşüncenin ortaya koymanın imkânsız olduğu zamanlardayız.       Hepimiz dindarız ama bireysel, ırkçı ve mezhepçi. İslâm’ı kişilerin vicdanına hapsettik. Seküler düşünce akımlarına olan ilgimiz İslâm’a olan ilgimizi kırka katladı. Kapitalist işgalin genişlemesi için ırkçı ve ideolojik bilginin taşıyıcıları olduk. Birilerinin toprakları, bizim ise bilinç dünyamız sömürgeleşti. Kendilerine küçük özgürlükler verilen ve sembolik ibadetleri dinin aslı olarak gören bir toplum haline geldik.      Velhasılıkelam, konuşuyoruz ama ne dediğimizi bilmiyoruz. Düşünüyoruz ama anlamıyoruz. Bağırıyoruz ama kimse bize kulak vermiyor. Nişan alıyoruz ama hedefi vuramıyoruz. Tartışıyoruz ama dinlemiyoruz. Yürüyoruz ama nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Çalışıyoruz ama kime hizmet ettiğimizin farkında değiliz. Gerçekten çok konuşuyoruz ama hiçbir şey söylemiyoruz.  Fikri Dergi | Şubat 2018 | Sayı 13 Fatih YILMAZ
Ekleme Tarihi: 09 Mayıs 2018 - Çarşamba

KEN AY SEY SAMTİNG

Biz kısık seslerdik, tam teslim olmuş, inançlı, özü sözü bir. Şimdilerde sesimiz gayet gür çıkıyor ama karşılığı ve tesiri yok. Ezanlarımız minarelerden okunuyor ama anlayan yok. Bir garip hâl içerisindeyiz bu zamanlarda. Geçmişi ile övünüp duran bir millet haline geldik. Ertuğrul Bey ile yatar, Abdülhamit Han ile kalkar olduk. Hani Mevlana diyor ya, “dün dünde kaldı can cağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Şanlı tarihimizle caka satarken yaşadığımız zamanın gerçeklerinden bihaber yaşıyoruz. Big Data’yı hayata geçirmeye çalışan dünyanın hızlı gündemine takıldığımızdan olsa gerek, sürekli olayları konuşuyoruz, sonuçları tartışıyoruz ama maalesef nedenleri hiç bilmiyoruz. Bakış açımız, yüzeysel, sığ, medyatik, liberal ve dedikodu merkezli bir hale geldi.

     Varoluşun sebep ve gayelerinin sırlarını, tarih şuurumuzu, asırları aşan ufkumuzu kaybettik. Sürekli sorunlarla karşılaştığımız halde, hep öteledik, biriktirdik ama bir türlü bu sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemedik. Günü kurtarma telaşında koştururken geleceğimizi kaybettik, pırlanta gibi nesilleri, gençlerimizi yani geleceğimizi, bozuk para gibi harcıyoruz. Popüler adamlar, sansasyonel olaylar, savaşlar, teknolojik gelişmeler gündemimizin merkezine oturdu ama büyük fikirleri, aklı, mantığı, hikmeti, tefekkürü hep atladık, kaybettik. Parayı, beton blokları, katları, yatları, yazlıkları arazileri çoğaltma derdine düştük. 

     Cetvelle çizilen sınırlarımızın dışındaki kardeşlerimizin yeraltı kaynaklarının ve topraklarının sömürgeleşmesini izlerken, kendi düşüncemiz ve bilincimiz sömürgeleşti. Düşünsel dünyamızın bağımsızlık ve özgürlük iradesine ipotek koyuldu farkına bile varamadık. Bu sinsi oyunun sahipleri tarih yazdı, felsefe yaptı, makine üretti, teknoloji tasarladı bize de seyretmek ve konuşmak düştü. Bizi, tarihin yazıldığı meydanların arka sokaklarına ittiler. Sanal olan şeylerin dünyasına hapsettiler, anlayamadık.

     Ah o özgürlük, demokrasi ve insan hakları ambalajlı sömürgecilik. Kitleleri sömürülmeye uygun kıvama getiren türlü organizasyonların sahibi sömürgecilik. Her bölgenin coğrafyasına uygun sömürü düzenini kuran ve kana, gözyaşına, paraya doymayan sömürgecilik. Takım elbiseli, temiz, traşlı ve güler yüzlü, eli hançerli sömürgecilik. Söylem tarzı olarak insanı ve haklarını konuşan eylemi cana kıymak olan sahte sömürgecilik. İslâm dünyasına kendi dinlerini aşırılık olarak kabul ettiren, liberal batılı düşüncelere hayran bırakan sömürgecilik bizi ne hale getirdi anlayamadık.

     Hayat nizamı olarak tanımlanan İslâm dinini, sakız orucu bozar mı, sakalın boyu ne kadar olmalı, yakmayan kefenin kumaş türü seviyesinde tartışmaya başladık. Sinema ve dizi sektörünün, sosyal medyanın ve geleneksel medya dünyasının, popüler kültür tarafından kullanılan birer uyuşturucu aygıtı olduğunu anlayamadık. Diğer yandan Mehdi’nin özelliklerini, kıyametin ne zaman kopacağını, İslâm’da cariyeliğin durumunu tartışırken batılıların tarihi, zamanı ve mekânı teslim almalarını seyrettik.

     Ne zaman bir sorun yaşasak hep suçu başkalarına attık, sebeplerini hep dışarıda aradık. İslâm, bütün insanlığın tek kurtuluş reçetesidir diye vaaz ettik ama kendi Müslüman kardeşlerimizi gruplar halinde tekfir ettik. Kardeşlerimizi, İslâm’ın hakîkatleri ile buluşturmamız gerekirken, kendi ırk, renk, mezhep ya da sivil toplum dünyamıza hapsettik. Kendimizi, inançlarımızı, dünyayı ve metafizik âlemi idrak edemedik. Algılarımız, kavramlara verdiğimiz anlamlar altüst oldu, aklımız tutuldu. 

     Karizmatik liderler, maddi gücü elinde tutanlar, kitleler ve etkili konuşma sanatına hâkim olanlar her türlü fikir, düşünce, bilgi, birikim, tecrübe ve ferasetin önüne geçti. Ufuklar ayakucumuza düştü, bilinç kayboldu. Otoriteye karşı ortaya çıkan her eleştirinin ihanetle suçlandığı, itirazın ve farklı bir düşüncenin ortaya koymanın imkânsız olduğu zamanlardayız. 

     Hepimiz dindarız ama bireysel, ırkçı ve mezhepçi. İslâm’ı kişilerin vicdanına hapsettik. Seküler düşünce akımlarına olan ilgimiz İslâm’a olan ilgimizi kırka katladı. Kapitalist işgalin genişlemesi için ırkçı ve ideolojik bilginin taşıyıcıları olduk. Birilerinin toprakları, bizim ise bilinç dünyamız sömürgeleşti. Kendilerine küçük özgürlükler verilen ve sembolik ibadetleri dinin aslı olarak gören bir toplum haline geldik.

     Velhasılıkelam, konuşuyoruz ama ne dediğimizi bilmiyoruz. Düşünüyoruz ama anlamıyoruz. Bağırıyoruz ama kimse bize kulak vermiyor. Nişan alıyoruz ama hedefi vuramıyoruz. Tartışıyoruz ama dinlemiyoruz. Yürüyoruz ama nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Çalışıyoruz ama kime hizmet ettiğimizin farkında değiliz. Gerçekten çok konuşuyoruz ama hiçbir şey söylemiyoruz. 

Fikri Dergi | Şubat 2018 | Sayı 13

Fatih YILMAZ

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.