Dr. Vehbi Kara
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi Kara
 

ATANMIŞLAR SEÇİLMİŞLERE KARŞI ASKER GİBİ SELAM DURMALIDIR.

Atanmışlar Seçilmişlere Karşı Asker Gibi Selam Durmalıdır Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Türkiye Büyük Millet Meclisinin askeri mahkemelerle ilgili düzenleme yapmasına karşı çıkarak darbeci ve faşist düzenin özlemi içerisinde beyanatlar vermektedir. Hükümeti oluşturan Ak Parti başta olmak üzere kanunu yapan diğer partileri; “FETÖ’nün siyasi ayağı” olmakla itham eden bu zatın beslendiği güçlü bir yapıyı deşifre etmemiz gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Bu boru göstermeye benzemez. Parlamentonun hukuku boru ile sindirilemez” sözleriyle ders verdiği Başbuğ ve aynı dünya görüşündeki bu generaller, nereden cesaret alıyorlar?  Üstelik Genelkurmay Başkanlığı döneminde FETÖ’ye karşı hiçbir şey yapmayıp hükümet yıpratmaya yönelik “irtica” bahaneli eylemleri yapan, binlerce dindar askeri hukuksuz bir şekilde ordudan atmış bu generaller, seçilerek yönetime gelmiş kişilere karşı bu denli otoriter ve baskıcı bir yönetim anlayışını hala nasıl savunabiliyorlar?  İşte Türkiye ve Avrupa’nın tarihine ve siyasi partilerine bir parça göz gezdirebilirsek bu soruların cevabını bulabilme ihtimali vardır. Baskıcı yönetimlerin sembolü olmuş faşizm anlayışını da sorgulamak gereklidir.  Faşizm, ilk olarak İtalya’da ve sonrasında Türkiye’de ortaya çıkmış; otoriter devlet üzerine kurulu, radikal milliyetçi siyasi ideolojiye verilen isimdir. İlk olarak İtalya’da Benito Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisi (Partito Nazionale Fascista), Roma’da 9 Kasım 1921’de kurularak hayata geçmiştir. Türkiye’de ise Cumhuriyet Halk Fırkası bu anlayışın temsilcisi olarak Osmanlı Devletinde 50 yıllık çok partili siyasi süreci yıkarak İtalya benzeri bir yapılanma içine girmiştir. Mecliste muhalefeti oluşturan İkinci Grup, Komünist Partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve son olarak da Serbest Fırkayı kapatarak, hürriyet ve özgürlüklerin yerleşmesini sağlayacak olan çok partili hayatı yıkmıştır. İlke ve öğretileri “Faşizm Doktrini” adı altında Giovanni Gentile tarafından yazılan faşizm; birçok milliyetçi ideolojiye de örnek olmuştur. Bu sistemi örnek alarak doğan nasyonal sosyalizm, başta Almanya’da iyice güçlenmiş kısa bir sürede dünyayı kan gölüne çevirmiştir. 2. Dünya Savaşı esnasında çoğu sivil 50 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Milliyetçi işçi hareketlerinden ilham alan ilk faşist hareketler, İtalya'da 1. Dünya savaşı esnasında sol fikirleri, sağcı ve ırkçı unsurlarla birleştirerek; komünizm başta olmak üzere bütün ideolojilere savaş açmıştır. Türkiye’de ise Milli Mücadele sonrasında iktidarı eline geçiren Halk Fırkası aracılığı ile başta İslami düşünceye savaş açarak tamamen ortadan kaldırmaya girişmiştir. Faşistler ülkelerini, kendi uluslarının kitlesel seferberliğini teşvik eden totaliter bir devlet yoluyla bütünleştirmeyi amaçlamışlardır. Faşist ideolojiye uygun ilkelerle birlikte ırkçılığı temel alıp devrimci siyasal harekete önayak olmuşlardır. Bunun için öncelikle bir partiye sahip olmayla işe başlayıp parti sayesinde bütün ülkede örgütlenmişlerdir. Liberalizme, demokrasiye, marksist sosyalizme ve komünizme muhalif faşist hareketler; devlete ihtiram, güçlü bir lidere bağlılık ve aşırı milliyetçilik ile militarizme verilen önem gibi ortak özelliklere sahiptir. Faşizm, siyasal şiddeti, savaşı ve emperyalizmi; ulusal uyanışa ulaşmak için bir araç olarak görmektedir. Güçlü ulusların, daha güçsüz ulusların yerine geçerek topraklarını genişletmeye hakkı olduğunu ileri sürmekle birlikte Türkiye’de içe kapalı bir rejim kurulması ile dünya üzerindeki diğer faşist devletlerden ayrı bir uygulama görülmektedir. İtalyan lider Mussolini ve sonrasında iktidarı ele geçiren liderler, ilk icraat olarak ortaya koydukları yönetim sistemini resmi ideoloji olarak yürütmüşlerdir. Kısa süre içerisinde genel anlamıyla baskıcı, otoriter rejim anlayışını gösteren bu anti-demokratik, otoriter ideoloji ve yönetim sistemine kısaca faşizm denilmiştir. Kavramın kökeni hakkında Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince “fasces” sözcüğünden ileri geldiği iddia edilmektedir. Aynı simge daha sonraları “İhtilali Kebir” denilen Fransız Devriminde halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Bu semboller bazı değişikliklerle 1926 yılından itibaren İtalya'nın ve Türkiye’nin sembolü olarak kullanılmıştır. Fakat Türkiye’de balta ve çubuk yerine ulusal bir özellik olan “Altı Ok” tercih edilmiştir. Bu durum dünya faşizm tarihinde ikinci sembol olarak yerini almış Türkiye’nin faşizme olan katkısını ortaya koymuştur. Sembollerde anlam olarak; cumhuriyetçilik, devletçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik, ve devrimcilik ilkelerinin temel alındığını ifade edilmektedir. Türkiye’de siyasi liderler propagandalarında bu ilkeleri kullanmışlar fakat dünyada emsali olmayan bir şekli ile hala muhafaza edebilme başarısını göstermişlerdir. Örneğin 1982 Anayasasının 4. Maddesinde (maalesef siviller henüz bir anayasa yapamamıştır) hala bu ilkeler “vazgeçilmez ve asla değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olarak muhafaza edilmektedir.  Aşırı ırkçı ve dini mukaddeslere düşman aynı zamanda anti-komünist bu hareketin İtalya ve Türkiye dışında "faşist" olarak nitelenmesinin üçüncü örneği Avusturya'da görülmüş Avusturyalı anti-komünist aşırı milliyetçilerin ideolojisi “Austrofaschismus-Avusturya Faşizmi” olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda, Almanya'da komünistler, nasyonal sosyalistleri kendi propagandaları gereğince "faschisten-faşistler" olarak isimlendirmişlerdi. Bir rejimin faşist olarak nitelendirilebilmesi için, o rejimin ideolojisinin ırkçı olması ve milletin varlık ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutması gerekir. Bu yönüyle halkçılığı da içermeli ve sadece zenginlerin veya işçilerin değil, milletin bütün fertlerinin refahını sağlamayı hedeflemelidir. Bu hedefe ulaşmak için ise ekonomi üzerinde sıkı bir devlet kontrolü uygulamak, işçi ücretlerinin yeterli olmasını sağlamak, keyfi işten çıkarmaları önlemek, hayat pahalılığının önüne geçmek için fiyat kontrolü uygulamak gibi önlemler uygulamak faşizmin önemli politikalarındandır.  Faşizm, sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmayı da öngörür. Bu yönde devlet eliyle sendikalar kurulur ve işçi ile işveren arasında anlaşma sağlanır. Toplumdaki yoksul ve orta sınıfın ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır; örneğin Almanya'da çıkan toprak yasasıyla köylülerin topraklarının ipotek yoluyla ellerinden alınmasının önüne geçilmiş ve fırsatçı sermayenin köylüyü sömürmesi engellenmek istenmiştir. Bu konuda Türkiye’de benzer uygulamak yapılmak istenmişse de toplumun gelişmişlik düzeyi sınırlı kaldığından halk fakirleşmiş; ülke kalkınmak bir yana bulunduğu noktadan geriye düşmüştür. Sanayileşme yerine ideolojinin öne çıkarılması ve “istiklal mahkemeleri” gibi sert önlemler ile binlerce insan idam edilmiştir. Haliyle bu durum yöneticilerin halktan kopmasına yol açmıştır. Almanya’da uygulanan nasyonal sosyalizm de ırkçılık; Türkiye gibi ön plana çıkmıştır. Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi ülkelere göre değişmektedir; örneğin İtalyan faşizminde "İtalyan vatandaşlığı" kavramı ön plandayken, Alman nasyonal sosyalizminde ise "Alman kanı taşıma" düşüncesi ön plandadır. Türkiye’de de Alman benzeri kafatasçılık örneklerinde olduğu gibi aşırı ulusalcı bir ırkçılık ortaya çıkmıştır. Allah’a verilmesi gereken kudret; “Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur” söylemi ile ırki bir temele dayandırılmıştır. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin lideri Kenan Evren, halk huzurunda konuşurken bu söylemi gençlerin kafasına çakmak gerektiğini ifade etmiştir. Mussolini'nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Türkiye ve Almanya’nın doktrininde ise kan bağı vurgulanmaktadır. Kısaca İtalyan faşizmi milliyetçidir, Türk-Alman nasyonal sosyalizmi ise ulusalcı, ırkçıdır. Faşist yönetimlerin başa geçmesi; Türkiye’de padişahlık ve halifeliğin kaldırılması ile, Almanya'da demokrasiyle, İtalya'da hükümdarı tehdit etmekle (Roma Yürüyüşü), İspanya'da ise iç savaşın kazanılmasıyla gerçekleşmiştir. Tarihe baskıcı rejimler olarak geçen bu yönetimler, ilk yıllarda mevcut oldukları ülke halkının çoğu tarafından desteklenmiştir. 1922'de Mussolini İtalya Kralı tarafından başbakan olarak atanmış, Hitler Ocak 1933'te Almanya Cumhurbaşkanı tarafından şansölye (başbakan) olarak görevlendirilmiş Mart 1933'te yapılan seçimlerin sonucunda iktidarda kalmıştır.  Faşist yönetimlerin başta bulunduğu Almanya ve İtalya'da ekonomik, siyasi, askeri, sanatsal, kültürel alanlarda ilerlemeler kaydedilmiş olmakla beraber 2. Dünya Savaşı sonunda bunlar yok olmuş ve faşist yönetimler devrilmiştir. Türkiye’de ise savaş yıllarında İsmet İnönü Sovyetler Birliğindeki marksist yönetimi benimsemiş olmakla birlikte, Stalin’in Boğazlar ve Kars-Ardahan gibi toprak talepleri nedeni ile Batı demokrasileri ile ilişkiler kurulmak zorunda kalmıştır. Nitekim 1946 yılında ilk defa çok partili seçim hileli de olsa da yapılabilmiştir. İşte Almanya, İtalya ve İspanya’yı ele geçirerek bütün dünyaya kan, zulüm ve ırkçılık fikrini atan faşistlere ilham kaynağı olan en önemli partilerden bir tanesi CHP’dir. Ne ilginçtir ki faşizm bütün dünya üzerinde yıkılmış ve olumsuz bir geçmiş ile damgalanırken; Türkiye’de devletin resmi ideolojisi olarak hala uygulanma imkânı bulmuştur.  Her 8-10 yılda bir askeri darbe olmasını ve atanmış generallerin basın karşısına çıkıp seçilmiş milletvekillerinin iradelerine karşı saygısızlık etmelerini istemiyor isek sivil bir anayasa yapmak zorundayız. Askeri darbelerin halka zorla dayattığı alternatifi olmayan mevcut anayasayı değişmeliyiz. Aksi takdirde atanmışlar, seçilmişlerin enselerinde boza pişirmeye devam ederler, vesselam… Dr. Vehbi KARA 
Ekleme Tarihi: 11 Şubat 2020 - Salı

ATANMIŞLAR SEÇİLMİŞLERE KARŞI ASKER GİBİ SELAM DURMALIDIR.

Atanmışlar Seçilmişlere Karşı Asker Gibi Selam Durmalıdır
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Türkiye Büyük Millet Meclisinin askeri mahkemelerle ilgili düzenleme yapmasına karşı çıkarak darbeci ve faşist düzenin özlemi içerisinde beyanatlar vermektedir. Hükümeti oluşturan Ak Parti başta olmak üzere kanunu yapan diğer partileri; “FETÖ’nün siyasi ayağı” olmakla itham eden bu zatın beslendiği güçlü bir yapıyı deşifre etmemiz gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Bu boru göstermeye benzemez. Parlamentonun hukuku boru ile sindirilemez” sözleriyle ders verdiği Başbuğ ve aynı dünya görüşündeki bu generaller, nereden cesaret alıyorlar? 
Üstelik Genelkurmay Başkanlığı döneminde FETÖ’ye karşı hiçbir şey yapmayıp hükümet yıpratmaya yönelik “irtica” bahaneli eylemleri yapan, binlerce dindar askeri hukuksuz bir şekilde ordudan atmış bu generaller, seçilerek yönetime gelmiş kişilere karşı bu denli otoriter ve baskıcı bir yönetim anlayışını hala nasıl savunabiliyorlar? 
İşte Türkiye ve Avrupa’nın tarihine ve siyasi partilerine bir parça göz gezdirebilirsek bu soruların cevabını bulabilme ihtimali vardır. Baskıcı yönetimlerin sembolü olmuş faşizm anlayışını da sorgulamak gereklidir. 
Faşizm, ilk olarak İtalya’da ve sonrasında Türkiye’de ortaya çıkmış; otoriter devlet üzerine kurulu, radikal milliyetçi siyasi ideolojiye verilen isimdir. İlk olarak İtalya’da Benito Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisi (Partito Nazionale Fascista), Roma’da 9 Kasım 1921’de kurularak hayata geçmiştir.
Türkiye’de ise Cumhuriyet Halk Fırkası bu anlayışın temsilcisi olarak Osmanlı Devletinde 50 yıllık çok partili siyasi süreci yıkarak İtalya benzeri bir yapılanma içine girmiştir. Mecliste muhalefeti oluşturan İkinci Grup, Komünist Partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve son olarak da Serbest Fırkayı kapatarak, hürriyet ve özgürlüklerin yerleşmesini sağlayacak olan çok partili hayatı yıkmıştır.
İlke ve öğretileri “Faşizm Doktrini” adı altında Giovanni Gentile tarafından yazılan faşizm; birçok milliyetçi ideolojiye de örnek olmuştur. Bu sistemi örnek alarak doğan nasyonal sosyalizm, başta Almanya’da iyice güçlenmiş kısa bir sürede dünyayı kan gölüne çevirmiştir. 2. Dünya Savaşı esnasında çoğu sivil 50 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir.
Milliyetçi işçi hareketlerinden ilham alan ilk faşist hareketler, İtalya'da 1. Dünya savaşı esnasında sol fikirleri, sağcı ve ırkçı unsurlarla birleştirerek; komünizm başta olmak üzere bütün ideolojilere savaş açmıştır. Türkiye’de ise Milli Mücadele sonrasında iktidarı eline geçiren Halk Fırkası aracılığı ile başta İslami düşünceye savaş açarak tamamen ortadan kaldırmaya girişmiştir.
Faşistler ülkelerini, kendi uluslarının kitlesel seferberliğini teşvik eden totaliter bir devlet yoluyla bütünleştirmeyi amaçlamışlardır. Faşist ideolojiye uygun ilkelerle birlikte ırkçılığı temel alıp devrimci siyasal harekete önayak olmuşlardır. Bunun için öncelikle bir partiye sahip olmayla işe başlayıp parti sayesinde bütün ülkede örgütlenmişlerdir.
Liberalizme, demokrasiye, marksist sosyalizme ve komünizme muhalif faşist hareketler; devlete ihtiram, güçlü bir lidere bağlılık ve aşırı milliyetçilik ile militarizme verilen önem gibi ortak özelliklere sahiptir. Faşizm, siyasal şiddeti, savaşı ve emperyalizmi; ulusal uyanışa ulaşmak için bir araç olarak görmektedir. Güçlü ulusların, daha güçsüz ulusların yerine geçerek topraklarını genişletmeye hakkı olduğunu ileri sürmekle birlikte Türkiye’de içe kapalı bir rejim kurulması ile dünya üzerindeki diğer faşist devletlerden ayrı bir uygulama görülmektedir.
İtalyan lider Mussolini ve sonrasında iktidarı ele geçiren liderler, ilk icraat olarak ortaya koydukları yönetim sistemini resmi ideoloji olarak yürütmüşlerdir. Kısa süre içerisinde genel anlamıyla baskıcı, otoriter rejim anlayışını gösteren bu anti-demokratik, otoriter ideoloji ve yönetim sistemine kısaca faşizm denilmiştir.
Kavramın kökeni hakkında Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince “fasces” sözcüğünden ileri geldiği iddia edilmektedir.
Aynı simge daha sonraları “İhtilali Kebir” denilen Fransız Devriminde halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Bu semboller bazı değişikliklerle 1926 yılından itibaren İtalya'nın ve Türkiye’nin sembolü olarak kullanılmıştır. Fakat Türkiye’de balta ve çubuk yerine ulusal bir özellik olan “Altı Ok” tercih edilmiştir. Bu durum dünya faşizm tarihinde ikinci sembol olarak yerini almış Türkiye’nin faşizme olan katkısını ortaya koymuştur.
Sembollerde anlam olarak; cumhuriyetçilik, devletçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik, ve devrimcilik ilkelerinin temel alındığını ifade edilmektedir. Türkiye’de siyasi liderler propagandalarında bu ilkeleri kullanmışlar fakat dünyada emsali olmayan bir şekli ile hala muhafaza edebilme başarısını göstermişlerdir.
Örneğin 1982 Anayasasının 4. Maddesinde (maalesef siviller henüz bir anayasa yapamamıştır) hala bu ilkeler “vazgeçilmez ve asla değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olarak muhafaza edilmektedir. 
Aşırı ırkçı ve dini mukaddeslere düşman aynı zamanda anti-komünist bu hareketin İtalya ve Türkiye dışında "faşist" olarak nitelenmesinin üçüncü örneği Avusturya'da görülmüş Avusturyalı anti-komünist aşırı milliyetçilerin ideolojisi “Austrofaschismus-Avusturya Faşizmi” olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda, Almanya'da komünistler, nasyonal sosyalistleri kendi propagandaları gereğince "faschisten-faşistler" olarak isimlendirmişlerdi.
Bir rejimin faşist olarak nitelendirilebilmesi için, o rejimin ideolojisinin ırkçı olması ve milletin varlık ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutması gerekir. Bu yönüyle halkçılığı da içermeli ve sadece zenginlerin veya işçilerin değil, milletin bütün fertlerinin refahını sağlamayı hedeflemelidir. Bu hedefe ulaşmak için ise ekonomi üzerinde sıkı bir devlet kontrolü uygulamak, işçi ücretlerinin yeterli olmasını sağlamak, keyfi işten çıkarmaları önlemek, hayat pahalılığının önüne geçmek için fiyat kontrolü uygulamak gibi önlemler uygulamak faşizmin önemli politikalarındandır. 
Faşizm, sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmayı da öngörür. Bu yönde devlet eliyle sendikalar kurulur ve işçi ile işveren arasında anlaşma sağlanır. Toplumdaki yoksul ve orta sınıfın ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır; örneğin Almanya'da çıkan toprak yasasıyla köylülerin topraklarının ipotek yoluyla ellerinden alınmasının önüne geçilmiş ve fırsatçı sermayenin köylüyü sömürmesi engellenmek istenmiştir. Bu konuda Türkiye’de benzer uygulamak yapılmak istenmişse de toplumun gelişmişlik düzeyi sınırlı kaldığından halk fakirleşmiş; ülke kalkınmak bir yana bulunduğu noktadan geriye düşmüştür. Sanayileşme yerine ideolojinin öne çıkarılması ve “istiklal mahkemeleri” gibi sert önlemler ile binlerce insan idam edilmiştir. Haliyle bu durum yöneticilerin halktan kopmasına yol açmıştır.
Almanya’da uygulanan nasyonal sosyalizm de ırkçılık; Türkiye gibi ön plana çıkmıştır. Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi ülkelere göre değişmektedir; örneğin İtalyan faşizminde "İtalyan vatandaşlığı" kavramı ön plandayken, Alman nasyonal sosyalizminde ise "Alman kanı taşıma" düşüncesi ön plandadır. Türkiye’de de Alman benzeri kafatasçılık örneklerinde olduğu gibi aşırı ulusalcı bir ırkçılık ortaya çıkmıştır. Allah’a verilmesi gereken kudret; “Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur” söylemi ile ırki bir temele dayandırılmıştır. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin lideri Kenan Evren, halk huzurunda konuşurken bu söylemi gençlerin kafasına çakmak gerektiğini ifade etmiştir.
Mussolini'nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Türkiye ve Almanya’nın doktrininde ise kan bağı vurgulanmaktadır. Kısaca İtalyan faşizmi milliyetçidir, Türk-Alman nasyonal sosyalizmi ise ulusalcı, ırkçıdır.
Faşist yönetimlerin başa geçmesi; Türkiye’de padişahlık ve halifeliğin kaldırılması ile, Almanya'da demokrasiyle, İtalya'da hükümdarı tehdit etmekle (Roma Yürüyüşü), İspanya'da ise iç savaşın kazanılmasıyla gerçekleşmiştir. Tarihe baskıcı rejimler olarak geçen bu yönetimler, ilk yıllarda mevcut oldukları ülke halkının çoğu tarafından desteklenmiştir.
1922'de Mussolini İtalya Kralı tarafından başbakan olarak atanmış, Hitler Ocak 1933'te Almanya Cumhurbaşkanı tarafından şansölye (başbakan) olarak görevlendirilmiş Mart 1933'te yapılan seçimlerin sonucunda iktidarda kalmıştır. 
Faşist yönetimlerin başta bulunduğu Almanya ve İtalya'da ekonomik, siyasi, askeri, sanatsal, kültürel alanlarda ilerlemeler kaydedilmiş olmakla beraber 2. Dünya Savaşı sonunda bunlar yok olmuş ve faşist yönetimler devrilmiştir. Türkiye’de ise savaş yıllarında İsmet İnönü Sovyetler Birliğindeki marksist yönetimi benimsemiş olmakla birlikte, Stalin’in Boğazlar ve Kars-Ardahan gibi toprak talepleri nedeni ile Batı demokrasileri ile ilişkiler kurulmak zorunda kalmıştır. Nitekim 1946 yılında ilk defa çok partili seçim hileli de olsa da yapılabilmiştir.
İşte Almanya, İtalya ve İspanya’yı ele geçirerek bütün dünyaya kan, zulüm ve ırkçılık fikrini atan faşistlere ilham kaynağı olan en önemli partilerden bir tanesi CHP’dir. Ne ilginçtir ki faşizm bütün dünya üzerinde yıkılmış ve olumsuz bir geçmiş ile damgalanırken; Türkiye’de devletin resmi ideolojisi olarak hala uygulanma imkânı bulmuştur. 
Her 8-10 yılda bir askeri darbe olmasını ve atanmış generallerin basın karşısına çıkıp seçilmiş milletvekillerinin iradelerine karşı saygısızlık etmelerini istemiyor isek sivil bir anayasa yapmak zorundayız. Askeri darbelerin halka zorla dayattığı alternatifi olmayan mevcut anayasayı değişmeliyiz. Aksi takdirde atanmışlar, seçilmişlerin enselerinde boza pişirmeye devam ederler, vesselam…
Dr. Vehbi KARA 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.