Büyüklerin olduğu her sohbet ortamının son yıllardaki en moda konusu olarak “gençlik nereye gidiyor” serzenişiyle başladığını görüyorum. Gençler, sorumsuzlukla, duyarsızlıkla, ahlaksızlıkla itham edilerek “ne olacak bu gençlerin hali” şeklinde beylik cümleleri ile onları aşağılayan yaklaşımları sıkça görüyorum, duyuyorum. Eğitim -öğretim camiasının hemen hemen her noktasında gençlerin "boş" olduğu yönünde oluşan kanaatler akademisyenlerin, öğretmenlerin ve kendini genç görmeyenlerin sohbetlerini işgal ediyor. Bu türden sohbetlere ben de bazen eşlik ediyor, bazen sessiz kalıyor bazen de muktezayı hale göre tavır alıyorum.
Sevgili öğrenci kardeşlerim, gençler!
Aslında siz bizim aynamızsınız. Ben sizin boş olduğunuzu düşünmüyorum biz önce ebeveyn, sonra öğretmen, usta, işveren, hakeza toplumsal birer rol model olarak sizlere önce bizler ayna olduk. Sizler bize baktığınızda kendinizi gördünüz. Aslında bugün görünürde sizleri eleştirsek de hakikatte biz kendimizi eleştiriyoruz lakin onun bile farkında değiliz...
Sevgili genç kardeşim,
Bizlerin en büyük hatası sizi obur bireyler olarak yetiştirmekti. Sizi bilerek veya bilmeyerek her şeyin oburu yaptık. Elbette tüketim toplumunu inşa edenler de bize her türlü desteği verdi. Moda sektörü, gıda sektörü, ilaç, kozmetik vesaire tüm sektörlerin desteği ile sizi obur canavarlar haline kendi elimizle getirdik. Şimdi de "bu nasıl jenerasyon, biz de böyle miydik yok canım biz böyle değildik" gibi nice cümlelerle sızlanıyoruz. Sevgili genç kardeşim bakma bizim gözyaşlarımıza bunlar yavrularını yiyen timsahın gözyaşları.
Sevgili öğrencim, kardeşim!
Buraya kadar yazdıklarım biraz afaki, klişe genellemeler oldu. Bunları izah etmek için müşahhas bazı örnekler vererek, demek istediklerimin sende anlaşılmasını arzuluyorum. Örnekleri başkaları üzerinden değil, bizatihi üzerimden vermek istiyorum ki önce vicdanıma seslenerek kendi gaflet duvarımı kırmaya da böylece belki muktedir olurum…
Kardeşim,
Ben 40 yıl önce bir dağ köyünde hayata göz açtığımda ülkemizin o günkü koşulları ve köy hayatının rutin işleyişi de dikkate alındığında hangi süreçlerden geçtiğimizi biraz tahmin edebilirsin. Annem bazen vicdanının sesini bastırmak için beni "aro mamalar" ile büyüttüğünü söyler. Galiba bugün meme almayan ya da anne sütü ile yeteri kadar beslenemeyen çocuklara takviye mamalar var ya onu kastettiğini düşünüyorum. “Aro” dediği de zannımca “arı mama” olacak… Lakin ben beş yaşından sonrasını ancak hatırladığım için o dediğini hatırlamıyorum. Velhasıl ilkokul yıllarımı iyi hatırlarım dedemin eskimiş palto astarından dikilen kara ilkokul önlüklerini, uzak/ yakın akrabaların gönderdiği eski kıyafetleri iyi hatırlıyorum. Zaten çamurda, ahırda fazlası da yenisi de aranmıyordu. İlk yeni pantolonumu hatırlıyorum bir 23 Nisan Bayramında almıştı babam, bir daha da bir şey aldığını hatırlamıyorum. Bir de rahmetli dayım gurbetten bir mont getirmişti. Yeni kıyafet namına aklımda kalan bu iki şeydi bir de terzinin öküzlerimizi kullanması karşılığında bir pantolon hediyesi vardı az kalsın unutuyordum… Sonraki yıllarda hayırsever bir köylümüz çıkmıştı, kamyonla eşya getirir dağıtırdı lakin ben ona yetişemedim, kardeşlerim yetişti.
Bir domatesi bulduğumuzda yaşadığımız sevinç inanılmazdı. Hele aşağı köydeki bakkal Ali İhsan amcanın önünden geçerken verdiği mandalinaları ömrümce hiç unutmadım. Bunlar benim değil, aslında toplumsal hafızamızın hikâyeleri… Yani bazılarına göre belki de ben daha şanslıydım annem sevahil insanıydı… Bir de babası gurbete gidenler vardı onlar belki daha şanslıydı… Daha okul hayatımızdan söz etmedim kışın kısa günlerinde yani geceye kalan zamanlarda iki köy arasında bir metre kardan yol açıp 10 Km’lik yolu yaya olarak okula gidip gelmelerimiz, gaz lambasında yaptığımız ödevler ve yapmadığımız ödevler için Necdet hocadan parmak uçlarımıza karaağaç sopasından yediğimiz dayakları...
Sevgili öğrencim,
Bunları salt bir duygu sömürüsü olsun diye anlatmadım bilakis bir şeyin iyi anlaşılabilmesi, somut görülebilmesi için detaylandırdım, yani bizim sizleri nasıl oburlaştırdığımızı göstermek için konuyu biraz fazla açtım.
Biz böyle yetiştik ya istedik ki bizden sonra gelenler, yani sizler bizim sıkıntı olarak gördüklerimizi yaşamasın yani "biz çektik, siz çekmeyin" istedik. Bir şey söyleyeyim mi hala en sevdiğim meyve mandalinadır... Şehre gelip elime para geçince günde kilo kilo mandalina yediğim zamanları çok hatırlarım.
Sevgili kardeşlerim,
Henüz 6 yasında ilkokula giden kızım kreşe giderken iki gün aynı kıyafeti nadiren giyerdi. Ayakkabılıkta bir pabuç koyacak yer yok. Okula mı servisle gidiyor. Artık kendi odası, kendi masası kendi dolabı her şeyi var. Hatta düşünüyorum ona bir banka hesabı açsam mı 18 yaşına gelince kullansın. Özel eğitimler mi hepsini sıraladım müzik, spor, dil falan filan belki ölmeden evini de alırım(!) Allah ömür verirse... Yazının gidişinden nereye varacağımı zannımca anladınız, yarın bu kızım 18-20 yaşında sizler gibi bir genç olduğunda muhtemelen bugün bizim sizlere söylediğimizin daha fenası onun için söylenecek, bir alternatif daha var eğer doktor, genetik mühendisi, uzay bilimcisi, pilot falan olmadıysa... Aslında profesörlükten doğrudan mezun eden bir müessese olmadığı için bu şimdilik talep edilmiyor. O biraz uzun iş…
Sevgili kardeşim,
Babası yani ben, çocuğumun kendi yapacağı her şeyi, bütün tercihlerini onun için düşündüm ve yaptım, yapıyorum da. Hatta param yeterse belki torunlarım için de dünyalıklar, mülkler edineceğim... Biz geleceği düşünüyoruz (!). Kızım aç kalmadığı gibi benim 20’li yaşlarımda tanıdığım muz, kivi gibi meyveleri o henüz altı aylıkken yiyordu, çıplak kalmadı ya da yamalı kıyafet giymediği hatta görmediği gibi Elsalı, Mikili orijinal lisansı olmayan ürünleri de artık kabul etmiyor. Büyünce elbette marka tercihleri değişecektir… Ders çalışmak için ise pek çok şartı var. Öyle kendi kendine iş görmesi sorumluluk alması pek mümkün değil. Hatta yapabildiği halde istiyor ki tuvalet temizliğini de biz yapalım. Zaten yapıyoruz da… Onu kendi başına bir yere göndermek bu şehir şartlarında mümkün mü? Gideceği yere özel götürülecek, oradan özel olarak alınacak... Evin önündeki bakkala ekmek almaya mı zinhar, zaten akşam haberlerinde onlarca sapıklığın kol gezdiğini izledik. Bir de trafik var… Ben mi ben o yaşlarda dağlarda, uçurum kenarlarında çobanlık yapıyordum azığımda kuru bir parça ekmekti… Bunları annesi duymasın her zamanki gibi çok sinirlenecek “o, o zamandı, şimdi başka zaman” diyecek. Diyecekte…
Şimdi size bakıp nasıl bir nesil yetişti(!) diyoruz sanki nesil kendi kendine yetişti... Nesil aç kalmadı ki açın halini bilsin, açık kalmadı ki üşüyenin titrediğini hissetsin kendi başına okula bile gitmedi ki sorumluluk nedir onu öğrensin... Yarın hastaneye, postaneye gidecek karşısındaki tabelaya bakmaya bile tenezzül etmeden görevliye “tuvalet nerede” diye soracak. Olur ya görevli “başını kaldır görürsün” derse ona dünyayı dar edecek, ona haddini bildirecek adımları gecikmeden atacak. Önce siyaseti kullanacak buna gücü yoksa idari makamlara gidecek şikâyet için, eğer bunu da yapamıyorsa BİMERE, CİMERE girecek cep telefonundan, şayet bunu da yapamazsa ağzına gelen hakareti sayacak lakin ola ki bunu da yapamazsa ilenip gidecek. Bütün bu zahmetlere girmek yerine başını kaldırsa “WC” yazdığını görecekti, hatta biraz dinlese tuvaletten çıkanın açık bıraktığı çeşmenin su sesini bile duyacaktı ama o, işinin anında halledilmesini istiyordu bu konuda bencildi demiyorum çok bilinçliydi. Hakkını her ortamda almayı ona biz iyi belletmiştik… Evet, oradaki görevli bizim tuvaletimizden sorumlu olacaktı ama biz tuvalet ihtiyacımız için başımızı bile çevirmeyecektik, ola ki girdiğimiz tuvalette pisse duyarlılığımızla(!) ortalığı ayağa kaldıracak “ne iş yapar buranın görevlisi” diye yeni bir şikâyet mekanizmasına girişecektik sifonu çekmekten aciz olarak…
Bugün şikâyet ettiğimiz duyarsız, umarsız bir gençlik diye hiddet ettiğimiz insanları sanki biz yetiştirmedik, yani sizler bizim çocuklarımız değilsiniz de biz başka milleti eleştiriyoruz. Bu bizim kültürümüze has bir şey sanırsam. “Biz çektik çocuklar çekmesin” anlayışının bir sonucu bugünkü nesil olsa gerek. Yalan değilse uzun yıllar önce duymuştum Japonlar ilkokul çocuklarına Hiroşima travmasını daha çocukken yaşasınlar, geçmişlerini bilsinler ve geleceklerini buna göre inşa etsinler diye atom bombasının kalıntılarının yoğun olduğu yere götürüyorlarmış acaba bir Çanakkaleleri olsa nasıl bir Japonya inşa ederlerdi bunu düşünemiyorum… Bu biraz abartı olabilir belki ama Japon çocukları kendi hesap makinesini icad edene dek hesap makinası kullanamıyormuş diye duymuştum çocuklarının ödevlerini yapan ebeveynlerimizin kulakları çınlasın. Ondan sonrada da bu “nasıl gençlik, bu gençlik nereye gidiyor” bu gençlik bizim yansımamız torunlarımızda onların yansıması olacak...
*serileri zaman zaman yazacağım mesela haftaya “kardeşime mektupla/2” gibi…