ÇOCUK OYUNCAĞI
Çocukluk… En safi zamanlarımız… İçimizde güzellik namına ne kaldıysa çocukluğumuzdan bize miras kalan hasselerimiz olmuştur. Biz, çocukluğunu yetişkinliğine en iyi taşıyan, en az değişim yaşayarak hayatına devam eden insanlara “iyi insan” diyoruz fark etsek de etmesek de. Çocukluğun safiyeti, samimiyeti, muhabbeti, çıkarsızlığı ve daha nice güzelliği zamanın tahribatına ne derece tahammül gösterebilirse o kadar “iyi” kalıyor insan.
Çocukluk güzel lakin büyüklerin elleri her zaman karışagelmiştir onların dünyalarına. Elbette iyiye, güzele, doğruya yönlendirmek için bir çaba sarf edilmeli. Çocuklara zaman ayrılmalı, örnek olunmalı. Yoksa zaman ne gösterirse mantığıyla hareket ettiğimiz zaman bizlerin dışındaki ellerin onların hayatını gayet güzel (!) karıştırdığını biliyoruz.
Merhum Ozan Arif bir şiirine şöyle başlıyor:
“Hey analar, hey babalar,
Çocuklara dikkat edin!
Onlar için tüm çabalar,
Çocuklara dikkat edin!”
Tamamı okunası bir şiirdir lakin şimdilik bu kadarı ile iktifa edelim. Evet, tüm çabalar onlar için. Zaman ayırmamız gereken en değerli varlıklar. Yorgunluk, vaktimizin azlığı, tahammülsüzlüğümüz gibi bahanelerle bir çizgi film açarak yahut ellerine bir akıllı telefon, tablet tutuşturarak bizden daha iyi bir nesil hayal etmemiz sadece hayalde kalacak bir iş olur. Onların teknolojiyle nasıl muhatap olduğu, hangi yayınları izlediği, kimlerle arkadaşlık ettiği en önemli hususlardır çünkü.
Günümüzde çocukların oyuncağı olarak yukarıda saydığımız gereçleri sıralıyoruz ne yazık ki. Akıllı telefon, tablet, televizyon vs. Oysa bu teknoloji çağından evvel yaşayan nesillerin bambaşka oyuncakları vardı. Geçenlerde bir sanatçının paylaşımı şöyleydi: “Şimdiki çocukların tabletleri var. Bizimse hayal gücümüz vardı.” Evet teknoloji neslinin öncesinde elimize geçen bir dal, bir süpürge, bir parça kumaş, yorgan, yastık bambaşka işlevler üstlenir, bambaşka rollere girerdi bizim onu yorumlayışımıza göre. Ve bu şekilde geçirdiğimiz zamanlar, bizlerin hayal güçlerini geliştirmede en önemli unsurlar oldular. Akşamları mahalledeki arkadaşlarımızla oynadığımız tek kale maçlar, yakar toplar, misketler, bisiklet turları yine sosyalleşmemizin en önemli parçaları oldular.
Oyunun ve oyuncağın çocuk üzerindeki tesirini bilen milletler bu tesirden faydalanma yoluna gitmişler. Mesela misket, eski Türklerden beri var olagelen bir oyun olmuş. Türkler çocuklarının da attığını vurabilme özelliğini geliştirmek için bu oyunu oynatmışlar çocuklarına. Ama güncel örnekleri ne yazık ki Avrupa’dan ve Amerika’dan vermek zorundayım. Çünkü oyun ve oyuncak sadece çocukların boş vakit geçireceği, oyalanacağı, bizim dinlenmemize yarayacak gereçler olarak algılanıyor bizde çok uzun zamandır. Ve bizim, oyuncaklarımızı kaybedince aslında çok şey kaybettiğimizi ifade etmek durumundayım.
Geçtiğimiz ay bir vesileyle İstanbul’a gittiğimde uzun zamandır aklımda olan fakat bir türlü gitmek nasip olmayan bir yere gittim: İstanbul Oyuncak Müzesi. Sunay Akın’ın deyimiyle “İnsanlar buraya çocuklarıyla geliyor, ellerinden çocuklukları tutarak ayrılıyorlar.” Ben de durum aynı oldu. Ve orada oyunun ve oyuncağın öneminin farkına varan milletlerin bilimde ve sanattaki başarılarının tesadüf olmadığını bir kez daha müşahade ettim.
1800’lerden itibaren çocuklara meslekleri öğreten oyuncaklar yapılmış. Doktorluk, avukatlık, terzilik, itfaiyecilik, saatçilik,ayakkabıcılık, çantacılık, laborantlık, eczacılık gibi birbirinden kıymetli meslekler ve zanaatlar çocukların dünyasına sunulmuş.
Kitap ve kütüphane şeklindeki oyuncaklar, ev maketleri ve o maketlerin içinde kitap okuyan insan maketleri ile vakit geçiren çocuklar günümüzde de kitap okuma oranları yüksek ülkeleri teşkil ediyorlar. Ve sanıyorum kimse buna tesadüf diyemeyecektir.
Uzay araştırmalarına başlayan, Ay’a gitmeyi hedefleyen Amerika; çocukların oynaması için uzay aracı maketleri, astronot kıyafetleri ve oyuncaklarını piyasaya çıkarması tamamen planlı, programlı bir uygulamadan başka bir şey değildir.
Örneklerin hepsi böyle olumlu örnekler değil ne yazık ki. Almanya’da iktidara geçen Hitler çocukların ellerine savaşa koşan askerlerin, Hitler’e selam duran taburların, envai çeşit silahların oyuncaklarını sunmuş. Ve o oyuncaklarla oynayan çocuklar 2. Dünya Savaşı’nda cepheye koşmuş, yüz binlercesi can vermiş, milyonların canına mâl olmuştur.
25-30 yıl evvel hiç de bebeğe benzemeyen Barby oyuncaklarla oynayan kız çocuklar, gençlik zamanlarında o Barbiler gibi açık saçık giyinen, onlar gibi makyaj yapan, burunlarını kaldırtan, orasını burasını estetik ameliyatlarla değiştiren kızlar oldular ne yazık ki.
Bu yüzden oyuncağa “çocuk oyuncağı” deyip geçmemek lazım. Yeni nesli şekillendiren en önemli şeydir oyuncak. Onları en güzel şekilde yetiştirecek, merak duygusunu artıracak, hayal güçlerini zenginleştirecek oyuncaklar üretmeli, çocuklarımızı onlarla oynatmalıyız.
Ozan Arif’in dörtlüğü ile bitirelim:
“Çocuğuna aman aman,
Zaman ayır gardaş zaman,
Tam Türk olsun tam Müslüman,
Çocuklara dikkat edin!”
Mesut Köseoğlu