Anasayfa
Yazarlar
Nihat Güç
Yazı Detayı
Bu yazı 462+ kez okundu.
Olaya Bir De Buradan Bakın!
Yanlışı bilmek ve yanlışlardan korunmak için; doğruyu bulmak ve doğru bir yaşama sahip olmak önemli bir etmendir. Bu durum her Müslümanın iyiye, güzele ve doğruya doğru ilerlerken yapması gereken birincil ödevidir. Vazgeçemeyeceği yegane doğru budur.
Doğruları yanlış, yanlışları da doğru kabul eden, bu yüzden boğazına kadar yanlışlara batan, her türlü pisliğin içinde debelenip duran bir insana doğru yolu gösterebilmeniz, bir yanlışını düzeltebilmeniz deveye hendeği atlatmaktan çok daha zordur.
İnsanın ilahi kelamın gösterdiği şekliyle doğruyu bulması ve bu minvalde hayatını idame etmesi, içinde bulunduğu ortamın İslam’a uygun olup olmadığını bellemesine bağlıdır. Yaşadığı hayatın İslam’ın serdettiği kurallar çerçevesinde şekillenip şekillenmediğini bilmeyen bir Müslümanın, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği ihtişamlı ve kadim gölgede yürümesi pek mümkün değildir.
İslami bir bakış açısıyla kotarılan kötülüklerin, pervasızca işlenen fısk-u fücurun, göz önündeki şeniyetlerin farkına varamayan bir insan, dini kurallara göre bir hayatı ne diye idame etsin ki?
Unutulmamalıdır ki cennet; imanın sağlamlığına ve mükemmelliğine bağlıdır. İmanın sağlamlığı ve mükemmelliği ‘La’ demekle başlar, ‘İllallah’ demekle de taçlanır ve zirveye çıkar. İmanın makbuliyetinin gerçekleşmesi gerekli tüm kabullerin ve zorunlu tüm retlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bu bir zorunluluktur hatta olmazsa olmazıdır Müslümanın. Çünkü ‘La’; her türlü kötülüğü, her çeşit yanlışı, bilumum şirki, küfrü, fısk-u fücuru, nifakı ve tağuti sistemleri ret etmeyi gerektirir. “İllallah” demekle de İslam’ın öngördüğü her türlü emir ve yasağa uyacağına söz vermek demektir.
‘Allah vardır’ demek hayatın her safhasında Allah’ın emir ve yasaklarının gerekli ve geçerli olduğuna inanmak demektir. ‘Allah’ı tanımak’; her türlü pisliğin ve necasetin farkına varmak; şirk, küfür, nifak, cibt ve tağutun şekillendirdiği unsurlardan ve fiillerden uzak durmak demektir. Bataklıklardan kurtulan, pisliklerden temizlenen bir insan davranışlarıyla “İllallah” demiş olur.
İçinde bulunduğu bataklığı kurutmadan, kötüye kötü gözüyle bakmadan, kirleri bedeninden ve zihninden temizlemeden ‘Allah vardır’ demek sağlıklı ve yeterli bir sonuç doğurmaz kişiyi cennete götürecek bir inanç (iman) için. Çünkü ‘la’ demeyen yani kötülükleri ve pislikleri hayatından, zihninden ve düşüncesinden tart etmeyen bir insanın imanı geçerli olamaz.
Cahiliye dönemi insanları Allah’a inanıyor, varlığını kabul ediyorlardı. Kainatta deveran eden; ay, güneş ve yıldızlar gibi insan gücünün yetmediği iş ve işlemleri Allah’ın sevk ve idare ettiğine olan inançları sağlamdı. Ancak sosyal hayatın içindeki iş ve işlemlerin Allah’ın istediği kurallara göre yürütülmesine karşı çıkıyorlardı. Bu yüzden “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler.” (Yunus/15)
Bu dönemin insanlarının ateist bir düşünceye sahip olmadıklarını ayetlerden anlıyoruz. “Andolsun, eğer onlara, “Gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” diye soracak olsan, mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” (Ankebut/63) Ancak cahiliye dönemi insanları bugünkü insanlar gibi içinde bulundukları bataklığın birer bataklık, saplandıkları küfür, nifak ve şirkin bir fısk-u fücur olduğunu kabule yanaşmıyorlardı.
Cahiliye dönemi müşrikleri tabi oldukları düzenin aslında birer şirk düzeni olduğunu ve kendilerinin birer müşrik olduklarını kabule yanaşmak istemiyorlardı. Bunu kabul etmiş olsalardı eminim ki hepsi dosdoğru birer Müslüman olurlardı.
İnsanın içinde bulunduğu şirk ortamının şeniyetini ve insan üzerindeki tahribat gücünü bilmeyen veya bunun farkına varmayan bir insanın düzlüğe çıkması, ak ve pak olması, sahip olduğu imanın sahih olması mümkün değildir.
Şirk ve küfür düzeninin içinde debelenip duran, Müslüman olduğunu ileri süren ve asla yanlış yapmayacağına inanan birçok insanın kendisini ayetlere karşı kapattıklarına şahit olmaktayız. Gözlerini kapatan, kulaklarını tıkayan ve kalbine farklı gıdalar gönderen kişilerin bir adım ileride şirk sisteminin ve küfür düzeninin müdafii olmayı kabul ettiklerine rastlamaktayız.
Şirk ve küfür üzerinden bir yaşam programlayan bir insana tevhid akidesini anlatmak, sarayda yetişmiş olsa bile Musa (a.s.)’ın Firavun’un yanlışlarına yanlış demesi gerektiğini anlatmak, yaptıklarımızı Kur’an’a göre bir değerlendirmeye tabi tutmak çok zordur hatta deveyi iğnenin deliğinden geçirmekten daha da zordur. Yüce Allah bu durumun korkunçluğunu: “Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin.” (Neml/81) demektedir.
Ekleme
Tarihi: 24 Mayıs 2022 - Salı
Olaya Bir De Buradan Bakın!
Yanlışı bilmek ve yanlışlardan korunmak için; doğruyu bulmak ve doğru bir yaşama sahip olmak önemli bir etmendir. Bu durum her Müslümanın iyiye, güzele ve doğruya doğru ilerlerken yapması gereken birincil ödevidir. Vazgeçemeyeceği yegane doğru budur.
Doğruları yanlış, yanlışları da doğru kabul eden, bu yüzden boğazına kadar yanlışlara batan, her türlü pisliğin içinde debelenip duran bir insana doğru yolu gösterebilmeniz, bir yanlışını düzeltebilmeniz deveye hendeği atlatmaktan çok daha zordur.
İnsanın ilahi kelamın gösterdiği şekliyle doğruyu bulması ve bu minvalde hayatını idame etmesi, içinde bulunduğu ortamın İslam’a uygun olup olmadığını bellemesine bağlıdır. Yaşadığı hayatın İslam’ın serdettiği kurallar çerçevesinde şekillenip şekillenmediğini bilmeyen bir Müslümanın, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği ihtişamlı ve kadim gölgede yürümesi pek mümkün değildir.
İslami bir bakış açısıyla kotarılan kötülüklerin, pervasızca işlenen fısk-u fücurun, göz önündeki şeniyetlerin farkına varamayan bir insan, dini kurallara göre bir hayatı ne diye idame etsin ki?
Unutulmamalıdır ki cennet; imanın sağlamlığına ve mükemmelliğine bağlıdır. İmanın sağlamlığı ve mükemmelliği ‘La’ demekle başlar, ‘İllallah’ demekle de taçlanır ve zirveye çıkar. İmanın makbuliyetinin gerçekleşmesi gerekli tüm kabullerin ve zorunlu tüm retlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bu bir zorunluluktur hatta olmazsa olmazıdır Müslümanın. Çünkü ‘La’; her türlü kötülüğü, her çeşit yanlışı, bilumum şirki, küfrü, fısk-u fücuru, nifakı ve tağuti sistemleri ret etmeyi gerektirir. “İllallah” demekle de İslam’ın öngördüğü her türlü emir ve yasağa uyacağına söz vermek demektir.
‘Allah vardır’ demek hayatın her safhasında Allah’ın emir ve yasaklarının gerekli ve geçerli olduğuna inanmak demektir. ‘Allah’ı tanımak’; her türlü pisliğin ve necasetin farkına varmak; şirk, küfür, nifak, cibt ve tağutun şekillendirdiği unsurlardan ve fiillerden uzak durmak demektir. Bataklıklardan kurtulan, pisliklerden temizlenen bir insan davranışlarıyla “İllallah” demiş olur.
İçinde bulunduğu bataklığı kurutmadan, kötüye kötü gözüyle bakmadan, kirleri bedeninden ve zihninden temizlemeden ‘Allah vardır’ demek sağlıklı ve yeterli bir sonuç doğurmaz kişiyi cennete götürecek bir inanç (iman) için. Çünkü ‘la’ demeyen yani kötülükleri ve pislikleri hayatından, zihninden ve düşüncesinden tart etmeyen bir insanın imanı geçerli olamaz.
Cahiliye dönemi insanları Allah’a inanıyor, varlığını kabul ediyorlardı. Kainatta deveran eden; ay, güneş ve yıldızlar gibi insan gücünün yetmediği iş ve işlemleri Allah’ın sevk ve idare ettiğine olan inançları sağlamdı. Ancak sosyal hayatın içindeki iş ve işlemlerin Allah’ın istediği kurallara göre yürütülmesine karşı çıkıyorlardı. Bu yüzden “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler.” (Yunus/15)
Bu dönemin insanlarının ateist bir düşünceye sahip olmadıklarını ayetlerden anlıyoruz. “Andolsun, eğer onlara, “Gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” diye soracak olsan, mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” (Ankebut/63) Ancak cahiliye dönemi insanları bugünkü insanlar gibi içinde bulundukları bataklığın birer bataklık, saplandıkları küfür, nifak ve şirkin bir fısk-u fücur olduğunu kabule yanaşmıyorlardı.
Cahiliye dönemi müşrikleri tabi oldukları düzenin aslında birer şirk düzeni olduğunu ve kendilerinin birer müşrik olduklarını kabule yanaşmak istemiyorlardı. Bunu kabul etmiş olsalardı eminim ki hepsi dosdoğru birer Müslüman olurlardı.
İnsanın içinde bulunduğu şirk ortamının şeniyetini ve insan üzerindeki tahribat gücünü bilmeyen veya bunun farkına varmayan bir insanın düzlüğe çıkması, ak ve pak olması, sahip olduğu imanın sahih olması mümkün değildir.
Şirk ve küfür düzeninin içinde debelenip duran, Müslüman olduğunu ileri süren ve asla yanlış yapmayacağına inanan birçok insanın kendisini ayetlere karşı kapattıklarına şahit olmaktayız. Gözlerini kapatan, kulaklarını tıkayan ve kalbine farklı gıdalar gönderen kişilerin bir adım ileride şirk sisteminin ve küfür düzeninin müdafii olmayı kabul ettiklerine rastlamaktayız.
Şirk ve küfür üzerinden bir yaşam programlayan bir insana tevhid akidesini anlatmak, sarayda yetişmiş olsa bile Musa (a.s.)’ın Firavun’un yanlışlarına yanlış demesi gerektiğini anlatmak, yaptıklarımızı Kur’an’a göre bir değerlendirmeye tabi tutmak çok zordur hatta deveyi iğnenin deliğinden geçirmekten daha da zordur. Yüce Allah bu durumun korkunçluğunu: “Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin.” (Neml/81) demektedir.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.