ASRIN DERDİ İLE DERTLENEN ADAM
(Vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle)
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ 7
Zaman iman kurtarma zamanıdır.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu zamanda önemli olan imanı kurtarmak ve imanı muhafaza etmek olduğunu, asrın dehşetli tahribatını görerek söylüyor.
Aslında tarikatın ne demek olduğunu en güzel şekilde tarif eden Üstadımız; bu zamanda tarikatın meyve, imanın ise temel gıda yani ekmek olduğunu ifade buyuruyor. Meyvesiz yaşanır ancak ekmeksiz yaşanmayacağını, tarikatsız cennete gidilebileceğini ancak imansız cennete gidilemeyeceğini nazara vermektedir.
Merhum Kurucu bu konuyu çok veciz bir şekilde dile getirmiştir:
“Hülâsa; tarîkat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkattan düşen, şeriata düşer fakat –maazallah– şeriattan düşen, ebedî hüsranda kalır.
Risale-i Nur Külliyatı, Kur’an-ı Kerîm’in cihan-şümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh onda, o mübarek ve ilahî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.
Ruhun bu ihtiyacını söyler akan sular
Kur'an'a her zaman beşerin ihtiyacı var.” (1/19-21)
Esaretten sonra
Bedîüzzaman Hazretleri doğu cephesinde gönüllü Alay Komutanı olarak Ruslar’a karşı askerleri ile vatanı savunurken esir düşmüştür. Bir yolunu bularak Kosturma’dan Balkanlar yolu ile Almanya üzerinden İstanbul’a dönüş yaparlar. Bu konuyu daha önce işlediğim için başka yönü ile ele alacağım.
Esaretten döndükten hemen sonra iki buçuk seneden beri Dâr-ül Hikmet-il İslâmiyenin (Diyanet İşleri Başkanlığı) vazifesini ona yüklettirdiler. O da çok yorgundu ve henüz esaretten kurtulduğu için bu görevi gönüllü olarak yapmak istemiyordu.
Kendilerinin bu konudaki niyetini Yeğeni Abdurrahman anlatıyor:
"Amcam 1334 senesinde rızası olmadan Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'ye aza tayin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, on ay me'zunen (izinli olarak) vazifeye gitmedi. Hatta çok defalar istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat ahbabları bırakmadılar. Bunun üzerine vazifeye devam etti, ki bir buçuk sene oluyor.” (1/120)
Bedîüzzaman diyor ki:
''Ben bunu terk edeceğim. Fakat millete de bir hesap vermek isterim.''
Bedîüzzaman devletin verdiği maaşı harcamıyor.
Merhum Abdurahman’ın dikkatini çeken önemli şey oluyor:
Bedîüzzaman, zorunlu ihtiyaçların dışında maaşından harcamıyordu.
Kendisine de ihtiyacından fazla masraf yapmıyordu. Zaten çok sade az ve ölmeyecek kadar yemek yediği için, mükemmel yemekler programında yer almıyordu
Maişetçe (yaşam ihtiyaçları noktasında) neden bu kadar fena yaşıyorsun? diyenlere de cevaben derdi ki:
"Ben sevâd-ı a'zama (insanların ekseriyetine) tabi’ olmak isterim. Sevâd-ı a'zam ise bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye (israf eden azınlığa) tabi olmak istemem."(1/121)
Dar-ül Hikmetten (Diyanet İşleri Başkanlığı) aldığı maaştan miktar-ı zarûreti (yeme, içme ve üzerindeki elbiselerin giderleri) ayırdıktan sonra mütebakisini (kalanını) yeğeni Abdurrahman’a vererek muhafaza etmesini isterdi.
Abdurahman da bir sene zarfındaki fazla kalmış olan paraları amcasının yeğenine olan şefkatine, hem de paraya önem vermemesine itimaden, haberi olmadan harcamıştır.
Üstad Hazretleri sonradan yeğenine diyor ki:
"Bu para bize helâl değildi. Millet malı idi, ne için sarf ettin?
Madem ki, öyledir, ben de seni masraf görme vekaletinden ayırıyor, azlediyor ve kendimi bu işe nasb ediyor, tayin ediyorum."
Kendisine on beş banknot ayırmaktadır ve başka masraflar da onun on beşine dahildir. Demek ayda on - on iki banknot kendisine kalırdı. Fazla kalan mütebaki paraları kendisi hıfzeyledi (ayırarak muhafaza etti).
BEDİÜZZAMAN’IN HAYATINDA DEĞİŞİM
Bediüzzaman Said Nursinin hayatında yeknesaklık yani sabit bir hayat yoktur. Hep değişim hep araştırma ve yeni bilgiler elde etme üzerine tesis edilmiştir. Dolayısıyla devamlı faaliyet içindedir.
Nurşin’de bir müddet kaldıktan sonra Hizan’a döndü. Sonra medrese hayatını terk ederek pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya gördü:
“Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir. 'Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim.' der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün peygamberan-ı izam hazeratını birer birer ziyaret eder, Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır.” (1/33)
18.06.2019
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu