Bilgi ve cehalet, ikisi de birbirine zıt kelimelerdir, biri varsa diğeri olmaz insanda. Bilgi, insan aklının alabileceği gerçek, olgu ve ilkelerin tümüne verilen addır. Cehalet ise kısaca söylemek gerekirsek bilginin zıttır yani bilgisizlik. Günümüzde ve ülkemizde bilginin ve cehaletin karşı karşıya olduğu bir ortam var şu an.
Bilgili insan karşınıza geçtiğinde veya bir şeyler anlattığında, dilinden dökülen kelimelerin bir kısmını yeni öğreniyor veya kişiye yeni ufuklar, fikirler sunuyor. Kesinlikle kabalığı kabul etmez, bilmediği bir konu hakkında ise biliyorum diye diretmez, anlamadığı bir ideolojiyi, dini veya inanışı elinin tersiyle itmez, hatta bilmediği durumlar hakkında araştırma yapar. Araştırma yaparak, o bilmedikleri konular hakkında fikir sahibi olmayı amaçlar.
Cehalete sarılmış insan ise ağzından kaba söz eksik olmaz, herkese kendi inandığı veya bildiğini zannettiği konuyu kabul ettirmeye çalışır. Kimseyi dinlemez, sürekli bağırarak konuşur, karşıdaki insanı kendi cehalet yuvasına çeker ve konudan konuya da atlayarak, hiçbir tartışmaya izin vermez çünkü söylediklerinin hep doğruluğuna inanır. Kanıt sunsanız bile sizin söylediklerinize çamur atar, çamur atmayı bıraktıktan sonra eğer elinden geliyorsa hakarete başvurur, daha da ileriye geçebiliyorsa fiziksel saldırıda bulunur.
Toplumumuz da bu iki canlı çeşidi de vardır, hem cahil ve hem de bilgili bireyler aynı havayı solumaktadırlar. Bilmediğin, araştırmadığın, öğrenmediğin bir konuda hakkında ve sadece kulaktan duyma bilgilerle tartışmaya katılan insanlar hep zor insanlardır. Bu insanların varlığı aslında ülkedeki aile yapısının, eğitim ve öğretim kurumlarının pek işe yaramadığının veya eksik olduğunun kanıtıdır. Bir çocuğa matematik, fen, edebiyat öğretelim tabii ki ama öncelik olarak, insana, bilgiyi, bilgiyi anlatana saygıyı iyice anlatıp pekiştirmek ve anlamalarını sağlamak elzemdir. Ülke olarak bilgi, teknoloji ve önemli yerlere gelmek istiyorsak bunu hep birlikte başarmalıyız.
Olumsuz bir örnek vermek gerekirse; ülke sınırlarına yakın olan bir ülke olan Suriye’den savaş nedeniyle ve zor durumda olan, resmi rakamlara göre dört milyon civarında ama resmi olmayan rakamlara göre de on milyon göçmen ülkemize geldi ve Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden gelenleri saymıyoruz bile. Zaten bilgisizlik ülkemizin kanayan bir yarasıyken nasıl olur da bu kadar insanı yakın bir zaman diliminde ülkene alabilirsin. Muhakkaktır ki zor durumda kalan insanlara yardım etmek lazım ve korumak lazım ama on yıl gibi bir zaman diliminde, gelenlere de hiçbir eğitim verilmeden ( kültürel, dilsel, yaşantı) nasıl olur da şehirlere dağıtılır veya devlet politikası haline gelir? Akıl alır gibi değil, Bu konunun iyice araştırılması lazım.
Eğitimli, kültürlü bir toplum için öncelikle okullar da medya da ve aile yapısında bilgiye teşvik edici programlar yapmak gerekiyor. Saçma sapan diziler yerine eğitimli ve görgülü insanları, hiçbir faydası olmayan sosyal medya paylaşımları yerine bilgiyi öne çıkaran ödül veya saygınlığı ön plana çıkarmak lazımdır. Ekonomik iyileşme, sağlıklı bireyler ve teknolojik gelişme için bu şarttır. Madem bu konulardan şikayet ediliyor, o zaman devletin ana politikası olarak yerine getirilmeli, yoksa şimdi ki nesil gibi gelecek nesli de kaybederiz.