Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
 

Kutlu Doğum 38

KUTLU DOĞUM 38    ALEM VE İNSAN NİÇİN VAR?    Bu başladığımız “Kutlu Doğum” yazı serisi ile Peygamberimiz, Başöğretmenimiz, yaratılmamıza sebep teşkil eden Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın önemini ortaya koymaya çalışıyoruz.  Ancak belirtmeliyim ki bunu ben anlatmaktan çok çok acizim. Burada kaynaklarla ifademi kuvvetlendirmeye çalışmaktayım.   Onları anladıkça iddiamızın da önemi anlaşılacaktır.   Sözler Risalesi, On Birinci Sözde bakınız Bediüzzaman Said Nursi RA bizlere neyi  anlatıyor:   ON BİRİNCİ SÖZ     وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا*وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا*وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا*وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا*وَالسَّمَۤاءِ وَمَا بَنٰيهَا*وَاْلاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا*وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا. الخ      1 1 "Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve nefse (kişiye) ve onu intizamla yaratana." Şems Sûresi, 91:1-7.   “Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını  (âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasının şifresini) ve  hilkat-i insanın  muammasını (insanın yaratılışının sırrını) ve  hakikat-ı salâtın rumuzunu (namazın hakikatinin, anlam ve niteliğinin  ince işaretlerini) bir parça fehmetmek (anlamak) istersen,  nefsimle beraber şu temsilî (mukayeseli, karşılaştırmalı) hikâyeciğe bak:   Bir zaman bir sultan varmış;  servetçe onun pek çok hazineleri vardı.  Hem o hazinelerde her çeşit cevahir (cevherler), elmas ve zümrüt bulunuyormuş.  Hem gizli pek acaib defineleri (hazineleri) varmış.  Hem kemalâtça (mükemmellikçe) sanayi-i garibede (benzersiz, garip san’atta) pek çok mehareti (becerisi) varmış.    Hem hesabsız fünun-u acibeye (şaşırtıcı fen ve ilimlere) marifeti (geniş bilgi ve becerisi),  ihatası (içine alan bilgisi) varmış.  Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya (güzel sanatlara) ilim ve  ıttılaı (bilgisi) varmış.    Her cemal (güzellik) ve kemal (kusursuzluk) sahibi,  kendi cemal ve kemalini (mükemmelliğini) görmek ve  göstermek istemesi sırrınca; o sultan-ı zîşan (şan ve şeref sahibi sultan) dahi istedi ki,  bir meşher (sergi) açsın,  içinde sergiler dizsin;  tâ nâsın enzarında (insanların bakışlarında) saltanatının haşmetini  (egemenliğinin büyüklüğünü, hükümranlığın heybetini),  hem servetinin şaşaasını (gösterişini),  hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip (geniş bilgisinin benzersizliğini) göstersin.    Tâ cemal ve kemal-i manevîsini (madde ile sınırlı olmayan mânevî güzellik ve üstünlüğünü)  iki vecihle müşahede etsin (iki yönüyle gözlemlesin):   Bir vechi (yönü): Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla (inceliklere nüfuz eden bakışıyla) görsün.   Diğeri: Gayrın nazarıyla (başkasının bakışıyla) baksın.   Bu hikmete binaen (herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasına dayanarak),  cesîm (çok büyük) ve geniş ve muhteşem (ihtişamlı) bir kasrı yapmağa başladı.  Şahane bir surette (biçimde) dairelere,  menzillere (odalara, evlere) taksim ederek (bölerek)  hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla (değerli cevherleriyle) süslendirip  kendi dest-i san’atının (sanat elinin) en latif (ince), en güzel eserleriyle zînetlendirip (süslendirip),  fünun-u hikmetinin (varlıklardaki hikmeti ve ince sırları ortaya çıkaran fenlerinin, ilimlerinin) en incelikleriyle tanzim edip (düzenleyip) düzelterek ve  ulûmunun âsâr-ı mu’cizekâraneleriyle (ilimlerinin mucize eserleriyle) donatarak tekmil (tamam) ettikten sonra,  herbir taam (yiyecek) ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden  en lezizlerini câmi’ (en lezzetlilerini içinde toplayan) sofralar,  o sarayda kurdu.  Herbir taifeye (topluluğa) lâyık bir sofra tayin etti (belirledi).  Öyle sehavetkârane (cömertçe),  san’atperverane (san’ata düşkün bir şekilde)  bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki (genel bir ziyafet hazırladı ki),  güya (sanki) herbir sofra,  yüz sanayi-i latifenin (güzel ince sanatların) eserleriyle vücud bulmuş gibi  kıymetli hadsiz (sayısız) nimetleri serdi. (devam edecek)   Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu 06.11.2024
Ekleme Tarihi: 06 Kasım 2024 - Çarşamba

Kutlu Doğum 38

KUTLU DOĞUM 38 

 

ALEM VE İNSAN NİÇİN VAR? 

 

Bu başladığımız “Kutlu Doğum” yazı serisi ile Peygamberimiz, Başöğretmenimiz, yaratılmamıza sebep teşkil eden Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın önemini ortaya koymaya çalışıyoruz. 

Ancak belirtmeliyim ki bunu ben anlatmaktan çok çok acizim. Burada kaynaklarla ifademi kuvvetlendirmeye çalışmaktayım.  

Onları anladıkça iddiamızın da önemi anlaşılacaktır.

 

Sözler Risalesi, On Birinci Sözde bakınız Bediüzzaman Said Nursi RA bizlere neyi  anlatıyor:

 

ON BİRİNCİ SÖZ 

 

 وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا*وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا*وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا*وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا*وَالسَّمَۤاءِ وَمَا بَنٰيهَا*وَاْلاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا*وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا. الخ      1

1 "Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve nefse (kişiye) ve onu intizamla yaratana." Şems Sûresi, 91:1-7.

 

“Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını 

(âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasının şifresini) ve 

hilkat-i insanın  muammasını (insanın yaratılışının sırrını) ve 

hakikat-ı salâtın rumuzunu (namazın hakikatinin, anlam ve niteliğinin  ince işaretlerini) bir parça fehmetmek (anlamak) istersen, 

nefsimle beraber şu temsilî (mukayeseli, karşılaştırmalı) hikâyeciğe bak:

 

Bir zaman bir sultan varmış; 

servetçe onun pek çok hazineleri vardı. 

Hem o hazinelerde her çeşit cevahir (cevherler), elmas ve zümrüt bulunuyormuş. 

Hem gizli pek acaib defineleri (hazineleri) varmış. 

Hem kemalâtça (mükemmellikçe) sanayi-i garibede (benzersiz, garip san’atta) pek çok mehareti (becerisi) varmış. 

 

Hem hesabsız fünun-u acibeye (şaşırtıcı fen ve ilimlere) marifeti (geniş bilgi ve becerisi), 

ihatası (içine alan bilgisi) varmış. 

Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya (güzel sanatlara) ilim ve 

ıttılaı (bilgisi) varmış. 

 

Her cemal (güzellik) ve kemal (kusursuzluk) sahibi, 

kendi cemal ve kemalini (mükemmelliğini) görmek ve 

göstermek istemesi sırrınca;

o sultan-ı zîşan (şan ve şeref sahibi sultan) dahi istedi ki, 

bir meşher (sergi) açsın, 

içinde sergiler dizsin; 

tâ nâsın enzarında (insanların bakışlarında) saltanatının haşmetini 

(egemenliğinin büyüklüğünü, hükümranlığın heybetini), 

hem servetinin şaşaasını (gösterişini), 

hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip (geniş bilgisinin benzersizliğini) göstersin. 

 

Tâ cemal ve kemal-i manevîsini (madde ile sınırlı olmayan mânevî güzellik ve üstünlüğünü) 

iki vecihle müşahede etsin (iki yönüyle gözlemlesin):

 

Bir vechi (yönü): Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla (inceliklere nüfuz eden bakışıyla) görsün.

 

Diğeri: Gayrın nazarıyla (başkasının bakışıyla) baksın.

 

Bu hikmete binaen (herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasına dayanarak), 

cesîm (çok büyük) ve geniş ve muhteşem (ihtişamlı) bir kasrı yapmağa başladı. 

Şahane bir surette (biçimde) dairelere, 

menzillere (odalara, evlere) taksim ederek (bölerek) 

hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla (değerli cevherleriyle) süslendirip 

kendi dest-i san’atının (sanat elinin) en latif (ince), en güzel eserleriyle zînetlendirip (süslendirip), 

fünun-u hikmetinin (varlıklardaki hikmeti ve ince sırları ortaya çıkaran fenlerinin, ilimlerinin) en incelikleriyle tanzim edip (düzenleyip) düzelterek ve 

ulûmunun âsâr-ı mu’cizekâraneleriyle (ilimlerinin mucize eserleriyle) donatarak tekmil (tamam) ettikten sonra, 

herbir taam (yiyecek) ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden 

en lezizlerini câmi’ (en lezzetlilerini içinde toplayan) sofralar, 

o sarayda kurdu. 

Herbir taifeye (topluluğa) lâyık bir sofra tayin etti (belirledi). 

Öyle sehavetkârane (cömertçe), 

san’atperverane (san’ata düşkün bir şekilde) 

bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki (genel bir ziyafet hazırladı ki), 

güya (sanki) herbir sofra, 

yüz sanayi-i latifenin (güzel ince sanatların) eserleriyle vücud bulmuş gibi 

kıymetli hadsiz (sayısız) nimetleri serdi. (devam edecek)

 

Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu

06.11.2024

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.