Geçen yazımızdan Mesnevi-i Nuriye’nin Habbe kısmından bir İ’lem’in bir kısmında semavat ve arzın yaratılış sebebinin Peygamberimiz asm olduğunu veciz bir şekilde ifade etmekte olup o kısma burada devam ediyoruz.
Mezkûr (zikredilen) âyetin tabaka-i avâma (halk tabakasına) ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki,
Nur-u Muhammediye’den (A.S.M.) yaratılan madde-i aciniyeden
(bütün varlıkların yaratılışının mayası, aslı, esası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’in asm nurundan yoğrulmuş hamurdan, macundan),
seyyarat ile şemsin (gezegenler ile güneşin)
o nurun (ışığın) macun (karışımından) ve hamurundan infisal ettirilmesine (ayrılmasına) işarettir.
Bu safhayı (aşamayı) delaletiyle (işaret etmesiyle, göstermesiyle) teyid eden (doğrulayan)
3 اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّهُ نُورِى olan hadîs-i şerifidir.
3- "Cenâb-ı Hak herşeyden evvel benim nurumu yarattı." Bu hadis, Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak'tan şu lafızlarla rivayet edilmiştir: "Evvelu mâ halakallâhu nûra nebiyyike yâ Câbir" Yani, "Cenâb-ı Hak herşeyden evvel senin Peygamberinin nurunu yarattı ey Câbir." el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:205, 2:129. (Mesnevî-i Nuriye 160)
Yine Mesnevi-i Nuriye’nin Habbe kısmından bir İ’lem’inde ise yaratılış sebebinde Peygamberimiz asm önemi anlamlı bir şekilde bakınız nasıl dile getirilmektedir.
İ’lem Eyyühel-Aziz (Bil ey aziz kardeşim)! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa,
Nur-u Muhammedî asm
(bütün varlıkların yaratılışının mayası, aslı, esası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’in asm nuru)
o kitabın kâtibinin (yazarının, müellifinin; bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan Allah’ın) kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir (büyük alem), bir şecere (ağaç) tahayyül (hayal) edilirse,
Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi, neticesi) olur.
Eğer dünya mücessem (maddi şekle girmiş, cisim giymiş) bir zîhayat farzedilirse (hayat sahibi varsayılsa),
o nur onun ruhu (hayat kaynağı, can vereni) olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse (zihinde canlandırılsa),
o nur onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı (gösterişli) bir cennet bahçesi tahayyül edilirse (hayal edilirse),
Nur-u Muhammedî onun andelibi (bülbülü) olur.
Eğer pek büyük bir saray farzedilirse (kabul edilse),
Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelî’nin
(sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi Ezelî Sultan, Allah’ın)
makarr-ı saltanat (saltanat, otorite ve hâkimiyet merkezi) ve
haşmeti (heybeti, yüceliği) ve
tecelliyat-ı cemaliyesiyle (İlâhî güzelliklerin akisleri, yansımalarıyla)
âsâr-ı san’atını hâvi olan (san’at eserlerini içine alan)
o yüksek saraya nâzır (bakan) ve
münadi (çağıran) ve
teşrifatçı (önemli bir mekânda, gelenleri buyur eden) olur.
Bütün insanları davet ediyor.
O sarayda bulunan bütün antika san’atları (kiymetli san’at eserlerini),
hârikaları (olağan üstü hayrette bırakan) ve
mu’cizeleri (bir benzerini yapmakta başkasını âciz bırakan olağanüstü şeyleri) tarif ediyor.
Halkı o saray sahibine, sâni’ine (herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah’a)
iman etmek üzere cazibedar (çekici bir şekilde),
hayret-efza (hayret içinde bırakacak şekilde) davet ediyor. (Mesnevi-i Nuriye 155)
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
19.01.2025